“51-49” bölünmüş bir ülkede Meclis baskını

Makedonya’da yüzleri maskeli “hassas vatandaşların” parlamentoyu basması gerçekten de bir tür “sivil darbe”

SEZİN ÖNEY

30.04.2017

Perşembe gecesi Makedonya, Twitter’da birden gündem olunca şaşırdım. Evet, Makedonya politikası kendi içinde hep bir karmaşa yaşıyor; ama, bu durumların, Türkiye’nin hâllerinde olduğu gibi, dünya gündemine oturması pek söz konusu değil…

Ancak, o gece, Makedonya’da bir “darbe” olduğu bile söyleniyordu!

Makedonya’da ne olmuştu?

Öncelikle, Meclis’e yeni bir sözcü seçilmişti. Normalde, bir ülkede, Meclis’e sözcü seçilmesi; yani, Türkiye’deki muadili ile Meclis Başkanı’nın seçilmesi büyük bir olay olmaz. Olmamalı da zaten… Müzakere yoluyla, herkesin üzerinde üç aşağı beş yukarı anlaşacağı bir aday veya idealinde adaylar bulunur, oylama yapılır, seçilen seçilir, konu kapanır.

Ancak, Makedonya (ve Türkiye) gibi kutuplaşmanın yoğun biçimde yaşandığı, siyasetinde sürekli bir buhran olan ülkelerde, siyasetin özü olan müzakere sizlere ömür olduğundan ötürü, sürekli bir kavga dövüş ve şiddetin yaşanması “ülke normali” haline geliyor.

27 Nisan 2017’de, Makedonya’nın başkenti Üsküp’teki parlamentonun “duyarlı vatandaşlarca” basılmasına sebep de, Meclis sözcüsü olarak Talat Xhaferi’nin seçilmesiydi. Xhaferi’nin “günahı” Arnavut olmak…

Yaklaşık yüzde 65’i Makedon ve Ortodoks Hıristiyan olan ülkede, yaklaşık yüzde 25’lik Arnavut “azınlıktan” bir ismi, Meclis Başkanlığına seçmek mi?
Hâşâ…

Arnavut Meclis Başkanı seçmenin bedeli, aralarında iktidar ve muhalefet liderleri, milletvekilleri de olan 100 kadar kişinin yaralanması, kan revan içinde kalması oldu. Polisin de müdahale etmediği bu tuhaf baskını, “darbe” olarak niteleyenler de var. Haksız da değiller: Yüzleri maskeli “hassas vatandaşların” parlamentoyu basması ve milletvekillerine saldırması, gerçekten de bir tür “sivil darbe”.

Arnavut azınlığın partisi Partia Demokratike Shqiptare (DPA-Arnavutların Demokratik Partisi) ile beraber onlarla ortaklaşa iktidara gelen, eskinin ana muhalefet partisi Socijaldemokratski sojuz na Makedonija’nın (SDSM-Makedonya’nın Sosyal Demokrat Birliği) hedef alındığı bu “darbenin” özünde, “siyasi gücün el değiştirmesinin” getirdiği sarsıntı yatıyor.

Adım adım bölünen bir ülke

Biraz geriye gidelim ve Makedonya’ya neden ve nasıl bir “sivil darbe” yaşatılmaya çalışılmış bu saldırıyla izini sürelim…

Makedonya, malum, Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra ortaya çıkan yaklaşık 2 milyon nüfuslu bir ülke.

Ülkeye damgasını vuran başlıca siyasi hareket, milliyetçi-muhafazakâr Vnatrešna makedonska revolucionerna organizacija – Demokratska partija za makedonsko nacionalno edinstvo (VMRO-DMPNE-İç Makedon Devrimci Örgütü- Makedonya'nın Ulusal Birliği Demokratik Partisi).

Bu siyasi parti, muhafazakâr ideolojik çekirdeğine rağmen, Avrupa ile entegrasyon ve dış ekonomik bağlantıları geliştirmek gibi konulara ön plana alan bir tavır benimsemişti. Ve VMRO-DMPNE, milliyetçi ideolojik çizgisine rağmen, (bir dönem) en büyük Arnavut partisi olan Bashkimi Demokratik për Integrim (DUI-Entegrasyon için Demokrat Birlik) ile 1992’den itibaren çeşitli kereler koalisyonlar kurmuş ve politik dayanışma içinde olmuştu.

Ancak, 2000’lerin başında, Arnavut kimliğine daha fazla vurgu yapan DPA, güçlenmeye ve DUI’nin önüne geçmeye başladı… Gene aynı dönemde, eş zamanlı olarak, VMRO-DMPNE de daha milliyetçi ve muhafazakâr eğilimler gösterir oldu. Buna karşılık, 2006’da VMRO-DMPNE ile Arnavut kimliğini ön plana çıkaran DPA, koalisyon ortaklığına giriştiler. Ne var ki, perşembe gecesi parlamentoda olan bitenden anlaşılacağı gibi, bu beraberlik kötü bitti…
2008’deki seçimlerde VMRO-DMPNE, tek başına iktidara gelebilecek kadar oy kazandı ama, özellikle Arnavut nüfusun yoğun olduğu yerlerde, iktidarın adının karıştığı seçim hileleri gündeme geldi.

Seçim hileleri, yolsuzluk iddiaları… Tüm bunlara rağmen VMRO-DMPNE, Makedonların, “Büyük İskender’e” dayanan köklerine, “Ortodoks-Bizanslı-Slavik” mirasına vurgu yapan popülist bir ton benimseyip tabanını coşturarak üst üste iktidara gelebildi.

