24 Haziran’da “7 Haziran” mı, “3 Kasım” mı?
AKP’nin iktidar olarak “tez”, CHP’nin de ana muhalefet olarak “antitez” rollerinde oldukları “altın dengenin” kırılması mümkün…
23.05.2018
Dünya genelinde, "merkez siyasetin" kriz yaşadığı bir dönemdeyiz. Bu krizi, merkez partilerin yerini yeni kurulan politik hareketlerin ve "geleneksel" siyasî kurumların dışından gelenlerin alması olarak da tanımlayabiliriz.
Fransa'da, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un "En Marche" (Yürüyüş) hareketinin 2016'da kurulduktan sonra bir yıl içinde aniden ve İtalya'da da "Cinque Stelle" (Beş Yıldız) hareketinin 2009'dan bu yana yıllara yayılan kademeli biçimde tüm mevcut partileri kenara iterek iktidara oturan çıkışları söz konusu oldu.
Avrupa ötesinde, siyaseten dünyada "en istikrar paketi" sayılabilecek ülkelerden olarak gösterebileceğimiz Almanya'da, Eylül 2017'deki genel seçimlerde, seçmenlerin toplamda yaklaşık yüzde 43'ü, statükoya meydan okuyan ve "merkez dışı" partilere oy verdi.
Avusturya'da, Mart 2018 seçimlerinde henüz üniversitede lisans eğitimini bile bitirmeyen Sebastian Kurz, gençlik kollarından geldiği sağ muhafazakâr Avusturya Halk Partisi'ni, geleneksel çizgisinden koparıp tanınmaz haâle getirerek, "dünyanın en genç ülke lideri" oluverdi.
İki partili dengelere dayanan ve "merkezin çökmesinin" siyasetin çökmesi anlamına geleceği ABD'de bile, derin bir "merkez krizi" yaşanıyor. ABD'nin hak ve özgürlükler tarihinde kilit rolü olan, kölelik karşıtı Abraham Lincoln'ın ilk lideri olduğu Cumhuriyetçi Parti'nin bugünkü başkanı Donald Trump.
24 Haziran seçimlerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri kısmı da, Türkiye'de, "merkezî bir şok" yaşanacak oylama olabilir.
Bu yazıda, Türkiye'de "merkezin" 24 Haziran'daki şekillenmesine yönelik öngördüğüm iki muhtemel senaryodan ilkini dile getireceğim.
Birinci senaryo, 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri'nde yaşandığı üzere, "statüko bozucu" bir oy dengesinin ortaya çıkması ihtimaline dayalı. Ve hatta, bundan ötesinde, 3 Kasım 2002 seçimleri gibi bir "iktidar değişimi" tablosu yaşanması mümkün olabilir mi-bunu da bir sürpriz olarak yaşamak imkân dahilinde. Tabii, önce ortaya bir "7 Haziran" çıkması lazım ki, bir 3 Kasım 2002 yaşansın. İkinci senaryo ise, 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri gibi, "statükoyu koruyucu" bir Meclis denklemi ihtimaline işaret ediyor.
Meclis senaryolarından ikincisi ve "başkanlığa" yönelik senaryoları ise, başka yazılara bırakıyorum.
Birinci senaryo: Farklı biçimde yeniden "7 Haziran"
Yaklaşan genel seçimlerin, Türkiye'de merkezde yaratacağı birinci olası senaryodaki üç kilit gelişme şöyle olabilir:
–Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, Milliyetçi Hareket Partisi ile ittifakının yarattığı "ters sinerji" ve bozulan ekonomik dengeler nedeniyle beklenenin altında oy alması: Bu da, şimdi gözüken yüzde 46-47'lük oranın, yüzde 45 veya altına inmesi durumunda söz konusu olur.
–Cumhuriyet Halk Partisi'nin yüzde 20 ile yüzde 17 bandında değişebilecek bir oy oranıyla, tek başına "ana muhalefet partisi" olma otoritesini kaybetmesi veya ana muhalefet olmaktan tamamen çıkması.
–İYİ Parti ve Halkların Demokratik Partisi'nin beklenen üzerinde, kendi skalalarında üst sınırı zorlayacak seviyede oy almaları; Saadet Partisi'nin de, muhafazakâr kesimde "özgül ağırlık" olduğunu tescil edecek düzeyde "sembol" bir oy kazanımı gerçekleştirmesi.
