24 Haziran: Şaşırmalı mıyız?

Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın seçmenlerinin, yüzde 57’si erkeklerden oluştu; Erdoğan destekçileri arasında erkekler ilk kez ön plana çıkıyor

SEZİN ÖNEY

16.07.2018

24 Haziran seçimleri gecesiyle ilgili soru işaretleri ortada kalıverdi. Muhalefet için tam manasıyla, “Külkedisi masalının” bittiği gece oldu 24 Haziran. Kampanya sürecinde yaşanan masalsı havanın dağılıp, muhalefet partilerinin “Külkedisi”nin balkabaklarına dönüşme hâlinin sebebini “esrarengiz” nedenlerde aramak elbette mümkün. Ama önce, elimizdeki somut verileri bir değerlendirmemiz lazım.
 
Seçmenlere, 24 Haziran'daki tercihlerinin sebeplerine yönelik sorular yönelten ilk raporlar çıkmaya başladı. Metropoll Araştırma'nın, “Türkiye'nin Nabzı” raporunun Temmuz ayı nüshası, 24 Haziran'ın anatomisini oldukça net biçimde ortaya koyuyor. Ortadaki tablo da şu: 24 Haziran'a giderken aslında hiç de “sürprizli olmayacak biçimde” gitmişiz.
 
Önce konunun Cumhurbaşkanlığı seçimleri kısmını ele alalım. Ayrı bir yazı ile de partilerin seçmen profillerini inceleriz.
 
 
“Neden”leriyle Cumhurbaşkanlığı seçimi
 
Seçmenler, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, kime neden oy verdiler?
 
Bir kere, özellikle muhafazakâr ve milliyetçi kesim, blok hâlinde oy vermeye devam ediyor. Ve tercihleri, ağırlıklı olarak Recep Tayyip Erdoğan'dan yana. Buna ek olarak, Erdoğan, liberaller, Kürtler ve Zazaların yaklaşık yüzde 30'arlık kesimlerinden oy almaya devam ediyor. Sanılacağının aksine, Arap kökenli olduğunu söyleyenlerin sadece yüzde 28,6'sı Erdoğan'a oy vermiş.
 
Öte yanda ise, “Atatürkçü ve lâik” kesim var: onlar da, tıpkı muhafazakâr kesim gibi yüzde 90'a yaklaşan bir blok halinde oy veriyorlar. Onların da tercihi ağırlıklı olarak Muharrem İnce'den yana olmuş.
 
Nasıl “milliyetçi” kesimin yüzde 70'lik kesimi Erdoğan'a oy veriyorsa, kendini “sağ ve laik” olarak adlandıran kesim de yaklaşık olarak yüzde 67 oranında aynı tercihte bulunuyor.
 
“Sağ laik”lerin geri kalanının, yaklaşık yüzde 33'lük kısmı, İnce ve Meral Akşener arasında “eşit” dağılmış. Yani, 1990'lar ve öncesinin klasik “merkez sağ” seçmeni olarak niteleyebileceğimiz kesim, artık ağırlıklı olarak Erdoğan'a yönelmiş bir seçmen kitlesi. Meral Akşener ve Muharrem İnce'nin asıl ulaşamadığı kitleyi de, muhafazakâr ve milliyetçilerden çok, “sağ lâikler” olarak nitelemek mümkün.
 
“Sosyal demokrat ve sol” düşüncede olanların yarısı İnce'ye ve diğer yarısı da Selahattin Demirtaş'a oy vermiş. Daha sonraki yazıda ayrıntılı biçimde inceleyeceğimiz üzere, CHP ve HDP arasında “emanet oy” olarak niteleyebileceğimiz bir geçiş artık yok. “Artık” vurgusunu özellikle yapıyorum çünkü, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri, “Sol ve Sosyal Demokrat” olarak kendini tanımlayan ve “CHP'li varsayılan” bir kesim Demirtaş ve/veya HDP'ye oy veriyor; ancak artık neredeyse beş seçimdir kendini tekrarlayan bu oy verme davranışına “emanet oy” diyemeyiz. Zaten, “emanet oyların” en fazla partiler, MHP ve İYİ Parti gibi gözüküyor; gelecek yazıda da, partiler bazında bu konunun üzerinde daha fazla duracağız.
 
Şu an için, Türkiye siyasetini birinci derecede belirleyen olgu zaten, “lider aşkı”. Bu anlamda, zaten partilerin “lider” figürleri tarafından büyük ölçüde gölgelenmekte olduğunu söyleyebiliriz. Seçmenler, liderlerde “öncü özellikler” aradıkları ve liderleri takip etmeyi sevdikleri için oy veriyorlar. Bu anlamda, liderin düşüncesi ve hattâ yaptıkları ikinci planda kalıyor.
 
 
Lider aşkı
 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan'a oy verenler, kendisinin “lider özelliklerinden dolayı” ona oy vermişler. Erdoğan'ın seçmenlerinin, yüzde 41.3'nün destek nedeni, açık ara ile bu. Erdoğan'ı, “başarılı olduğunu” düşündüğü için destekleyenlerin oranı ise, seçmenlerinin sadece yüzde 8'lik kısmı.
 
