25 Kasım: “Kelebekler” sayesinde

Türkiye’deki hak ve özgürlükler giderek daralırken “Kelebeklerimizin” inatçı iyimserliğine her zamankinden çok ihtiyacımız var.

SEZİN ÖNEY

25.11.2022

Bir kez daha, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü…
 
Türkiye’de kadınlar, bugün bir kez daha kendilerini tehdit eden şiddet olaylarına karşı tepki vermek için sokakta olacak.
 
Anıt Sayaç’ın verilerine göre, Türkiye’de 2022’de şimdiye kadar yaklaşık 350 kadın şiddet kurbanı olarak can verdi. 2021’de öldürülen 425 kadının izini sürebilmişti Anıt Sayaç. Muhakkak ki, kayda geçirilemeyen şiddet kaynaklı kadın ölümleri de var. Ve 2022’yi de, büyük ihtimalle 2021 ve 2020’nin 400’lü can kayıplarını görerek kapatacağız.
 
25 Kasım’ın dünya genelinde kadınlara yönelik şiddetin gündeme getirildiği bir gün olmasının ardında malum, Dominikli kız kardeşler Mirabal’ların bedelini hayatlarıyla ödedikleri mücadele var.
 
Mirabal kızkardeşler; Patria, Belgica Adela, Minerva ve María Teresa, 1920’lerde Dominik Cumhuriyeti’nde doğdular. Üst sınıf mensubu, toprak sahibi, muhafazakar bir ailenin çocukları olan Mirabal kızkardeşlerin, çok “devrimci” bir ortamda büyüdükleri söylenemez. Ancak, ülkelerinde “Generalissimo” Rafael Trujillo’nun dikta yönetimi, onları çok farklı bir yola sürükledi.
 
Kızkardeşlerden siyasetle ilk ilgilenmeye başlayan Minerva oldu; hukuk okudu ve Trujillo rejimini devirmek için “14 Haziran” adlı bir hareket kurdu. Minerva ve diğer Mirabal kızkardeşler, ülkelerinde hak mücadeleleriyle “Kelebekler” (Les Mariposas) adıyla tanınmaya başladılar.
 
25 Kasım 1960’taysa, kızkardeşlerden üçü; Patria, Minerva ve María Teresa, hapishanedeki eşlerini ziyaretten dönerken, şehirdışı bir yolda Trujillo’nun gizli polisi tarafından durduruldular. Trujillo’nun sağ kolu Victor Alicinio Pena Rivera da, gizli polise eşlik ediyordu. Ve üç kızkardeş ile şoförlerini, ayrı ayrı şeker kamışı tarlalarına götüren Trujillo’nun adamları, onları önce döverek ağır yaraladı ve sonra da boğdu. Ardından da, cesetlerini arabalarına geri taşıdı ve arabayı, “kaza süsü” vermek için uçurumdan aşağıya yuvarladı.
 
Mirabal kardeşlerin üçünün kurban gittiği cinayet, Dominik Cumhuriyeti halkı genelinde Trujillo’ya olan öfkeyi daha da arttırdı. Katledilmelerinden bir yıl sonra Trujillo’nun kendisi de, muhalifler tarafından öldürüldü.
 
1999’da da Birleşmiş Milletler, üç kızkardeşin öldürüldüğü günü, dünya genelinde kadınlara yönelik şiddeti sonlandırmayı amaçlayan gün ilan etti.
 
“Kelebeklerin” ailesinden, Minerva Josefina Tavárez Mirabal (Minou Mirabal), bugünlerde Türkiye’deki 25 Kasım etkinliklerine katılmak için İstanbul, İzmir ve Ankara’yı ziyaret ediyordu. Annesiyle adaş olan Minerva “Minou”, Türkiye’deki “Kelebekler” ile; kadın hakları için mücadele veren akivistlerle buluştu.
 
Dominik Cumhuriyeti Büyükelçiliği ile birlikte Uçan Süpürge Vakfı’nın sekretaryasını yürüttüğü bir organizasyon ile Türkiye’ye gelen Minou’nun buluştuğu kadın hakları kuruluşları arasında EŞİK de vardı. Eşitlik Kadın Platformu, EŞİK, özellikle Meclis’te kadınları ilgilendiren yasa tasarılarını ve yasamanın hukuki düzenlemelere yönelik çalışmalarını yakından takip ediyor.
 
Duayen kadın hakları aktivisti ve EŞİK üyesi Berrin Sönmez, Gazete Duvar’daki “Kelebeklerin Mirası: İnatçı İyimserlik ve Politik Mücadele” başlıklı yazısında şöyle diyordu:
“25 Kasım ve 8 Mart’a hapsetme eğilimini kararlılıkla sürdürür ama kadınlar boş duracak değil ya bu iki günü haftalara bile sığdıramaz aylara yayarız. Yani Ekim başından Nisan sonuna kadar, toplumun yarısı olan kadınlar, yılın yarısını kadın eşit yurttaşlık hakkı için toplumsal ve siyasal bilinci yükseltme aktiviteleri sergiler. Tabii ki bu çalışma erkek siyasetinde ve ucube sistemde görüldüğü gibi akşam yatıp sabaha çıkarılan “ben yaptım oldu” yasalarına benzemez. Siyasetin gidişatı ve gündemi yıl boyu izlenir. Toplumsal ihtiyaçlar ve sorunlar tespit edilir. Kadınların sorunları ve ülkede toplumsal cinsiyet eşitliğinin yerleştirilmesi için gereken adımlar sıralanır. Ve siyasetin, toplumun içinde bulunduğu şartlara göre bir mücadele stratejisi belirlenir. Ki bu aşamaya uzun tartışmalardan sonra ortaklaşılarak varılır. Ve ardından stratejiye uygun politika üretilir. Sonra söz kurulur. Eylemlerde açılan pankartların, taşınan döviz ve lolipopların basının, toplumun ilgi odağı olması tesadüfi değil yani. Her sözün arkasında ortak akıl ve kolektif emek var. Kadın hareketlerinde örgütler bu hummalı aktiviteyi bazen kendi içlerinde yürütür bazen diğer örgütlerle dayanışma halinde platformlarda, hep birlikte ilmek ilmek örer. Demem o ki feminist aktivizm rastgele sokaklara, alanlara çıkmak sanılmasın. O sokaklar doldurulurken bilinsin isterim o kalabalığın arka planı yoğun düşünsel ve bedensel emek yüklü.”
 
Gerçekten de öyle… Kadın aktivistler, bu gibi günler için tüm bir yıl çalışıyorlar. Türkiye’deki hak ve özgürlükler ortamı giderek daralır, kadına yönelik şiddetle mücadele için elde edilen kazanımlar yitirilirken “Kelebeklerimizin”, inatçı iyimserliğine ve örgütlü mücadelesine her zamankinden çok ihtiyacımız var.
 
Minou Mirabal, Türkiye ziyaretine yönelik olarak şöyle diyordu:
“İştirak ettiğim her etkinlikte, herkes şunu söyledi: ‘Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilemez. Bu kabul edilemez. Gözlerinizde hep bunu gördüm, hep bunu duydum. Bunu destekliyorum.”
 
Gelecek sene bu zamanlar belki, İstanbul Sözleşmesi’ne dönmüş olacak Türkiye… Veya bir gün mutlaka…
 
Bu da, “Kelebeklerimiz” sayesinde olacak.