İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı Mart 2021'de İstanbul'da protesto edildi. Fotoğraf: Osman Sadi Temizel via SOPA Images.
12 Yıl Önce İmzaya Açılan Sözleşme: Kadın ve LGBTİ+ Gazeteciler Güvence Arayışında
İstanbul Sözleşmesi, yalnızca kadınlar ve LGBTİ+’lar için değil; kadın ve LGBTİ+ gazeteciler için de hayati bir güvenceydi. Sözleşmenin feshedilmesinin ardından gazetecilerin karşılaştığı tehdit ve ayrımcılık, dayanışma ve çözüm odaklı yaklaşımlarla aşılmaya çalışılıyor

11.05.2025
12 yıl önce bugün, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında, “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) imzaya açılmış ve Türkiye, sözleşmenin ilk imzacısı olmuştu. 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi, 7 yıl sonra Türkiye tarafından resmi olarak feshedildi.
İstanbul Sözleşmesi, Türkiye için kadına yönelik şiddetle mücadelede uluslararası öncülüğü simgeleyen bir dönüm noktasıydı; toplumsal cinsiyet eşitliği ve yaşam hakkına dair güçlü bir taahhüttü.
Bu taahhüt, sadece bireylerin yaşam hakkını değil, toplumsal cinsiyet temelli şiddeti haberleştiren, görünür kılan ve mücadeleye ses veren gazetecilerin haklarını da güvence altına alan bir dayanak sağladı.
“İstanbul Sözleşmesi, LGBTİ+ gazeteciler için yalnızca bir hukuk metni değil, pek çok kadın ve LGBTİ+ için olduğu gibi bir hayatta kalma güvencesiydi. LGBTİ+ gazetecilerin maruz kaldığı nefret söylemine, ayrımcılığa ve şiddete karşı koruyucu bir zemin sunuyordu” diyor KAOS GL editörü Oğulcan Özgenç.
Birçok LGBTİ+ gazetecinin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi nedeniyle medya sektöründe ayrımcı tutum, söylem, davranış ve uygulamalarla karşılaştığını vurgulayan Özgenç, bu noktada Kaos GL’nin 2024 Özel Sektör Çalışanı LGBTİ+’ların Durumu Raporu’ndan kendisini gey ve non-binary olarak tanımlayan bir gazetecinin ifadelerini doğrudan aktarıyor:
“Görünür olmamam istendi. Reddettiğimde ise görev tanımım değiştirildi ve “işin mutfağı” denilen arka plandaki bir pozisyona sürüldüm. Siyaset ve gündem haberleri yaparken; hafta sonu magazin biriminde görevlendirildim”
Rapora göre, araştırmaya katılanların yüzde 29,6’sı çalıştığı kurumda diğer LGBTİ+ çalışanlara yönelik ayrımcı tutum ya da uygulamaya tanık olduğunu, yüzde 59,2’si ise LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemiyle karşılaştığını belirtti. Bu oran özel sektör araştırmasında ise yüzde 30,4 oldu.
“LGBTİ+ gazetecilerin maruz kaldığı nefret söylemine, ayrımcılığa ve şiddete karşı koruyucu bir zemin sunuyordu”

KAOS GL editörü Oğulcan Özgenç. Fotoğraf: Özgenç’in arşivi.
Özgenç, İstanbul Sözleşmesi’nin devletlere, toplumsal cinsiyet kalıplarıyla mücadele kapsamında medya ve özel sektörle işbirliği yapma yükümlülüğü getirdiğini belirterek; LGBTİ+’ların medyada hastalık ya da alay unsuru gibi klişelerle temsil edilmesinin önlenebileceğini de söylüyor. Sözleşmenin, devletlere sadece denetleyici değil, aynı zamanda kapsayıcı ve eşitlikçi içerikleri teşvik edici bir rol biçtiğini, bu bağlamda ayrımcılıkla mücadele eden medya faaliyetlerini desteklemeyi de öngördüğünü ifade ediyor.
TGS Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu üyesi gazeteci Gülfem Karataş da İstanbul Sözleşmesi’nin feshi sonrası özellikle kadın ve LGBTİ+ gazetecilerin karşılaştığı sorunların daha da derinleştiğine dikkat çekiyor. Mesleki risklerin yalnızca haber içerikleriyle sınırlı kalmadığını belirterek şöyle devam ediyor: “Çünkü işimiz insanlarla. Haber kaynaklarımız, haber öznelerimiz. Ve haliyle mesleğimizi yaparken de cinsiyet kimliğimiz ya da cinsel yönelimimiz göz ardı edilemeyeceğinden ikinci bir mağduriyete uğrama ihtimalimiz de daha fazla oluyor.”
Karataş, kadın gazetecilerin haberci kimliğinin ötesinde, kimi zaman hayati sorumluluklar üstlendiğine dikkat çekiyor. Şiddet tehdidi altındaki bir kadının yardım talebiyle kendilerine ulaştığını ve bu durumda sadece haber yapmakla kalmayıp kamuoyu oluşturarak hukuki süreçleri harekete geçirme sorumluluğu hissettiklerini belirtiyor. Ayrıca yaşam hakkı ihlal edilen bir kadının haberini yine kendilerinin yapacağını bilen kadın gazetecilerin, artık şiddet haberlerini yapmak istemediğini söylüyor.
TGS Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu’nun bir araştırmasında, kadın gazetecilerin yüzde 47’sinin iş hayatlarında en az bir kez şiddete uğradığı belirtirken, yüzde 63’ünün ise cinsiyetleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığı ifade ediliyor.
“Mesleğimizi yaparken de cinsiyet kimliğimiz ya da cinsel yönelimimiz göz ardı edilemeyeceğinden ikinci bir mağduriyete uğrama ihtimalimiz de daha fazla oluyor”

