95. yılına doğru Cumhuriyet -2-
Laikliğin geri dönüşü mü? Yoksa liderlik özlemi mi?
20.11.2017
2018’e doğru yaklaşıyoruz, Cumhuriyet'in kuruluşunun 95. yaş kutlamasına ve Atatürk'ün ölümünün 80. yıldönümüne.
Bu serinin bir önceki yazısında şunlara dikkat çekmiştik: 2017’nin sonunda, bu iki tarihî dönüm noktasıyla ilgili yoğun sembolizmler yaşandı bile. 29 Ekim’in resmî kutlanışı sönükleşirken, sokaklarda kutlanışı daha da yoğun katılımlı bir hâl almaya başladı. Hattâ 29 Ekim’in, 2017 Türkiye’sinde, “yürüyüş-gösteri hakkının” kullanıldığı/kullanılabildiği ve sokaklarda yaşanan/yaşanabilen tek gösteri şekli olduğunu söyleyebiliriz.
10 Kasım ise, resmî anmalarının giderek yaygınlaştığı, yoğunlaştığı ve daha önce (en ılımlı deyişle) Atatürk’e uzak duran siyasî çevrelerce de sahiplenilen bir anma hâline dönüşüyor.
Diğer bir deyişle, 29 Ekim politik ve sosyal kutuplaşmaların dışa vurulduğu bir millî gün hâline gelirken, 10 Kasım bu kutuplaşmanın üzerinin örtülmeye çalışıldığı bir dönem. Bir elmanın iki yarısı gibi olan bu iki millî gün, iki yıldönümüne farklı yaklaşımın ardında ne yatıyor?
Bu dizinin ilk yazısında, konunun 10 Kasım boyutunu ele almıştık ve şöyle demiştik:
“Türkiye Atatürk'ün dönüşünde bütünleşirken, çok da ironik çelişkiler yaşanıyor aslında çünkü bu geçmişten geleceğe dönüşte ve Amerika'nın yeniden keşfinde şunlar gizli:
-Bir kısıtlı kesimde (hattâ oligarşik kesimde de diyebiliriz), yani iktidar çevresinde, lider kültünün, yeni bir lider kültü inşasında araçsallaştırılmak istenmesi.”
29 Ekim’in “resmen yalnızlaştırılmasına” karşılık olarak, 10 Kasım’ın “resmen kalabalıklaşması” arasındaki ayrım işte tam da bu, “lider mi” ön planda olmalı, “kurumlar/rejim mi” tansiyonundan kaynaklanıyor bana kalırsa. Atatürk’ü daha önce sahiplenmeyenlerin daha muhalif kanadında, yeni sahiplenen iktidar kanadında ve toplum genelinde, “lider kültü”, “liderlik özlemi”, “lider sevgisi/tutkusu” ağır basıyor. Ama 29 Ekim özeline baktığımızda, liderliğe yoğunlaşan özlem/tutku/bağlılıkla beraber, bir de kurumlara, ilkelere ve yönetim şekline olan bağlılık ve destek vurgusu da ön plana çıkıyor: yani, Cumhuriyet’e olan bağlılık ve destek…
Ve bence bu ilkelerden biri, bu 29 Ekim’de ve kurum/sistem/değer bağlılığında özellikle ağırlık taşıyordu: bu ilke de, “Laiklik”.
Laikliğin konu olmasına aşinayız ama bu şekilde değil.
