“2020 Yılında Türkiye”
Beraat etmeyi bekliyorum. Çünkü 16. Ceza Dairesi Mehmet Altan’ın beraatine karar verirken, AYM’nin benimle ilgili kararına gönderme yaptı
08.01.2020
Görmeyeceğimi sandığım 2020 geldi işte. Sevgilim artık yok, ama bütün hayal kırıklıklarımla ben buradayım. Belki daha göreceklerim de var.
Önce 2020 yılında kendi hâlimden söz etmek istiyorum. 27 Temmuz 2016'da "silahlı terör örgütü" üyesi olduğum gerekçesiyle tutuklandığımda bu yanlışın kısa sürede düzeltileceğini ummuştum, ama hiç öyle olmadı. Yaklaşık bir yıl sonra açıklanan iddianamede, yazılarımla "anayasayı ihlal" ettiğim gerekçesiyle üç kez, hem de ağırlaştırılmış müebbed hapisle cezalandırılmam isteniyordu. Silivri cezaevinin müebbedliklere ayrılan "yüksek güvenlikli" 9. bölümünde yaklaşık 20 ay hapis yattım. Tahliye olmam için Anayasa Mahkemesi'nin bir değil (önce Ocak, sonra Mart 2018'de) iki kez ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (Mart 2018'de) haklarımın ihlal edildiğine karar vermesi gerekti. AYM hükümeti tarafıma 20 bin lira; AİHM ise 21.500 avro tazminat ödemeye mahkum etti. Tazminatlar hemen ödendi. İki ay ev hapsinde kaldıktan sonra, iki ay da "denetimli serbest" oldum. Binlerce masum insan hapisteyken kendimi hiç özgür hissetmedim.
Adlî süreç içinde hakkımda istenen ceza üç kez ağırlaştırılmış müebbedden bir kez müebbede çevrildi. 6 Mayıs 2018'deki son duruşmada savcı ve üç yargıçtan biri "anayasayı ihlal"den müebbedle cezalandırılmamda ısrar etti, ama mahkeme başkanı ve bir yargıç beni "silahlı terör örgütü üyesi" olduğum gerekçesiyle 8 yıl 9 ay hapse mahkûm etmek ve yurtdışı seyahat yasağı koymakla yetindiler. Yargıtay başsavcısı 2020'ye birkaç gün kala açıklanan "tebliğname"de "silahlı terör örgütü üyesi" olmadığım, ama "silahlı terör örgütü"ne destek verdiğim gerekçesiyle, azami yedi yıl hapis cezası almamı istedi. Bakalım Yargıtay 16. Ceza Dairesi hakkımda ne zaman, ne karar verecek. Evet, 2020 yılı geldi; hayattayım, ama işte bu koşullarla.
AYM ve AİHM kararları doğrultusunda beraat etmeyi bekliyorum. Çünkü 16. Ceza Dairesi, dostum Mehmet Altan'ın beraatine karar verirken, AYM'nin benimle ilgili kararına gönderme yaptı. Doğrusu, elim ayağım tutarken yurtdışı seyahat yasağımın kalkmasını istiyorum. Zira beni görmeden ölmek istemeyen İsveçli doktora tez hocam emekli Profesör Tomas Hammar ve eşi Stina'yı Stockholm'de son bir kez ziyaret etmek; Londra'da yaşayan oğlum Acar ve küçük torunum Leyla'yı, Avrupa'nın çeşitli kentlerine dağılmış olan dost ve akrabalarımı yerlerinde görmek istiyorum. Bakalım…
Okurlarıma hâlimi duyurmak için yaptığım bu uzun girişten sonra "2020 yılında Türkiye" bahsine gelebilirim. Okurlarımın çoğu bilemez tabii, ama bu başlığı taşıyan, benim yaptığım bir gazetecilik araştırması önce Cumhuriyet gazetesinde ( 26 Mart – 13 Nisan 1991) bir dizi yazı olarak, sonra da kitap olarak yayımlanmıştı (AFA Yayınları, İstanbul, Haziran 1991). ABD Kongre Kütüphanesi (Library of Congress) de sonuçları ilginç bulmuş ve İngilizce özetini yapmıştı.