TGS Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu üyesi gazeteci Gülfem Karataş. Fotoğraf: Karataş’ın arşivi.
Karataş ayrıca, kadınların ve LGBTİ+ların yaşadığı sorunların birbirinden ayrı olduğunu vurguluyor. Geçen yıl bir gazeteci toplantısında Yıldız Tar’ın (Gazeteci Tar, 21 Şubat’tan bu yana tutuklu) “Toplumsal cinsiyet haberlerinde LGBTİ+lar hemen kadınların yanına iliştiriliyor. Ben buna karşıyım. Kadın ve LGBTİ+ editörleri ayrı olmalı, çünkü her biri farklı bir uzmanlık alanı” dediğini hatırlatıyor.
TGS Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu’nun da bu ayrı alanlarda çalıştığını belirten Karataş, medyada LGBTİ+ların hala yeterince konuşulamadığını, açık kimlikle mesleklerine devam edemediklerini ifade ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla birlikte, kimliklerini gizlemek zorunda kalan LGBTİ+ bireylerin iş yerlerinde dışlanma ve tedirginlikle yaşamaya devam ettiklerini söylüyor.
Evrensel gazetesi Muhabiri Nisa Sude Demirel ise, özellikle sokakta çalışan gazeteciler için durumun daha da tehlikeli hale geldiğini, çünkü İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının kadınlara yönelik şiddeti ve tehditleri artırdığını belirtiyor. Demirel “Sözleşmeden çekilmek yalnızca bir mevzuat değişikliği değil, failleri cesaretlendirdi” diyerek, Şişli’deki Bahar Aksu cinayeti gibi trajik olayların ardından kadınların eski eşleri tarafından tehdit edilmeye devam ettiğine dikkat çekiyor. Demirel, İstanbul Sözleşmesi’nin yalnızca bir hukuki düzenleme değil, aynı zamanda kadınlar ve LGBTİ+ bireyler için güvenli bir ortam sağlayan hayati bir önlem olduğunu ifade ediyor.
Mezopotamya Kadın Gazeteciler Derneği’nin Mart 2025 Raporu’na göre, 6 gazeteci saldırıya uğradı, 3’ünün evine baskın düzenlendi, 5’i gözaltına alındı; 9 gazeteci kötü muameleye maruz kalırken, 3 gazeteci tehdit edildi, 1’i tutuklandı ve 6 gazetecinin haber takibi engellendi. Cezaevinde 1 kadın gazeteci hak ihlaline uğradı. Aynı rapor, 2 gazeteci hakkında soruşturma, 3’ü hakkında dava açıldığını; bir gazetecinin 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası aldığını ve 7 gazetecinin yargılamasının sürdüğünü ortaya koyuyor. 4 Ocak 2023 itibariyle tutuklu gazeteci sayısı ise en az 10.
“Kadınların ve LGBTİ+’ların ısrarla vazgeçmedikleri dayanışma, hem korkuyu hem de endişeyi en aza indiriyor”

Evrensel gazetesi Muhabiri Nisa Sude Demirel. Fotoğraf: Demirel’in arşivi.
Özgenç, İstanbul Sözleşmesi’nin yokluğunda LGBTİ+ gazetecilerin güvenliği için medya kurumları ve meslek örgütlerine önemli sorumluluklar düştüğünü vurguluyor. Özgenç’e göre; ayrımcılığı yasaklayan iç düzenlemelerin oluşturulması, güvenli başvuru mekanizmalarının kurulması ve LGBTİ+ gazetecilere yönelik mobbing ile ayrımcılığı önleyecek politikaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Ayrıca, sendikalar ve basın meslek örgütleri bünyesinde LGBTİ+ odaklı savunuculuk birimlerinin kurulması, hem destek sağlama hem de hak ihlallerini belgeleme açısından hayati önem taşıyor.
Karataş da, çözümün temelinde sendikal örgütlenmenin yer aldığını vurguluyor. Karataş’a göre, toplu iş sözleşmelerinin yaygınlaşması, hem çalışma hem yaşam koşullarını iyileştirecek güçlü bir adım olabilir. Bu sözleşmelere, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2019 yılında kabul ettiği, İş Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi gibi şiddet karşıtı uluslararası düzenlemelerin dahil edilmesinin, gazetecilerin korunmasını ve iş yerlerinde şiddetin önlenmesini mümkün kılacağını belirtiyor.
Demirel ise, kadınlar ve LGBTİ+’lar arasındaki dayanışmanın, korkuyu ve endişeyi en aza indirdiğini vurguluyor. Gözaltı süreçlerinde yaşanan taciz ve şiddet gibi vahim olaylar göz önüne alındığında, dayanışmanın bu zorluklarla mücadelede ne kadar önemli bir yol olduğunu ifade ediyor: “Kadınların ve LGBTİ+’ların ısrarla vazgeçmedikleri dayanışma, hem korkuyu hem de endişeyi en aza indiriyor”