Antalya’nın Barselona’dan fazlası var, eksiği yok…
Akıllı şehirlerden, Akdeniz mimarisinden, kentin ürettiği sanattan, edebiyattan da söz etmeliyiz. Yaşam bir bütün çünkü…
15.12.2018
Geçenlerde kentimizdeki bir turizm kongresi nedeniyle Sözcü Yazarı Deniz Zeyrek’in “Antalya Neden Barselona Olmuyor ?” başlıklı yazısını okuyunca zaman makinesinde yakın geçmişe giderek 24 Haziran seçimlerine dönmüş gibi oldum.
Çünkü 24 Haziran seçimlerinde Antalya'da, partim CHP'nin 6. sıra milletvekili adayı olarak tüm kampanya boyunca, “Antalya neden Barselona olmasın" söylemini kullandım ve konuşmalarımda kendimce sloganlaştırdım.
Sorunun yeniden gündeme gelmesi üzerine son konuşma metinlerimden birini arşivimden çıkardım, bir nüshasını da Deniz Zeyrek’e gönderdim.
“ANTALYA’nın BARSELONA’dan fazlası var, eksiği yok” üst başlığını koyduğum o konuşmayı sizlerle yeniden paylaşmak bana kıvanç verir.
Konuşmama şöyle başlamışım:
Siyasal yönetimin kötü mirası belimizi öyle büktü ki; 24 Haziran’da “özgürlüklerimiz ve yaşam kalitemiz” açısından bir çırpınışa girdik.
Tam bir yol ayrımındayız.
Ya tepetaklak yuvarlanacağız ya da uçurum kenarında el frenini çekeceğiz.
Yaşamlar güme gitmesin diye, hep birlikte el frenine asılmayı konuşuyoruz.
Bu önemli fırsatı asla ve asla kaçırmamamız lazım. Kimseyi düşünmüyorsanız bile çocuklarınızı düşünün.
Sonra şöyle devam etmişim :
Tabii öyle bir çıkmaz sokakta duvara vurmak üzere 150 km ile hızla giden bir araba içinde sıkıştık ki yaşamın kendisi ve diğer önemli konular buhar olup uçtu.
Ben bugün konuşmamda biraz da Antalya’yı çok daha fazla kanatlandıracak, özgürlüklerimiz ve refahımızı, 24 Haziran’da güvence altına aldıktan sonra daha nitelikli bir yaşam için üzerinde düşünmemiz gereken konulardan söz edeceğim. Bu sorunlara da acilen çareler üretmeliyiz.
Aslında bu, serdedeceğim “Antalya’nın dünyadaki yeri nedir, nasıl daha üst basamaklara çıkabiliriz, bu bizim yaşamımızı ve refahı nasıl etkiler?” sorusunu sormak anlamına geliyor.
Ben bunu kestirmeden “Antalya’nın Barselona’dan fazlası var, eksiği yok” diye sloganlaştırıyorum.
Antalya’nın Barselona’dan fazlası var, eksiği yok ama bunu biz biliyoruz, dünya nasıl bilecek tüm dünyanın da bu gerçeği bilir hâle gelmesi için neler yapmalıyız?
Konuşmamın sonrasını da bu soruların ipuçlarına ayırmışım :
Ama bunun için konuşmadıklarımızı da konuşmamız lazım. Siyaset tüm yaşamı kapsar, daha doğrusu kapsamalıdır.
Antalya Akdeniz havzasının kraliçesidir. Ama biz Akdeniz ve Antalya başlığı altında, Antalya’nın bu havzadan alacağı payı nasıl yükseltiriz diye de kentimize bakmalıyız.
Birkaç başlık vermek isterim.
Örneğin; turizm ve tarımı hep zorunlu olarak konuşuyoruz. Çünkü boğuluyoruz. Ama balıkçılık üvey çocuk gibi.
Kişi başına ülkemizde yıllık 8 kg balık tüketimi var. Bu durum bizim kentimizde nasıl, balıkçılığın hâli ne?
Sorunlar neler, nasıl çözebiliriz?
