Bir ülkede işkence varsa sorumlusu ve suçlusu sadece işkenceciler değil, göz yuman, duymazdan gelen ve “oh olsun!” diye düşünen herkestir…
Türkçü, İslamcı, ulusolcu bir “kokteyl” koalisyon Sezgin Tanrıkulu’na “TSK’ya iftira attı!” gerekçesiyle “asalım mı keselim mi?” diye saldırıyor.
Dersim’i çevreleyen dağların, tepelerin hemen tamamında “kalekollar” var ve hâlâ “Ne mutlu Türküm diyene!” mi?
Alevilere hakaretler edilen konuşmalara tanık olmuş ama sözcüklerinizi yutmuşsanız, Dersim’de kendinizi “çok” hissedersiniz. İyi hissedersiniz.
Cemal Süreya gibi, bir insan neden kimliğini gizlemek zorunda hisseder kendini? Diyarbakırlı oluşunu, Hakkarili, Şırnaklı, Dersimli oluşunu...
“Bakma böyle konuştuğuma, ne olursa olsun, nerede olursak olalım, Dersim bize Jar û Diyar’dır.”
Asıl sorun, genel olarak medyanın özel olarak da Kürt gazeteciliğinin devletin ağır baskısı altında “biat” etmeye zorlanmasıdır.
Gözaltı, tutuklama, mahkeme, dava, işkence, eziyet, takibat, toplatma, yasak gazeteciğin “olağan” birer parçası gibi.
Yenilgi, neden ve sonuçlarını sorgulayarak kendinizi yenileyebildiğiniz ölçüde derstir, deneyimdir, bir yeniden başlamak iradesidir.
Etkili, muhalefetini meşru zeminde sokaklarda yürüten bir muhalefet olsaydı hükümet bu kadar acımasız zam politikası güdebilir miydi?
Güncel bilgilerilerden /duyurulardan haberdar olmak için mail listemize kayıt olun.