Bu oranlar, Erdoğan'ı “Erdoğan olduğu için” destekleyenlerin seçmenleri arasındaki en ağırlıklı kesim olduğunun kanıtı. İkinci sırada gelen destek sebebi ise, yüzde 15'lik seçmenine göre, “istikrar.”
 
Erdoğan'ı “görüşlerine yakın bulduğu için” destekleyenler, yüzde 4,1 ve “dini özgürlükler” için destekleyenler ise, sadece yüzde 2 oranında. Keza, Erdoğan'ı “dik duruşlu dünya lideri” olarak niteledikleri için ona oy verenler ise, yüzde 1,9'luk bir kesim.
 
Demek ki, Erdoğan'a seçmen desteği kazandıran başlıca sebep, ideolojisi-politik düşünceleri ve rotası değil; liderlik tarzı, çizdiği liderlik figürü.
 
Bu anlamda, Erdoğan'ın 24 Haziran'a giderken, zaten bir “başkanlık sistemi psikolojisi” yarattığını söyleyebiliriz. En yakın rakibi Muharrem İnce'ye oy verenlerden, yüzde 41,3'ünün de birebir olarak Erdoğan'ı destekleyenlerle aynı şekilde, “liderlik özelliklerinden dolayı” İnce'yi tercih ettiklerini söylediklerini de vurgulayalım.
 
Çok ironik bir veri bu: noktası virgülüne aynı orandan bahsediyoruz. Erdoğan'ın destekçileri içinde ağırlıklı kesimin “lider özellikleri” beğenisini vurgulaması gibi, İnce'nin destekçilerinin de, tam da aynı oranda, aynı vurguyu yapması oldukça enteresan. Demek ki, 24 Haziran seçimlerine giderken, çoktan “lider odaklı”, diğer bir deyişle “başkanlık sistemine ayarlı” bir psikolojiye girmişiz bile…
 
Başka bir ironik nokta da şu: Metropoll verilerine göre, Erdoğan'a destek verenlerden yüzde 15'inin, “istikrar” için verdiğini söylemiştik. İnce'ye destek verenlerden yüzde 14,8'i ise, “yönetimde değişiklik olması” için vermişler.
 
Bir yandan “liderlik tarzını beğeni” seçmen davranışını belirleyen birinci sebep olurken; diğer yandan da, “Tamam mı”, “Devam mı” soruları da gerçekten belirleyici olmuş.
 
Ekonomi yönetiminde başarı veya başarısızlık, ekonomi odaklı bir değişim beklentisi; hattâ “daha iyi bir gelecek hedefi,” seçmen tercihlerinde etkili olmamış. Ne Erdoğan ne de İnce'nin seçmenini, “ideolojik tercihler” de etkilememiş: belirleyici etken, “lideri takip” olmuş.
 
Özellikle diğer Cumhurbaşkanı adaylarına yönelik “tercih kriterlerine” göz atınca, “lideri sevip-sevmemenin”; daha doğrusu “lideri lider olarak görüp görmenin”, yani “lideri takip” konusunun seçmen için ne kadar önemli hale geldiği daha iyi anlaşılıyor.
 
 
“Halkın arasından” olmak önemli mi?
 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en fazla oy alan üçüncü aday olan Selahattin Demirtaş da, yüzde 40,5 oranında “lider özelliklerinden ötürü” desteklenmiş. Diğer Cumhurbaşkanı adaylarından farklı olarak da, Demirtaş'ı destekleyenlerin önemli bir kısmı “kendilerine yakın buldukları için” ona oy vermiş. Yani, Demirtaş'a oy verenlerin onu desteklemesinin ikinci büyük nedeni, yüzde 25'lik bir oranla “yakınlık” duygusu. Tekrar vurgularsak, diğer hiçbir adayın destekçileri, “yakınlık duyma” hissine vurgu yapmamış.
 
Diğer adaylardan farklı olarak, Demirtaş'ın “mağduriyeti”; yani hapiste olması da, bir destek nedenine dönüşmüşe benziyor. Ona oy verenlerin yaklaşık yüzde 11'i, “haksızlığa uğramasını/hapiste olmasını” sebep göstermiş. Yüzde 3,3'lük bir kesim de, etnik kimliklerini yani “Kürt olmalarını,” Demirtaş'a oy verme sebepleri olarak adlandırmış. Demirtaş'ın seçmenleri arasında, “huzur ve barış” ve “özgürlük ve adalet” arayışları da dikkat çekiyor.
 
Diğer adaylardan sadece İnce'nin destekçileri, benzer bir “adalet ve hukuk” ve “daha iyi bir gelecek” vurgusunda bulunmuşlar. Yine de, tüm seçmenlerin geneline bakıldığında, bu tür “pozitif beklentilerinden ötürü” bir adaya destek verenlerin toplamdaki seçmenin yüzde 10-15'ini zor bulduğunu söyleyebiliriz. Daha önce de belirttiğim gibi, Cumhurbaşkanı adaylarından temel beklenti, “toplum için fonksiyonel hedeflere ulaşmakta aracı olmalarından” ziyade, “liderlik vasıfları” sergilemeleri.
 
