95. yılına doğru Cumhuriyet -1-
29 Ekim ve 10 Kasım makasında, 13 günlük bir zaman aksının serencamına bakarak Türkiye ile ilgili ne okuyabiliriz?
12.11.2017
Bu 10 Kasım, farklı bir 10 Kasım'dı. Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümü üzerinden 79 yıl geçtikten sonra 10 Kasım birden, son derece kutuplaşmış bir toplumda kutuplaşılmayan tek ulusal/milli gün/anma olarak ön plana çıktı. Neden?
Her şeyden önce…
Cumhuriyet'in kuruluşununda da, 29 Ekim'de 94 yılı geride bıraktık.
2018, Cumhuriyet'in kuruluşunun 95. yaş kutlaması ve Atatürk'ün ölümünün 80. yıl yas dönümü olacak.
29 Ekim kutlamaları, resmî olarak sönükleşirken, yürüyüş-gösteri hakkının kullanıldığı/kullanılabildiği ve sokaklarda yaşananan/yaşanabilen tek "dışavurum" hâli olmaya başladı.
Gelecek yerine sürekli geçmişe bakan, yaşamdan çok ölümü konuşan, siyasi görüşler üzerinden aşırı kutuplaşmış, "olmaz artık" derken darbe kâbusu ile karşı karşıya gelmiş ve ardından yaklaşık bir buçuk yıldır her köşesinde Olağanüstü Hâl yaşayan bugünkü Türkiye toplumunda, bu iki günün birkaç hafta ile son derece farklılaşan sembolizmi ne anlama geliyor?
Aslında her şeyden önce, 95 yaşındaki bir ülkenin 100. yaşına yaklaşırken kendisi ve iç dünyası ile yüzleşmeye başladığı anlamına…
Burada bir parantez açalım: Türkiye'de onlarca yıldır "demokratikleşme" konusunda örnek gösterilmiş bir ülke ile çok da ilginç ve ironik bir tezat da söz konusu… İspanya'da Katalonya'nın ayrılık referandumu bir "demokrasi krizi" yarattı mâlum. Bilindiği gibi İspanya, 1975-Franco dönemi sonrası, demokratikleşme sürecini, "yüzleşmeyerek" yaşadı.
Diğer bir deyişle, İspanya, 1936-39 dönemi İç Savaş'ın General Francisco Franco'nun 1936 ve 1975'teki iktidarına taşınan ağır mirasıyla yüzleşmemeyi, bu mirasın boğucu tozlarını halının altına süpürmeyi tercih etti. Tabii, zaman içinde İspanya'da, hem İç Savaş'ın yüzleşilmeyen travmalarının hatıraları toplum genelinde bireylerde nüksetti; hem de (Katalonya'nın bağımsızlık referandumu ertesi yaşananların son örneği olduğu) anayasal ve siyasal krizlere yol açtı.
Post-Katalonya döneminde İspanya'nın dünya siyasi tarihine miras bıraktığı, "yüzleşerek ilerlemek mi", "yüzleşmeyerek ilerlemek mi/ilerdiğini sanmak mı?" gibi bir tartışma olacak herhalde. Ancak Türkiye'nin aksine, krizler sonucu İspanya'nın bir içe dönüş süreciyle kendini sorgulamaya girişmesi söz konusu değil.
İspanya'dan çok daha derin krizlerle ve daha ağır kutuplaşmalarla boğuşan bir toplum ve ülke olarak, biz tarihin başka bir noktasındayız.
Türkiye, bilincinde olmadan bir yüzleşme sürecine doğru kayıyor.
100. yaşına ilerleyen Türkiye ise, kuruluş ve öz değerlerine ilişkin derin bir dip taramasına girerken, hatırlamak ve yüzleşmek konusunda hiç yapamadığı bir sürecin eşiğinde duruyor. Bu eşikten içeri adım atarak küllerinden yeniden de doğabilir, sendeleyerek kendini gömeceği bir sonsuz amnezi/bellek yitimiyle tüm benliğini de kaybedebilir.
29 Ekim ve 10 Kasım makasında, 13 günlük bir zaman aksının serencamına bakarak Türkiye ile ilgili ne okuyabiliriz?
Bir yaş, biri yas günü olan bu iki ulusal/millî günün güncel sembolizmleri hem ayrışıyor, hem kesişiyor.
Öncelikle, 10 Kasım'dan başlayalım. Bu bir ölüm günü anması.
