Pideden mamul bir terör örgütü

Cumhuriyet’in dört üyesi bırakılmaz, geceyi hapiste geçiren gazeteci sayısı 162 olurken, IŞİD davasında tahliyeler ardı ardına geliyordu

SEZİN ÖNEY

29.07.2017

"Basın Bayramı"nda başladı Cumhuriyet davası demiştik… Beş günlük duruşmaların sonunda da, tıpkı "Basın Bayramı"nın bu topraklarda, 109 yıla dayanan tarihi gibi, yarı bayram yarı da yas oldu. Güray Öz, Musa Kart, Bülent Utku, Hakan Kara, Önder Çelik, Mustafa Kemal Güngör ve Turhan Günay'ın tahliye sevincine ortak olmamak mümkün mü? Tahliye olduklarında, Silivri önündeki bayram sevinci gerçekten, "bayram" kısmıydı işin. Dalgalar halinde tutuklanan gazetecilerin, "mümkün olabilen" ilk toplu tahliyesi hem de.

Ancak, Ahmet Şık, Akın Atalay, Kadri Gürsel ve Murat Sabuncu'nun tutukluluklarının devamı gerçekten yas hissettirdi. Eşleri, çocukları, yakınları için apayrı birşey tabii, ama Ahmet ve Kadri ile Murat Abiler, benim çok çok gençliğimin, daha okulluyken ilk gazetecilik zamanlarımın baş aktörleri oldukları için ben de resmen kahroldum karara…

Milliyet'te daha yeni yetme, aklı beş karış havada bir dış haberler muhabiri olarak gazeteciliğe başladığımda, önümüzdeki figürler, "rol modellerimiz", mesleği öğrendiğimiz kişilerdi. Şimdi de, en verimli çağlarında mesleği daha nice nesillere öğretmeye devam ediyor olmalılardı.

Bir de, aşırı tavizsiz oldukları bir konuda, Gülen Cemaati ile ilişkili olmakla, "FETÖ"cülükle suçlanmıyorlar mı! O kadar, o kadar haksız bir durum ki…
Bu beş gün, gazeteciliğin ve hukukçuluğun meslekî kurallarını tanıtan, bu iki  mesleğe dair de bir "giriş dersi" gibi devam etti. Gelecek kuşaklara da, bu dönemden geriye kalacak olan bu savunmalardaki "adalet çağrısı" olacak.

Savunmaların herbirinde, çok çarpıcı şeyler söylendi; ama şu kısmı davanın çok önemli: duruşmada yöneltilen soruların "terör" ile hiçbir alakası yok.
Ahmet Şık'ın da mahkemede dile getirdiği gibi, "Terör dosyası diyorsunuz, üç gündür gazeteci faaliyetlerimizi soruyorsunuz. Tek örgüt sorusu sormadınız. Nokta".

İşi gücü yazı yazmak, haber yapmak, gazete sayfası çatmak olan gazetecilerden ve kökü bu Cumhuriyet'e kadar uzanan Cumhuriyet gazetesinden "örgüt" çıkaramaz kimse, çıkmaz. Hiçbir gazeteciden çıkmaz. Hiç kimsenin bayılmayacağı koşullarda, gerçekten de özveriyle çalışan ve sonunda "bir imzalık" canı olan bir meslek grubundan bahsediyoruz. Şu an tutuklu 160 gazetecinin, belki bir avucu "geçim sıkıntısı" çekmeden ömrünü bugüne değin sürdürebilmiştir. Gazetecilikten para kazanıp, servet elde edebileni de yoktur… Yaşamı boyu şiddetten uzak yaşamış insanlar, neden ve nasıl terör örgütü üyesi veya destekçisi olsun?

Terör de nasıl tanımlanıyorsa artık, Cumhuriyet'in dört üyesi tahliye edilmez ve o geceyi hapiste geçiren gazeteci sayısı 162 olurken, bir IŞİD davasında tahliyeler ardı ardına geliyordu. Gaziantep 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın (aynı Cumhuriyet davası gibi) beşinci gününde, 60 sanıktan 39'u tahliye ediliyordu. Suruç ve 10 Ekim Ankara saldırılarının davasında, avukatın "canlı bombaya rahmet okuduğunu" da gözden kaçırmayalım. Tahliyelerde, bu avukatın yaptığı, "IŞİD sempatisinin ve sevgisinin suç teşkil etmediği" savunması da etkili olmuşa benziyor.

Böyleyken böyle… Hukukun net bir tercihi var.  

Cumhuriyet'ten bir şekilde "örgüt" çıkarabilmek için gösterilen çaba, yargılanan gazetenin yazar ve yöneticileri; Ahmet Şık, Akın Atalay, Aydın Engin, Bülent Utku, Bülent Yener, Can Dündar, Günseli Özaltay, Güray Tekinöz, Hakan Karasinir, Hikmet Çetinkaya, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Orhan Erinç, Önder Çelik, Turhan Günay'ın meslekî ve ötesinde, özel hayatlarına dair bir sürü ayrıntının didik didik edilmesine neden oldu.
Akın Atalay'ın suç unsuru olduğu öne sürülen "parkecisi", Musa Kart'ın "suç unsuru" olduğu öne sürülen Bodrum tatili hayali, Kadri Gürsel'e yollanan ısrarlı SMS mesajları, Ahmet Şık ve Murat Sabuncu'nun çocuklarının olmayan "mal varlıkları", Turhan Günay'ın henüz iki yaşında annesiz kaldığı bilgisi ve daha neler neler… Hiçbirini, kamuoyunun bilmesine gerek yoktu.

İnsanlara mahremiyet nâmına birşey bırakmayan; maddî, manevî ve meslekî tüm yaşam detaylarının hallaç pamuğu gibi atıldığı ve gene de, zorlama da olsa bir suç çıkarılamadığı bir hâl var ortada.

Acaba, bu durum, tüm bu "didikleme", bir de gözdağı demek…

"Cumhuriyetçiler" kadar az, "FETÖ" damgası yiyebilecek kimse olamaz. Yine de popüler bir turizm acentasını telefonla aramak, pideciden yemek ısmarlamak, telefonlarına gelen mesajlar ve çağrılar; aslında istenirse hemen her şey "terörist" damgası yemenize neden olabiliyor.

Galiba bir tek istisna var; o da gerçekten terör örgütü üyesi olmak.