Dahası, “halk arasından” olma imajının fazla bir önem taşımadığını görüyoruz: Demirtaş'ın seçmenleri dışında, “lideri kendine yakın bulma” gibi bir özelliğe vurgu yapan seçmen kesimi yok.
 
 
“Kadın lidere” hazır mıyız?
 
Gelelim en çok dördüncü oy alan lider Meral Akşener'e: onun da destekçilerinin başlıca destek sebebi, gene “liderlik özellikleri.” Akşener seçmenlerinin yaklaşık yüzde 31, liderlik özelliklerini beğendikleri için ona destek vermiş. Akşener'in “kadın olması” ise, yüzde 25'lik seçmeninin onu tercih etmesinin başlıca nedeni. Diğer liderlerle karşılaştırdığımız zaman, Akşener'in kadın olması, hem seçmenleri için bir tercih sebebi; hem de, bir yandan da, “kadın lider” figürlerinin erkeklere göre geri planda kaldığı da düşündüren de bir durum var. Bir kere, Akşener'in oy oranının toplamda yüzde 7,29 ile, dördüncü sırada kalması başlı başına düşündürücü. Ama bunun ötesinde de, Akşener'i destekleyenler arasında kadın seçmenlerin daha ağırlıklı olduğu gözleniyor. Erkek seçmenlerin Akşener'e yönelmekte tereddüt ettiğini de öne sürebiliriz.
 
Özellikle, “milliyetçi”-“muhafazakâr” görüşlerdeki “erkek” seçmenlerin ağırlıklı olarak Erdoğan'a yöneldiğini düşünürsek, “kadın lidere” yönelik bu kesimlerde bir “tereddüt” gözlendiği de düşünülebilir.
 
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan'ın seçmenleri, yüzde 57'si erkeklerden oluşuyor; böylece de, Erdoğan destekçileri arasında ilk kez erkekler bu kadar ön plana çıkıyor. Toplamda, kendini “muhafazakâr-dindar” olarak tanımlayanlardan yaklaşık yüzde 87'si ve “milliyetçi” olarak tanımlayanlardan yüzde 70'inin, Erdoğan'ı desteklediğini belirtmiştik. “Erkek” kimliği de bu hesaba katarsak, ortaya “muhafazakâr-milliyetçi-erkek” kutsal üçlemesi gibi bir profil çıkıyor.
 
İşin enteresan kısmı, kendini “Kürt milliyetçisi” olarak tanımlayanların yaklaşık yüzde 19'unun da, Erdoğan'a oy vermiş olması. Dolayısıyla, “muhafazakâr-erkek” profilinin, Erdoğan'ı Cumhurbaşkanı seçimlerinde destekleyenlerin “asıl şekillendirici profili” olduğunu söylemek yanlış olmaz.
 
 
İşin düşündürücü kısmı
 
Bana kalırsa, tüm bu seçmen yönelimlerinde ortaya çıkan düşündürücü durum, mezhepler üzerinden yaşanan ayırımlar ve dağılımlar. Alevi ve Sünni seçmen gruplarının, büyük bloklaşmalar yaratacak şekilde ayrışması, partiler üzerinden zaten yaşanan bir “Türkiye gerçeği” idi. Şimdi bu ayrışmanın, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi,” yani başkanlık sistemi döneminde “liderler” üzerinden yaşanması, Türkiye politikası için yeni bir durum.
 
Kendini “Sünni Müslüman” ve “Türk” olarak tanımlayanların yaklaşık yüzde 60'arlık kesimlerinin Erdoğan'ı desteklemesi; Aleviler ve kendini öncelikli olarak etnik “Türk” kimliği ile tanımlamayan kesimlerin de çok net biçimde “Erdoğan dışındaki seçeneklere” yönelme arayışı, klasik bir “Ortadoğu bunalımı” olan mezhepler arası gerilimlerin artmasına ve yepyeni biçimlerde kendini üretmesine neden olabilir. Siyasetin, başkanlık sistemi sürecinde aşması gereken temel problemlerden biri, bu tarz “mezhepsel” kutuplaşma hâli olmalı.
 
Son bir not olarak; ilginç bir nokta… Türkiye'de “ideolojik çizgisinden” ötürü oy verilen tek lider var: Doğu Perinçek. Bir tek, Perinçek'in çok kısıtlı sayıdaki destekçileri, yüzde 90'ı aşan oranda “ideolojisini beğenmelerini” oy verme sebepleri olarak gösteriyor.
 
Öte yandan, Temel Karamollaoğlu'nun destekçileri ise, yüzde 90'ını aşan oranda, “güvenilir buldukları” için ona destek verdiklerini söylüyorlar. “Liderlik rüzgârından” ziyade düşünceleri, yaptıkları ve söyledikleri üzerinden değerlendirilen yegâne liderlerin Perinçek ve Karamollaoğlu olması da başka bir ironi, tabii.