"2020 Yılında Türkiye" seçkinlerimizin (Türkiye elitlerinin) 30 yıl sonra, yani o sıra yeterince uzak görünen bir gelecekte ülkenin demokrasisinin, ekonomisinin ve dünyadaki yerinin ne konumda olacağına dair düşünce ve duygularına ışık tutmaya yönelik bir araştırmanın başlığıydı. Cumhuriyet gazetesinde çalışırken 1990 yılının son aylarında yaptığım araştırmada görüştüğüm farklı siyasi eğilimlerden 32 akademisyen, gazeteci, iş adamı, sendikacı, yönetici, politikacı, yazar ve şairden yaklaşık yarısı (İshak Alaton, Melih Cevdet Anday, Musa Anter, Tarık Buğra, Şemsi Denizer, Sencer Divitçioğlu, Coşkun Kırca, Aziz Nesin, Halit Refiğ, İlhan Selçuk, Ali Ulvi, Nevzat Yalçıntaş, Turan Yazgan, Şevket Yılmaz, Tahsin Yücel) artık aramızda değiller. En gençleri Osman Kavala hapiste. Diğerleri ise şunlar: Nabi Avcı, Cem Boyner, Yavuz Canevi, Tansu Çiller, Zülfü Dicleli, Bülent Eczacıbaşı, Şükrü Elekdağ, Kemal Gürüz, İsmail Kara, Ergun Özbudun, Haluk Özdalga, İsmet Özel, İlkay Sunar, İlhan Tekeli, Mete Tunçay, Nur Vergin.
Araştırmanın amacını şöyle açıklıyordum: "Bir bakıma Türk elitinin 'psikolojisi'ni anlamaya yönelik olan bu araştırma, şöyle bir varsayıma dayanıyor: Bir toplumun siyasi, iktisadi ve kültürel yaşamına yön veren kişilerin beklentileri bize o toplumun geleceğine ilişkin önemli ipuçları sağlayabilir. Öte yandan yarının tartışılması, bugünün temel sorunlarını ve çözüm yollarını ortaya çıkarabilir."
Bulgular şu noktalarda toplanıyordu:
1) Görüşülenlerin büyük çoğunluğu ekonominin geleceği konusunda iyimser. Gelişmiş ülkeleri yakalayamasa da Türkiye'nin 2020'de, dünya ekonomik güç ve refah sıralamasında daha yukarı bir konumda olacağına inanılıyor. (Bu öngörü büyük ölçüde doğru çıktı. Demokrasi özgürleştirdiği sürece ekonominin de daha iyiye gittiği ve tersi görüldü. 2011'den beri demokrasi, 2014'ten bu yana ekonomi darboğazda.)
2) Büyük çoğunluk 2020 yılında Türkiye'nin uluslararası rekabete açık bir piyasa ekonomisi olacağına inanıyor; 1960'lara ve 1970'lere değin hayli yaygın olan dışa kapalı, otarşik, planlı ve devlet ağırlıklı ekonomi modelinin geçerli olacağına inanan hemen hiç yok. (Şimdilik bu öngörünün büyük ölçüde doğrulandığı söylenebilir. Mülkiyette devletin ağırlığı azaldıysa da, son yıllarda ekonomiye keyfi siyasi müdahaleler artmakta.)
3) Çoğunluk, piyasanın yol açtığı sosyal dengesizliklerin giderilebilmesi açısından devletin ekonomide düzenleyici bir rol oynaması gerektiğini düşünüyor. (30 yıl öncesine nazaran bugün devletin sosyal işlevlerinin geliştiği söylenebilir. Ne var ki AB ülkeleriyle karşılaştırıldığında hayli geride kalındı.)
4) Nüfus artışının yüzde 1 dolayına indirilebilmesi için ulusal nüfus planlaması gerektiğine inananlar çoğunlukta. (Son otuz yılda nüfus artış hızı, modernleşmeyle birlikte giderek azaldı; yüzde 1.3'e kadar indi. Bugün nüfus planlamasının lafı bile edilmediği gibi, iktidar her aileden "en az üç çocuk" bekler oldu.)
5) Temel hak ve özgürlüklere dayalı çoğulcu demokratik rejimin diğer rejim türlerine üstünlüğü konusunda çok yaygın bir mutabakat görülüyor. Düşünce ve örgütlenme özgürlüklerine getirilen kısıtlamaların kaldırılması isteniyor. (2011'den itibaren gelişme ters yöne çevrildi. Bugün Türkiye temel hak ve özgürlüklerin güven altında olmadığı, demokrasinin seçimden ibaret kaldığı bir tür çoğunluk diktatörlüğü rejimi altında.)
6) Laikliği tehdit eden akımlar ve Kürt ayrılıkçılığı demokratik düzene iki büyük tehlike olarak algılanıyor. Ne var ki görüşülenlerin tamamına yakın bir bölümü ne şeriatçıların, ne de ayrılıkçıların amaçlarına ulaşabileceğini düşünüyor. (Öngörüler büyük ölçüde haklı çıktı. Her ne kadar özgürlükçü ve çoğunlukçu demokrasi idealinden uzaklaşıldığı ölçüde tehditler büyüdüyse de.)
