Keşke S-400’ler Düzce’ye yerleştirilseydi
Düzce’deki sel felaketinden iki gün önce verilen önerge önce AKP ve MHP, bugün de basın tarafından reddedildi.
24.07.2019
100 binanın yıkıldığı, 5 kişinin hayatını kaybettiği, 2 çocuğun da hala bulunamadığı Düzce’deki sel felaketinden iki gün önce CHP’nin verdiği önergenin yerli ve milli olmakla çok övünen AKP ve MHP tarafından reddedildiği ortaya çıktı. Hiçbir gazetenin bu habere ilgi göstermediği basında Cumhuriyet gazetesi manşetin yanında Düzce’nin köylerinden yükselen isyana yer verirken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yardım önerisini de Düzce Valiliği’nin geri çevirdiğini okuyucularıyla paylaştı.
Önce CHP’nin reddedilen önergesiyle ilgili haberi okuyalım.
T24’teki “CHP: Sel felaketinden iki gün önce verdiğimiz önerge AKP ve MHP’liler tarafından reddedildi” başlıklı haberde şu ifadeler yer aldı: “CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, Düzce’de 5 kişinin yaşamını yitirdiği, 2 çocuğun ise hâlâ kayıp olduğu sel felaketinden iki gün önce iklim krizine ilişkin verdikleri önergenin AKP ve MHP milletvekilleri tarafından reddedildiğini söyledi. Bu sürecin sorumluları hakkında gerekli işlemlerin yapılması için olayın takipçisi olacaklarını belirten Karaca, ‘Geçtiğimiz günlerde hepimizin bildiği gibi Trabzon’da, Ordu’da ve Karadeniz’in diğer illerinde de sel felaketleri yaşandı. Bu sel felaketleri sonucunda da bölgeye giden yetkililer, sorumlular 'yapacağız, edeceğiz, tutacağız' gibi söylemlerde bulundular. Geçtiğimiz yıl Ordu’ya gittiğimiz incelemede benzer söylemler vardı. Ama aradan geçen 1 yılı aşkın sürede hiçbir şekilde önleyici tedbir alınmadı’ dedi. Düzce’de yaşanan sel felaketinden 2 gün önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde CHP olarak iklim krizinin sebepleri, sonuçları ve ülkemizdeki iklim krizlerinin yarattığı tahribat ve yaratması muhtemel tahribatların ve önleyici, kriz masası oluşturacak çözücü tedbirlerinin ne olacağına ilişkin meclis araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin bir önerge verdiklerini söyleyen Karaca, şunları söyledi: ‘Bu önergede de mecliste yaptığım konuşmada da benzer düşüncelerimizi partim adına ifade ettim. Ancak üzülerek ifade etmek isterim ki, AK Parti ve MHP milletvekillerinin ret oyuyla böyle bir araştırma komisyonunun kurulması engellenmiş ve reddedilmiş oldu. Dünyada iklim krizine ilişkin önemli gelişmeler yaşanmaktadır ve devletler iklim krizinin sonuçlarının ve yaratacağı tahribatın boyutlarını önleyebilmek adına üniversitelerden bilim insanlarından ve bu konuda mücadele eden sivil toplumdan görüşler almakta ve ortak önleyici tedbirleri hayata geçirmek için çalışmalar yürütmektedir. Biz ise daha TBMM’de bir komisyonun kurulmasını bile kabul etmiyor, bir komisyon kurulmasına ilişkin önergenin bile sadece siyasi gerekçelerle reddine olanak sağlanıyor. Ben bu konuyu da bizi izleyen vatandaşlarımızın takdirlerine sunuyorum. Bunu kabul etmek mümkün değildir.’"
Cumhuriyet gazetesi ise manşetin yanındaki, “Saray değil, insanca yaşayacak ev lazım” başlıklı haberinde, “Düzce’de üzerinden neredeyse bir hafta geçen sel felaketinin izleri hala taze. Yıkımın en yoğun olduğu Esmahanım ve Uğurlu köylerinde yaşayanlar, evlerini, tarlalarını, hayvanlarını kaybetmiş. Uğurlu’nun sokakları ceset kokuyor. Bir yandan kayıp yurttaşlar aranıyor, diğer yandan köylüler yaralarını sarmaya çalışıyor. Selde yaşamlarını güçlükle kurtaran yurttaşlar, ‘Bin yıldır düşmeyen yağmur düştü buraya. Her yanda feryat sesleri vardı. Kıyameti gördük’ diyor. Köylerin afet bölgesi ilan edilmesini isteyen bir yurttaş ise ‘Bize saray değil, bize bu ülkede insanca yaşayacak evler lazım’ diyerek tepkisini dile getiriyor” ifadelerine yer verdi.
