Jül Vern Seyahat Acentesi: Bay Fogg ve Jean’ın gemisi Mongolia Kızıldeniz’de
Sayfalar önce, zamanda tozuyan karakter bir not ile romana dikkatimi çekmiş fakat notun önemini kavrayamamıştım. Yanılmışım. Editör Hetzel 20. Yüzyıl’da Paris romanını reddetmiş, nedenlerini Verne’e yazdığı bir mektupta açıklamıştı…
12.10.2024
Mongolia, Aden yönüne ilerliyordu. Gemiye Brindisi’den binen yolcuların neredeyse tamamı Hindistan’a gidiyordu. Bazıları Bombay’a, bazıları Kalküta’ya, ama Kalküta’ya gidenler de Bombay üzerinden gidiyorlardı. Bütün Hint Yarımadası’nı boydan boya kat eden bir demiryolu yapıldığından beri Seylan Burnu’nu dolaşmanın gereği kalmamıştı.
Mongolia’nın yolcuları arasında çeşitli sivil memurlar ve her rütbeden subaylar vardı. Subayların bir kısmı Britanya Ordusu’na mensuptu, bir kısmı da İngiliz ordularına hizmet etmiş Hint askerlerinden oluşan Sepoy bölüklerine kumanda ediyordu.
Bay Verne göre, bu askerlerin hepsinin maaşları yüksekti. Ceplerinde milyonlarla uzak diyarlara ticaret şirketi kurmaya giden birkaç genç İngilizin de araya karıştığı bu memurlar topluluğu, Mongolia’da lüks bir yaşam sürüyordu.
Şirket’in güvenilir adamı, gemide de kaptanın dengi olan, yolculardan ve geminin erzak ikmalinden sorumlu ‘Purser’ denilen kişi, her şeyi şatafatlı bir biçimde yapıyordu. Sabah kahvaltısında, saat ikideki öğle yemeğinde, beş buçuktaki akşam yemeğinde ve sekizdeki hafif yemekte, sofralar taze et yemekleriyle ve geminin kendi mutfakları ve kasabından gelen ara yemeklerle donatılıyordu.
Bay Verne, anlatısının başından beri her fırsatta İngilizleri iğneliyordu. İğneler bazen çuvaldız, bazen nal çivisi boyutlarında oluyordu ama iğnelemenin düzenli ritmi hiç değişmiyordu. 1863’te Balonla Beş Hafta adlı anlatısında kahramanlarına “Yaşasın kraliçe Viktorya, yaşasın İngiltere” sloganı attıran Bay Verne birkaç sene içinde İngiltere hakkındaki düşüncelerini değiştirmiş görünüyordu. Veya o sloganlar Bay Verne’in ironisi idi. Hatta büyük ihtimalle ironi idi.
Bay Verne’i değerlendirirken çelişkiye düştüğüm anlar oluyor. Onu, kendi medeniyeti dışındaki dünyaya üstencil bakışlı Avrupalı, beyaz, erkek olduğu kabulü ile her an eleştirmeye hazır bir hat üzerinde yürüyorum ama beni duraksatan bazı şeyler var. Mesela, Balonla Beş Hafta anlatısından sonra yazdığı, fakat editörü Hetzel’in sert eleştirisi ile yazdığına pişman ettiği “20. Yüzyılda Paris” adlı romanı beni duraksatıyor.
Sayfalar önce, zamanda tozuyan karakter bir not ile romana dikkatimi çekmiş fakat notun önemini kavrayamamıştım. Yanılmışım. Editör Hetzel 20. Yüzyıl’da Paris romanını reddetmiş, nedenlerini Verne’e yazdığı bir mektupta açıklamıştı:
“Sevgili Verne, bugün sana yazmak zorunda kalmamak için neredeyse her şeyimi verirdim. İmkânsız bir görev üstlendin ve bu tür konularda senden öncekiler gibi sen de bu işin altından kalkamadın. Balonda Beş Hafta kitabınızın seviyesinin çok altında. Bundan bir yıl sonra tekrar okuyacak olsaydınız, kesinlikle bana hak verirdiniz. Magazinel ve konu kötü seçilmiş. Mükemmellik beklemiyordum -tekrar ediyorum, imkansızı denediğinizi biliyordum- ama daha iyisini umuyordum. Bu yazıda, gerçek gelecekle ilgili doğru dürüst çözümlenmiş tek bir konu, daha önce yapılmamış ve yeniden yapılmamış hiçbir eleştiri yok. Sana şaşırdım (…) Bunu size söylemek zorunda kaldığım için gerçekten üzgünüm, ancak bunu yayınlamanın itibarınız için bir felaket olacağına inanıyorum. (…) Böyle bir kitap yazmak için henüz hazır değilsiniz. Yirmi yıl bekleyin ve sonra tekrar deneyin.”
Hetzel’in daha ağır ve can yakıcı cümlesi şudur: “Sevgili Verne, sen bir peygamber olsan bile, bugün kimse bu kehanete inanmaz.”
*
Haftaya : Hetzel’in reddettiği roman: 20. Yüzyıl’da Paris