Mustafa Kemal Atatürk'e toplumun (hemen) her kesiminden dile getirilen bir özlem var: Geçtiğimiz yıllarda, Atatürk'ün adını bile ağzına almayan farklı gruplar ve bireylerden, "babasını kaybetmişçesine" bir yas dili adeta akıyor. İfradı çok da seven kültürel özelliklere sahip bir toplum olduğumuz için, kendini hep "Atatürkçü" olarak tanımlamış ve gerçekten de, Atatürk'e duygusal bağlılığı olanların, yakın zamanda fena halde sollandıklarına şahit olmaları mümkün: Bir bakmışlar, daha geçen 10 Kasım'da (ve elbette ki, daha öncekilerde) Atatürk'ü alenen aşağılayan ve adını bir küfürmüş gibi geçirenler, bir Atatürksever olmuş bir Atatürksever olmuş.
Bunun ötesinde, daha şimdiden, daha bu 10 Kasım'da Atatürk'ün bir "kazanç kapısı" hâline getirildiğini görüyoruz. Öyle siyasi ve ideolojik tarafına hiç girmeden işin, çok daha "maddi" tarafını ele alalım: Seyahat firmaları, hemen de, "Atatürk turları" promosyonu yapmaya başladılar. "Daha iyi bir rehber görmedik" sloganıyla müşteri avlamaya çalışan bir acenta, "Atatürk'ün izinin-hatırasının olduğu dünya şehirleri" diye bir rehber dahi oluşturuvermiş. Kapitalist zihniyetin, "Atatürk'ün dönüşünden" kendine daha ne paylar çıkarmaya çalışacağını tahmin etmek güç değil. Ve tabii, siyasetin de…
Neden "Atatürk'ün dönüşü"?
Bir kere elbette, başta bahsettiğimiz, yüzüncü yıl yüzleşmesine ilerlememizin kardersel bir kurgusu var ülkenin bilinçaltında…
Ayrıca, ikinci bir yazıda, 29 Ekim'den, ülkenin "yaş gününden" yola çıkarak,"ruhsal dip taraması" sürecinde "nereden geldik, nereye gidiyoruz" sorularının tetiklediği bir "öz değerler" arayışını ele alacağım. Örneğin, "laiklik" kaybedilmeye başlandıkça değerini anladığımız bir Cumhuriyet ilkesine mi dönüşüyor, ülkenin kurucu kaideleri olarak belirlenen kavramların erozyonuna karşılık yerlerine de yeni kaideler konamasının getirdiği bir sürekleniş ve tutunma ihtiyacı mı söz konusu? Bu sorular, ikinci bir yazının konusu…
10 Kasım'a odaklanırsak, Türkiye "Atatürk'ün dönüşünde" bütünleşirken, çok da ironik çelişkiler yaşanıyor aslında çünkü, bu "geçmişten geleceğe dönüşte" ve "Amerika'nın yeniden keşfinde" şunlar gizli:
— Bir kesimde ve hattâ belki de çoğunlukta, bir "kurtarıcı", bir "lider", bugünkü altüst oluş ve memnuniyetsizliklerden kurtarıveren bir "süper kahraman" ihtiyacı, özlemi.
— Bir kısıtlı kesimde (hattâ oligarşik kesimde de diyebiliriz), yani iktidar çevresinde, lider kültünün, yeni bir lider kültü inşasında araçsallaştırılmak istenmesi.
Bahsettiklerimden ikincisi, özellikle, "nouvelle riche/yeni zenginler" gibi, "yeni Atatürkçüler" gibi bir kategori yaratıyor. Önümüzdeki dönemde, "Kraldan fazla kralcılığı" sevenlerin, bu akımla ne şekilden ne şekle girdiğini görmek tuhaf olacak tabii…
Ve birinci madde kategorisine düşenlere haksızlık etmemek lazım; şu an Türkiye'de yaşananların ağırlığıyla tarihsel okumalarlarında özeleştiri yaparak, "hakkını vermemişim" diyenler ile, tamamen "faydacı" ikinci kategoriye düşenler arasında fark var.
Tüm bunların ötesinde, "Atatürk'ün dönüşünün" Kürtler arasında nasıl yankı bulduğu ve bulamadığı, Kürtlerin dönüşün ne kadar içinde olup olamadığı, bunun topluma yansımalarının ne olacağı tabii ayrı ve üzerine düşünülmesi gereken bir mesele.