Türkiye’deki “Yeni Osmanlıcılık/Neo-Ottomanizm” gibi, Makedonya’da tarihin günümüz politikasında güç kazanmak için kullanıldığı siyasi akıma, “Antikvizacija” (Antikizasyon) adı veriliyor. Son yıllardaki popülizminde VMRO-DMPNE, kamu binalarının inşasından siyasi tüm söylemlerine ve elbette tüm dış politikasına kadar, hep “Antikizasyon” ideolojisini “pusula” olarak kullandı.

Antikizasyon, partiye iktidarın kapıları sonuna kadar açtı fakat; bu söylemin dozu arttıkça ülkede kutuplaşma da arttı, toplumsal dengeler de bozuldu. Diğer bir deyişle; Antikizasyon, ülkeyi tam “antika” hâle dönüştürdü ve pusulasını da iyice şaşırttı.

Son yıllarda, DMPNE’nin “karizmatik lideri” Nikola Gruevski, “Makedonya’nın tarihî görkemine kavuşacağını” iddia ederek pahalı projelere imzasını atarken, ülkedeki yolsuzluk iddiaları da tavan yaptı.

Söz hakkı kalmayanlar sokağa döküldü

2015’e gelindiğinde, yaklaşık sekiz yıllık kesintisiz bir VMRO-DMPNE iktidarı söz konusuydu ve parti, siyasi gücünü kimseyle paylaşmaya da yanaşmıyordu. İşte o yıl, hükümet karşıtı gösteriler patlak verdi…

Gruevski ve VMRO-DMPNE, gösterilerin arkasında “provokatör” olarak ana muhalefet lideri Zoran Zaev’in yer aldığını öne sürdü. Zaev, “dış istihbarat örgütleri ile işbirliği yaparak hükümeti devirmeye çalışmak” ve “darbecilikle” suçlandı. Zaev de, buna karşılık olarak, başbakan Gurevski’nin 20 bin Makedonya kamu görevlisini dinlettiğini ve 2011’de bir gencin polis tarafından öldürülmesini de örtbas ettiğini  iddia etti.

Gösteriler büyüdükçe, hükümet sallanmaya başladı; bazı kabine üyeleri istifa etti. Buna karşılık, Gruevski, “Kendisinin asla istifa etmeyeceğini, şahsına yönelik saldırılara karşı dik duracağını” söyledi. Mayıs’ta başlayan gösteriler sürerken, Haziran 2015’te araya Avrupa Birliği girdi. AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komisyoneri Johannes Hahn, tarafları bir araya getirdi ve “Pržino Anlaşması”na varıldı. Bu anlaşmaya göre, Gurevski istifa etmeyi kabul edecek ve 2016’da seçimlere gidene kadar “siyasi gücü paylaşan” bir kabine oluşturulacaktı. Ayrıca, Zaev’in ortaya attığı “telekulak skandalı” da soruşturulacaktı.
Arada birçok siyasi kriz ve drama yaşandıktan sonra, Aralık 2016’da seçimlere gidildi ve Zaev’in partisi SDSM, yaklaşık yüzde 38’lik bir oy oranı ile ikinci parti oldu. VMRO-DMPNE ise, yüzde 39 oy aldı. Bu oranlar, SDSM’ye 49 sandalye kazandırırken, VMRO-DMPNE’ye 51 milletvekilliği veriyordu. Böylece, ülke politikasında “51’e 49” bir bölünmüşlük manzarası ortaya çıktı. SDSM, Arnavutların Meclis’e giren partilerini yanına birlik halinde almayı başardı ve VMRO-DMPNE’yi iktidar çemberinin dışında yalnız bıraktı…

Tam bu noktada araya, krizin parlamentoda partilerin kendi arasında çözümünü imkânsızlaştıran biçimde, Makedonya Cumhurbaşkanı Gjorge Ivanov girdi. Ivanov, Gruevski’nin başbakanlığı döneminde, VMRO-DMPNE’nin çıkarlarını temsilen işbaşı yapmış biri…

Şimdi de Ivanov, aynen bu role devam ediyor; “Arnavut partilerinin, yeni kurulan koalisyonda fazla ağırlıklı biçimde temsil edildiğini; bu durumun dış mihrakların oyunu olduğunu ve milli çıkarların zedelendiğini” öne sürüyor.  Güvenlik güçleri de tüm bu siyasi çekişmenin tarafı oluyor; zira, Perşembe gecesi krizinde, Meclis basıldığında, milletvekillerini korumayıp, resmen ortadan kayboldular.

Makedonya’da olan biten hem Türkiye’ye benziyor hem de çok çok uzak bir örnek. Şahsen, bana Makedonya’nın anımsattığı, bizdeki krizlerin ve kutuplaşma nedeniyle ödenen bedellerin ağırlığı…

Makedonya’nın krizi için sıklıkla yapılan bir yorum, “çözerse AB çözer”. Gerçekten de, şimdiye değin “ödenen bedelleri hafifleten” AB’nin müdahaleleri ve arabuluculuk çabaları oldu. Bizler, Türkiye toplumu bireyleri olarak öyle bir kutuplaştık ki, siyaset bizi birimizden öyle bir uzaklaştırdı ki; değil AB-hangi arabulucu gelse, kendi aramızda çatışmayı bırakıp, önce beraberce ona saldıracak hâle geldik. Makedonya Meclisine baskın gecesi, sanki bizim gecemiz gündüzümü. Bakalım onlar ne yapacak ve biz neler yapabileceğiz.