Örneğin; Norveç’te Deniz Bakanlığı var. Somonu, balıkçı el kremi, küçücük bir ülkenin dünyaya yaydıkları.
Biz neden yapmayalım?
Denizlerimizi, ormanlarımızı da neden konuşmayız? Yaşamı, hayatı, refahı bunlar artıracak.
Kentimizin mimarisi, estetik değerleri, edebiyatı, kültürü hiçbir zaman gündemde yer bulamaz.
Akıllı şehirlerden, Akdeniz mimarisinden, kentin ürettiği sanattan, edebiyattan da söz etmeliyiz. Yaşam bir bütün çünkü.
Ve sıra gelmiş bayıldığım Akdenizliliğe, Akdeniz Kültürüne…
Biz Akdenizliyiz ama Akdenizli olduğumuzun ne kadar bilincindeyiz?
Konuşmam şöyle sürmüş :
Tabii bunların özünü Akdeniz kültürü oluşturuyor. Size bir soru.
Akdeniz’i Ege’den ne ayırır, örneğin.
Sahi sizce ne ayırır, Akdeniz’in Ege Kültürü’nden farkı nedir ?
Hep birlikte düşünürken, ben konuşmamı da aktarmaya devam edeyim :
Antalya’nın yetiştirdiği sanatçıların yaşadıkları mekânlara birer plaket assak bile bilincimiz daha keskinleşip, kente bakışımız daha nitelikli bir hâle gelmez mi, kentimizi daha da benimsemez miyiz?
Antalya’yı kültürüyle, estetik değerleriyle, tarihiyle dünyaya taşımayı kastediyorum.
Dünya buraya geliyor ama biz kent olarak dünyaya gitmiyoruz, halbuki gitmeliyiz.
Üstelik burası insanlık âleminin hiç ıskalamadığı, göz ardı etmediği bir coğrafya olmuş.
Muazzam tarihsel derinliği bunu ispatlıyor.
Biz buna ne ilave ediyoruz? Ne ilave ettik ?
O tarihsel derinliğe, estetiğe, mirasa uygun bir katkı ne olabilir ?
Bu bağlamda, konuşmadığımız konular başlığına neler ilave edebiliriz, Antalya’yı nasıl daha yüceltiriz?
Sizlere, hemşerilerime, kentlilerime de soruyorum.
Biz kent olarak ne kadar dünyalaşabiliyorsak, boğazımız da o kadar zor sıkılır. Ekmeğimizle, özgürlüğümüzle o kadar zor oynanır.
Geçim zorluğunu, özgürlüklerimizin bıçaklanmasının önüne geçmenin en acil önlemi 24 Haziran’da “tamam” demek, ama yaşamı da daha derinliğine tartışmak, hayatı keyifli ve yaşanır hâle getirmek…
Maalesef bunu yapamadık, hattâ ne hazin ki, en elverişli şartlara rağmen Antalya’da tamamen siyasi hatalar ve köhne hastalıklar nedeniyle tökezler gibi olduk. Kadına ve gençlere sırt dönerek kentlilik olmaz…
Bu kez ders almış olmamız hâlinde gene önümüzde çok büyük bir fırsat var; yerel iktidarlar üzerinden zafere yürüme olanağımız var.
Bu durumda Antalya da, Akdeniz de bizim yanımızda yer alır.
Bunu gerçekleştirirsek Antalya’nın, Barselona’dan neden eksiği değil de fazlası olduğunu çok gecikmeden ispatlarız.
“Antalya’nın dünyadaki yeri nedir, nasıl daha üst basamaklara çıkabiliriz, bu bizim yaşamımızı ve refahı nasıl etkiler?” sorusunu sormakla başlayabiliriz…
Her vereceğimiz doğru cevap ekmeğimizi, aşımızı, refahımızı, özgürlüğümüzü ve Akdenizliliğimizi büyütecektir.
Ben buna hep inandım ve iddia ettim.
Ve bu iddianın dün de sahibiydim, bugün de sahibiyim.