"Laiklik", "Türkiye'de din ve devlet işlerinin ayrılması" konuları, son 17 yılda dikkat çeken bazı akademik ve kamuoyu araştırmalarında sıklıkla karşımıza çıkan başlıklardı. "Türkiye'de dinin rolü", "Türkiye'de muhafazakârlık" gibi araştırmaların büyük ilgi görmesi, şu gibi sebeplere dayanıyordu:
– Osmanlı'dan bu yana Batılılaşma tartışmaları, “Batılı” ve “Doğulu” kimlik zıtlaşmasının yaşanması,
– Türkiye'de "28 Şubat 1997 Post-Modern Darbesi" gibi süreçler, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "din eksenli " (irtica) konusunu başlıca tehdit algısı olarak çerçevelemesi,
– 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası, "İslam ve demokrasi" konusunun dünya genelinde akademik olarak (bu konuya yönelik artan maddi kaynak desteği ile beraber) büyük ilgi görmesi,
– Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin siyasi yükselişinin, ülke içinde ve dışında "yorumlanmasına" yönelik merak,
– Türkiye'de, nicel/kantitatif araştırmaların akademik çevrelerde ve kamuoyu araştırmalarının da medya-siyaset çevrelerinde ilgi-görmesi/yaygınlaşması; bu tür araştırmalara aktarılan kaynakların artması: toplumun sayısal olarak ölçülmesine artan ilgiyle beraber de, "din" konusunun siyaset için ideolojik olarak ve medya için de "when it bleeds, it leads" (kan akıyorsa, manşet olur) şiarıyla polemik yaratan bir konu olarak "kullanışlı" olması.
Bu son maddeyi açarsak, Türkiye'de "din ve siyaset", "din ve muhafazakârlık" konuları ile ilgili, "yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan" gibi bir durum var. Toplumda, dindarlık ve muhafazakârlığın Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana geçirdiği evreler ve biçimlenme, anlaşılma ve yorumlanma şekilleri başlı başına bir tartışma konusu. Ancak, siyasetin ve devletin dini nasıl bir araç olarak kullandığı ve toplumun dinî anlayışını nasıl şekillendirdiği de, toplumun din anlayışıyla beraber ve aynı zamanda da apayrı, başlı başına bir mesele olarak incelenmesi gereken bir başka konu.
1999'da Profesörler Ali Çarkoğlu ve Binnaz Toprak'ın gerçekleştirdiği "Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" başlıklı araştırma, bu alanda çığır açan siyasi araştırmalardandı.
Bu araştırmanın sonucu şöyle özetlenmişti:
"[S]onuçlara göre, Türk halkının büyük bir çoğunluğu, dinine bağlı ve ibadetlerini yerine getiren Müslümanlardan oluşmaktadır. Buna karşılık, devletin de dinî yaşama müdahale etmemesi gerektiğini düşünenler çoğunluktadır. Araştırmada, her ne kadar Türkiye'de Şeriat'a dayalı bir din devleti kurulmasını isteyenler oldukça yüksek (% 21,2) bulunmuş olsa da, din devletin ne anlaşıldığını irdeleyen sorulara verilen cevaplar, bu oranın çok daha düşük olduğunu göstermektedir. Genelinde, laik Cumhuriyet projesi, özellikle de Cumhuriyet kanunlarının temel taşı sayılabilecek olan Medenî Kanun hükümleri, büyük çoğunluk tarafından destek bulmaktadır. Öte yandan, Türk halkının Müslümanlık anlayışının hoşgörüye dayandığı anlaşılmakta, yüzde 91 gibi bir çoğunluk inanç farklılıklarının hoşgörü ve barış ortamında korunmasını toplumsal huzur için gerekli bulmaktadır".
2000 yılında sonuçları yayınlanan bu araştırmada altı çizilen bulgulardan çok mu uzaklaştık toplum olarak? Bana kalırsa, 2017’yi geride bırakır ve 2018’in eşiğine, Cumhuriyet’in 95. yaşına gelirken, “toplumsal huzur arayışı” ve bir toplumsal denge aracı olarak “laikliğe” verilen önem, “laikliğin” kaybedilmesine yönelik kaygı, 29 Ekim-10 Kasım sembolizmlerini toplum sathına yayıyor. Ancak, siyaset düzleminde, iktidarından muhalefetine toplumsal arayışlar nasıl araçsallaştırılır, nasıl kullanılır, nasıl politize edilir – o ayrı konu. İşte, 29 Ekim ve 10 Kasım ayrı gayrılığı da, bu politizasyon, politik araçsallaştırmada iktidarın yönelimlerinden kaynaklanıyor. Atatürk’ün lider kültüne “evet”, ama Cumhuriyet’in laikliğine “hayır” gibi; oysa, toplumdaki arayış “Atatürk’ün eksiltilmesinden” mi kaynaklanıyor, yoksa “Cumhuriyet’in temel ilkelerinin erozyona uğramasından” mı?