Memelerimiz, Hind Buğdayı ve kuku beresi

“Hepimizin bildiği gibi moda olan her şey, illa ki demode olmaya mahkûmdur.”

İLHAMİ ALGÖR

21.05.2022

Mayıs ayının ortalarında Türkiye gündeminde bazı konular, kavramlar iç içe girdi. Mesela meme, sütyen yada sutyen, Hind buğdayı ve “g(ı)rdzgal” (sutyenin Ermenicesi) gibi.
 
Durum ilginç. Ayrıca bu yazıyı bir hastanenin 6. kat odasından yazıyorum ve bir martı camı gagalıyor.
 
Hind Buğdayı çapraşık, karışık hikâye, biz meme ve sutyende kalalım. Giysiler Ne Anlatır? adlı kitaptan uzun bir alıntı yapacağım. Kitabın yazarı Seda Yılmaz (*), çocukluktan kadınlığa hayatının evreleri ile moda dünyasının parıltıları arasında dolaşıyor. Açık sözlü ve seke seke dolaşıyor:
 
“Memelerim pıtlar pıtlamaz, anneannem ve teyzem ellerinde iki emaye kapla çıkageldi. (…) Anneannem başladı ballandıra ballandıra anlatmaya: ‘Bizde bir âdet var imiştir. Genç kızların memeleri çıkmaya başladı mı hemen bir kapla kapatılır. Hayt anam otur şuraya, çıkar üstünü, örtelim memelerini bu kaplarla.’ (…) Kaplar kapatıldı, kahveler içildi, fallar bakıldı, sohbetler edildi, kahkahalar atıldı, kaplar açıldı. En sonunda teyzem birer tane altın çıkardı çantasından. ‘Bunlar memelerin için.’ Altınları görünce ağzım kulaklarıma vardı. Erkek kardeşimin sünneti kadar tantanalı olmamıştı belki ama, anneannemle teyzemin beni kadınlığa böylesi güzel bir merasimle geçirmelerini hiç unutmadım.”
 
Merasimi sevdim. Sivil bir erginleme töreni. Kadınların kendi aralarında kendi patikalarını, yollarını oluşturmalarını sevdim. Son yıllarda kadınlara dair bazı metinler, eylemsiz, inisiyatifsiz edilgen ve ezik kadın portresi çiziyor. Annneanne ve teyzenin iki emaye kap, iki altın, kahve falları ile oluşturduğu merasim, kendi ayakları ile yürüyen ve kendi patikalarını oluşturan, eyleyen insan anlamına geliyor benim için. Saygı ve sevgilerimi kabul etmelerini rica ederim.
 
Seda Yılmaz, sutyen bahsine devam ediyor:
 
“Korseyle kıyaslandığında, sutyenin tarih sahnesine çıkışı epey geç bir döneme rastlıyor. Fransız iç giyim tasarımcısı Herminie Cadolle, korseyi ikiye bölüp üst kısmına askılar ekleyerek yarattığı ilk sutyeni, 1889’da Paris’te düzenlenen, aynı zamanda Eyfel Kulesi’nin açılışına da sahne olan Dünya Fuarı’nda sergiledi. Bu yenilikçi parçayı, Paris’teki mağazasında önce le bien-être (esenlik), ardından soutien-gorge (göğüs desteği) diye adlandırarak müşterilerine sundu. Halen şehrin lüks mabedi Rue Cambon’da kişiye özel iç çamaşırları yapan markanın şöhretli müşterileri arasında Mata Hari’den tutun da Elizabeth Taylor’a, Wallis Simpson’dan Monica Belluci’ye bir dolu isim var.” (sf. 33)
 
Hafızamdan bir kare
1980’lerde, 20’li yaşlarımın sonlarındaydım. Fethiye’deydim. Yat limanına bakan bir dükkânın kapı önünde oturuyordum. Önümde bir cadde, caddenin ardında karşı kaldırım, kaldırım kenarında diz hizasında bir set. Üzerinde yürünebilir genişlikte bir set. Setin ardında yat limanına demirli yatlar ve bir sağa bir sola yatan salınan direkleri. Bu görüntünün içinde üç figür belirdi. Kaldırımda değil set üstünde yürüyorlardı. İnce pardösülü, 70 yaşlarında, ince zayıf bir kadın. Ellerini ardında birleştirmiş. Denge problemi yok, gayet rahat yürüyor. İki adım arkasından 30’lu yaşlarda sağlam bedenli bir kadın yürüyor. Onun da 2 adım arkasında 7-8 yaşlarında küçük bir kız çocuğu. 3 kuşak olarak, kaldırımda değil de çocukların tercih edebileceği maceracı/oyuncu bir zemin olan set üstünde, fonda yelken direkleri, film afişi tadında yürüyorlar.
 
Yıllardır zihnimde duruyor bu görüntü. Burada aktarmam yersiz oldu, havada kaldı ise affedin. Penceredeki martı yan yan bakıyor hâlâ.
 
Seda Yılmaz kitabından devam etmek istiyorum. Benim “nesneler” takıntıma denk düşen tanımları var. Bir süredir “nesneler” konusundan uzaklaştığımı düşünüyordum ki Seda Yılmaz’ın yaklaşımları imdadıma yetişti. Bana P24 Blog yazıları çizgimde tutarlılık fırsatı verdi. Tutarlılık bir boyutu ile elzemdir. Olmalıdır. Ancak bir boyutu ile sıkı bağlanmış bir kravat’a veya özgürlük kısıtlayıcı sutyen’e dönüşür. Allah korusun.
 