Ben, "üst sınır rekorlarını" kırmanın İYİ Parti için yüzde 15-18 oranına ulaşmak ve HDP için de yüzde 12'yi aşmak olacağını düşünüyorum. Ki, HDP'nin 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri'ndeki oy oranının, yüzde 13,12 olduğu düşünülürse, "sandıklardan çok içindekilerin taşınmaması durumunda" yüzde 13-14 aralığı da söz konusu olabilir. Saadet Partisi ise, yüzde 3-4'e çıkarsa, "Cumhur İttifakı"ndan "can yakıcı" düzeyde oy almış demektir.
Bu da şu manzaranın ortaya çıkması demektir: 3 Kasım 2002 genel seçimleri ertesi oluşan ve ana ayaklarını iktidar partisi olarak Adalet ve Kalkınma Partisi ile ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi "zıt kutuplar" aksının kırılması.
Diğer bir deyişle, birinci senaryoya göre, 24 Haziran 2018 seçimleri, AKP'nin iktidar olarak "tez", CHP'nin de ana muhalefet olarak "antitez" rollerinde oldukları (iktidar açısından) "altın dengenin" kırılmasına yol açabilir.
Bahsettiğim "altın dengede", ana muhalefetin oy oranı, CHP'nin 2002'de Deniz Baykal genel başkanken aldığı yüzde 19,39'dan başladı. O zamandan bu yana da, CHP'nin maksimum olarak Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığı devraldığı ilk dönemde, 2011 Genel Seçimleri'nde aldığı yüzde 25,98'ye ulaşan bir orana ulaştı. Dolayısıyla, ana muhalefet olarak CHP'nin oy bandı, yüzde 19 ilâ 25 arası değişiyor diyebiliriz. Seçim kavşağına girerken de CHP'nin oy oranı, benim güvendiğim araştırmalara göre, yüzde 19-21 arası inip çıkıyor. Ancak, CHP'nin yüzde 19'un altına düşmesi de, özellikle İYİ Parti'nin ve HDP'nin performansına göre, olasılıklar dâhilinde.
İYİ Parti ve HDP makasındaki CHP
Milletvekili listelerinin CHP tabanında oluşurduğu huzursuzluk malum. Bu huzursuzluğun temel sebebi, CHP tabanı ve seçmenlerinin, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana, yüzde 25'lik "çantada keklik" bir kitle olarak görülmesi ve partinin iç sorunlarının, farklı görüşlerin "uzlaşması" yoluyla bir türlü aşılamaması. CHP'de sorunlar, net biçimde çözülmeyip sürekli halının altına süpürülünce de, "erken seçimlere gidilmesi" gibi beklenmedik durumlar ortaya çıkınca en beter biçimde nüksediyorlar.
Muharrem İnce'nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı, parti tabanında heyecan yaratmış ve ağırlıklı biçimde İYİ Parti'ye yönelen yüzde 5-6'lık "kayıp" CHP seçmeninden yaklaşık yüzde 2'sinin "eve dönmesi" söz konusu olmuş gibi gözüküyordu.
Listelerde, İnce'ye yakın isimlere yer verilmemesi, İnce'nin listelerin ortaya çıktığı gece "sesinin kısılması", ertesi günkü miting iptalleri ve sonradan mitinglerin gene de gerçekleşmesi gibi "iniş çıkışlar", seçmeni etkiler mi? Evet; özellikle de, bu tarz yalpalamalar devam eder ve İnce ve ekibinin, CHP'den uzaklaştırılması için aday yapıldığı kanaati pekişirse, CHP tabanından çıkış ve özellikle de İYİ Parti'ye yöneliş "kalıcılaşarak" devam eder.
Her halükârda, CHP'nin bu seçimlerde, kendi kuyusunu kazar biçimde, şimdiye kadar ortaya koyduğu tabloda, İnce'nin bir "çifte yarışta" olması izlenimi doğmuş bulunuyor: hem Cumhurbaşkanlığı adaylığı yarışı, hem de CHP'de iktidar yarışı.
Öte yandan, "seçilebilecek yerden aday gösterilen kadın sayısı", "sahada aktif sol tandanslı aday" gibi konularda ince eleyip sıkı dokuyan sol-sosyal demokrat görüşteki CHP seçmeni de, üç sebeple HDP'ye yönebilir:
–HDP'nin, tıpkı 7 Haziran 2015 seçimlerinde olduğu gibi baraj sorunu yaşaması ve barajı geçememesinin parlamento denklemini, iktidar lehine sarsıcı biçimde etkileyecek olması.
–HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş'ın hapisten kampanya yürütmesinin yarattığı "adaletsizlik tepkisi."
–CHP'nin erkek çoğunluklu ve CHP politbürosuna yakın "siyaset memuru" ağırlıklı listesine karşılık; HDP'nin "heyecan yaratan popüler aktivistlerin" yanı sıra, özellikle bölgesel olarak eski baro başkanları, Tabipler Birliği üyeleri, insan hakları aktivistleri gibi kimliklerin yer aldığı "çok renkli" bir liste ile seçmen karşısına çıkması. Diğer bir deyişle, CHP'deki bir avuç aday dışında, sol kulvarın tamamen HDP'ye kalması/bırakılması.
Millet İttifakı iktidar olabilir mi?
Birinci senaryo, statükonun "7 Haziran yönlü" bozulması dedik.
7 Haziran Genel Seçimleri'nin sürprizi, HDP'nin parlamentoya parti olarak girişiyle, 2007'den beri süren "geleneksel üç partili Meclis" statükosunu bozması idi.
Şimdi ise, statükoyu bozabilecek olan, CHP-İYİ Parti-Saadet Partisi-Demokrat Parti'nin oluşturduğu "Millet İttifakı"nın tek başına iktidar olması ihtimali gibi gözükmüyor.
Millet İttifakı, 5 Mayıs 2018'de resmen kurulduğu için, sahadaki etkisini ölçebilmek, ancak bugünlerde sahaya inmiş ve yeni hesaplanan anketlerle mümkün olabiliyor. Bu ittifakın oy oranı, şimdiki verilere göre, yüzde 34-37 arası değişebilir gibi gözüküyor. Bu demektir ki, "AKP'siz hükümet" için, HDP'nin Meclis'e girmesi ve Millet İttifakı+HDP ortaklığı kurulması gerekiyor.
Bana kalırsa, statükoyu asıl bozan ise, İYİ Parti ve (barajı aştığı takdirde) HDP arasındaki etkileşim olacak. Eğer, HDP ve İYİ Parti arasında, 7 Haziran 2015 seçimleri ertesi HDP ile MHP arasında oluşana benzer bir "zıt kutuplar elektriği" oluşursa veya oluşturulursa, bunu muhakkak kendi lehine yontmaya çalışanlar çıkacaktır. Tıpkı, 7 Haziran ile 3 Kasım arası geçen yaklaşık 5 aylık süreçte olduğu gibi…
"Merkez bozma potansiyeli taşıyan" bu iki parti, zıt kutuplar hâline getirilmemeye ne kadar hazır? İronik olarak "Yeni Türkiye" denilip durulan son beş-altı yıl içinde doğup da, yegâne Meclis'te yer alma potansiyeli olan iki parti de bu iki hareket. Yani, "Yeni Türkiye'yi" oluşturmak için sistem dengeleriyle oynanıp duran yıllarda doğmuş olarak gerçekten "yeni siyasî oluşum" olarak ortaya çıkanlar sadece bu iki hareket.
Tüm bu olası yeni dengelere, Millet İttifakı'nın somutlaşmasından sadece beş gün sonra ufukta beliriverip yasalaşan "Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Çeşitli Kanun ve KHK'lerde Değişiklik Yapılması Konusunda Yetki Kanunu"nu da ekleyelim. Bu yeni hukukî düzenlemeye göre, Meclis çoğunluğu hangi parti(ler)de olursa olsun, Cumhurbaşkanı'nın atadığı bakanlar, KHK çıkarabilecek.
Görüldüğü gibi, 24 Haziran'ın bilinmeyenlerinden biri de, oylama sonucu nasıl çıkarsa çıksın; Cumhurbaşkanı'nın kim olacağı, birinci turda seçilip seçilmeyeceği ve tüm bunların "asıl hükümet denklemini" nasıl biçimlendireceği.
Seçmenin nabzının da haftadan haftaya, tüm sonucu değiştirebilecek ciddi oynamalar gösterdiğini; bir hafta "7 Haziran" ibresini gösteren kamuoyu araştırmalarının, sonraki hafta "1 Kasım"a işaret ettiğini de ifade edeyim.