7) Çoğunluk, laikliği tehdit eden güçlerin toplumu peşlerinden götürme imkanına sahip olmadıklarını düşünüyor. Azınlıkta kalanlar ise laikliği karşı akımların son on yıl içinde rejimi tehdit edecek güce ulaştıkları, öndeki on yıl içinde de bunlarla bir hesaplaşmanın gündeme gelebileceği kanısında. (Denebilir ki Türkiye, otuz yıl önce olduğu gibi bugün de din ve inanç özgürlüğünü yerleştirmiş olmaktan hayli uzak.)
8) Çoğunluk ayrılıkçılığın başarılı olamayacağını; bir yandan Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin ekonomik kalkınmasına yapılacak yatırımların, öte yandan güvenlik önlemlerinin sürdürülmesinin sorunun halline yeteceğini düşünüyor. Azınlıkta kalanlar ise sorunun çözümünün Kürtlere tüm dil ve kültür haklarının tanınmasıyla, demokrasinin genişletilmesiyle çözülebileceğine inanıyor. (Otuz yılda Kürt çoğunluklu bölgenin ekonomik kalkınmasında ve Kürtlerin kültürel haklarının tanınmasında sağlanan kısmi ilerlemelere rağmen, bölgede kişi başına gelir düzeyinin görece düşüklüğü ve işsizlik oranının görece yüksekliği devam ediyor. Ayrılıkçılık sorununun çözüldüğünü söyleyebilmekten de uzağız.)
9) Çoğunluk Türkiye'nin Batılılaşma yönündeki temel doğrultusunun değişmeyeceğine inanıyor. Ne var ki, görüşülenlerin sadece üçte biri otuz yıl sonra Türkiye'nin Avrupa Topluluğu'nun (o günkü Avrupa Birliği) üyesi olacağına inanıyor. (Hayli isabetli bir öngörü. Türkiye bugün AB üyeliğinden belki hiç olmadığı kadar uzak. Evet NATO'ya hala üye, ama tartışılan bir üye.)
10) Çoğunluğa göre, Türkiye ekonomik ve stratejik potansiyelini değerlendirdiği takdirde 2020'de bölgesinde lider rolü oynayacaktır. (En isabetsiz öngörü de bu olsa gerek. Bugün Türkiye Cumhuriyeti, belki tarihinde görülmedik bir yalnızlık içinde. Bu durum sadece bölgesiyle de sınırlı değil.)
11) Büyük çoğunluğa göre önümüzdeki 30 yıl içinde Türkiye "Sovyetler Birliği ya da Rusya Cumhuriyeti" ile çok yakın iktisadi, kültürel ve siyasi ilişkiler kuracaktır. (En isabetli öngörü muhakkak ki bu.)
12) Büyük çoğunluğa göre "ufukta Türk birliği yok", ama Türkiye laik ve demokratik rejimiyle Türki halklara örnek olacak. (Otoriterleşen ve laiklikten uzaklaşan rejimiyle Türkiye rol modeli olmaktan çok uzaklaştı.)
13) Görüşülenlerin çoğu Türklerle Yunanlıları birbirine en yakın iki ulus olarak gördüğü gibi iki ülkenin 30 yıl içinde aralarındaki sorunları çözeceklerine, Ege'nin bir barış denizi olacağına inanıyor. (Sıfır isabet denebilir.)
14) Çok ağır basan görüş, güney komşularımız Suriye, Irak ve İran ile sorunların 30 yıl geçse de çözülemeyeceği; genel olarak İslam ve Arap âleminin demokratikleşmeden uzak kalacağı yönünde. (Tam isabet denebilir.)
Araştırmanın genel sonucunu da şöyle ifade ediyorum: "Seçkinlerimizin siyasetle ve ekonomiyle ilgili bazı temel tercihlerde düne göre bugün çok daha büyük bir mutabakata ulaşmış olmaları; önümüzdeki otuz yılda Türkiye'nin demokrasisini ve ekonomisini ilerleteceğine ve bölgesinde önemli rol oynayan bir güç haline gelebileceğine ilişkin inancı birçoklarının paylaşması, toplum olarak da geleceğe iyimser bir gözle bakmamız için önemli bir neden olarak değerlendirilebilir."
Bugün, 2020 yılında toplumun genelinin psikolojisi hakkında ne söylenebilir, bilmiyorum. Ama seçkinlerimizin ezici çoğunluğunun gelecek hakkında iyimserliği korumadıkları muhakkak. Dolayısıyla, araştırmanın "öndeyi," yani geleceği okuma değeri, beklendiği üzere, sınırlı kaldı.
Bütün okurlarıma iyi seneler diliyorum.