Kravat’a dair kısa not: Türkiye sinemasında 1940-50’ler filmlerine bakın, fabrikatör babanın, kendisine benzettiği oğlu tıpkı peder beyi gibi 3 düğmeli ve önü ilikli ceket giyer, ince düğüm bağlanmış kravat takar. 1960’ların sonu ve 70’lerde, kravat düğümleri büyür ve kravatlar gevşemeye başlar. Baba – oğul’un, “hıh demiş burnundan düşmüş” benzerliği parçalanmıştır artık.
 
Penceredeki martı gitti. Seda Yılmaz ile devam ediyorum:
 
“Hiç şüphesiz, hepimizin giydikleri görünür ve konuşur. Elizabeth Wilson, giysilerin hem nesne hem de imge olduklarını ifade ederek bu görüşü destekler: ‘Çoğu nesneden ve metadan daha üstü kapalı bir şekilde giyeni anlatırlar. Bedenlerimiz ve benliklerimizle olan yakın ilişkilerinden ötürü, genel hatlarıyla da olsa giysinin ‘lisanı’ ve ‘psikolojisi’nden bahsederiz.’ (Adorned in Dreams: Fashion and Modernity, aktaran Seda Yılmaz, Giysiler Ne Anlatır?, sf. 61)
 
Giysiler Ne Anlatır?’da, alıntılamaktan kendimi tutamadığım paragraflar var. Mesela:
 
“Süfrajetlerin (**) beyazlı, yeşilli, morlu giysileriyle sokaklara dökülüp mücadele vermelerinin üzerinden bir asırdan fazla zaman geçtiğinde, bu defa renklerden pembe, giysilerden de bere, kadın dayanışmasının simgesi haline geldi. Ocak 2017 tarihinde, Donald Trump’ın Amerika’da başkanlık koltuğuna oturmasından bir gün sonra, başta Amerika olmak üzere, dünyanın altmıştan fazla ülkesinde milyonlarca kadın, kafalarında pussyhat (***) adı verilen pembe berelerle sokakları doldurdu. Kadınlar, Trump’ta vücut bulan cinsiyetçiliğe, ırkçılığa, kadın düşmanlığına ve her türlü ayrımcılığa karşı ‘Kadın hakları, insan haklarıdır’ sloganıyla Kadın Yürüyüşü’nü gerçekleştirdiler ve hakikaten yeri yerinden oynattılar.”
 
Gezi ve kırmızı elbiseli kadın
“Gelelim Türkiye’nin bugüne kadarki en sesli, en renkli, en birleştirici halk hareketinin, Gezi’nin simgesi olan renge ve giysiye. Nurdan Gürbilek’in deyişiyle, ‘12 Eylül’den bu yana kalın çizgilerle çizilmiş sınırların da kısa bir süre için silindiği âna.’ Bu ânın eşiği, Gezi Parkı’nda ağaçlara siper olan, kırmızı elbiseli bir kadındı. Bir kıvılcımdı elbisesi. Kıvılcım oradan oraya sıçradıkça, ‘Her yer Taksim, her yer direniş!’ oldu. Kırmızının alevinin yalayıp geçtiği yerler, yüreği güp güp atanlarla doldu. Birdenbire deniz, güneş, bulutlar, ağaçlar, martılar, çiçekler, kediler, köpekler, insanlar toplaştı; isyana, mücadeleye ve umuda doğru sokaklara koştu. Gezi ruhu, her yanı kırmızıya boyadı.”
 
Son bir cümle ile bağlıyorum artık:
 
“Hepimizin bildiği gibi moda olan her şey, illa ki demode olmaya mahkûmdur.” (sf. 30)
 
Selam sevgi ile
 
*
(*) Seda Yılmaz, 2005’te Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. London College of Fashion’da Moda Gazeteciliği eğitimi aldı. 2010-2013 yılları arasında Elle dergisinin moda haberleri editörü olarak görev yaptı. Yazıları, Vogue’dan The Guardian’a, 5Harfliler’den Cumhuriyet Pazar’a çeşitli mecralarda yayımlandı.
 
(**) Süfrajet: 20. yüzyıl başlarında İngiltere ve ABD’de, pasif direniş, kamu toplantılarını bölme, açlık grevi yapma gibi yollarla kadınların seçme ve seçilme hakkını savunan, radikal kadın hakları savunucuları.
 
(***) Pussyhat : “Türkçeye ‘kuku beresi’ olarak çevrilebilir. Bu ismin seçilmesinin sebebi, Donald Trump’ın seçimden önce ortaya çıkan bir ses kaydında, ‘Güzel kadın gördüm mü dayanamıyorum. Ünlüysen kadınlara her şeyi yapabilirsin; onları öpebilir, hatta onların kukularını avuçlayabilirsin,’ demesiydi. Kadınlar, Amerika başkanının cinsiyetçi söylemine, kukuya sahip çıkarak, hatta onu baştacı ederek cevap verdiler. Berenin, Londra’daki Victoria & Albert Müzesi’nin koleksiyonuna dâhil olması ise, çoktan çağımızın kayda değer sembolleri arasında yerini aldığını gösteriyor.” (Giysiler Ne Anlatır?, sf. 64)
 
—–
Kapak Görseli: Herminie Cadolle'ün ilk tasarladığı soutien-gorge (göğüs desteği) çizimlerinden biri.