Gazete, “İstanbul’un yardım önerisine ret” başlığıyla paylaştığı haberde ise, “Düzce’ye giden CHP heyetinin raporunda çarpıcı tespitler yer aldı. Kızılay ve AFAD’ın çalışmalarının yetersiz olduğu belirtilen raporda, ‘Düzce Valiliği’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden gelen yardım önerisini, ihtiyaç yok diye geri çevirdiği belirtildi” ifadelerini kullandı.
Diğer gazetelerde de felaketle ilgili irili ufaklı birkaç haber yer alırken havuzun dibi Güneş ve Takvim gazeteleri ise seli meli boşverdi ve bir zamanlar manşetlerinden indirmedikleri daha sonra da kumpas olduğuna karar verdikleri Balyoz davasının sanığı eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun’un “müthiş” tespitlerini manşete çekti. Önce Saygun’un açıklamalarını görelim ardından tek bir soru sorup konuyu kapatacağım.
Güneş gazetesi manşetindeki habere, “Dertleri bağımsız Türkiye” başlığını attı. Haberde, “Washington'da, Turkish Heritage Organization'un (Türk Mirası Vakfı) düzenlediği Türk-Amerikan ilişkileri konulu panelde konuşan eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun, ABD'yle Türkiye arasında yaşanan S-400 ve F-35o gerilimini değerlendirdi. Saygun, ‘Batı için Ortadoğu'da önemli olan, İsrail'in ve enerji kaynaklarının güvenliğini sağlamak. İsrail'e düşman ülkeler bertaraf edildi. Bu sıranın sonunda Türkiye var. Üzülerek söylüyorum ama gerçek bu. Korkarım Türkiye'yle Amerika, arasındaki sorunlar, S-400 probleminden çok daha fazlası. S-400 bana kalırsa küçük bir konu’ diye konuştu. Emekli Orgeneral Saygun şöyle devam etti: ‘Eğer S-400 problemini bitirme konusunda uzlaşırsak, eminim yeni talepler olacaktır. İran'la anlaşma yapma, eğer buna 'evet' dersek sonrasında 'tamam, Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt devleti kuracağız, buna muhalif olma'. Eğer buna 'hayır' derseniz, size 'Kıbrıs’ta gaz ya da petrol arama hakkınız yok' diyeceklerdir. Yani problem bana göre S-400 ya da F-35'lerin Türkiye'ye verilmemesi değil. Amerika Türkiye'nin bağımsız dış politikasından memnun değil ve Türkiye'nin bölgesel bir güç olmasını istemiyor’” ifadeleri yer aldı. (Haberde de gördüğünüz gibi Saygun bu açıklamaları ABD’nin başkenti Washington’da yapıyor! İsteyen benimle birlikte gülebilir)
Takvim gazetesi ise, “S-400 bahane” başlığıyla verdiği haberde, “Genelkurmay eski ikinci başkanı Ergin Saygun, Washington’da Türk-Amerikan ilişkilerini değerlendirdi: ‘Sorun, S-400 değil. ABD, Türkiye’nin bağımsız dış politikasından rahatsız. Bölgesel bir güç olmamızı istemiyorlar. Batı için iki önemli konu var. Biri İsrail, diğeri enerji. İsrail’e düşman ülkeler bertaraf ediliyor. Listenin sonunda Türkiye var’” ifadelerini kullandı.
O halde soralım; “S-400’leri aldık almasına ama ufak çaptaki bir selin bile önüne geçemeyen, felaketten sonra her anlamda yetersiz kalan bir ülkenin bölgesel bir güç olabilmesi mümkün mü?”
Allah aşkına Saygun ve benzerleri bizlere bunu da bir açıklasın…
Cumhurbaşkanlığı “menemen krizi”ne noktayı koydu
Ezelden beri hiçbir soruya doğru dürüst cevap vermeyen, hemen her konuda “gizlilik kararı” almasıyla ünlü devletimiz bu defa ezber bozdu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ekonomiyi düzeltecek, adaleti sağlayacak, doları düşürecek, selleri, depremleri önleyecek sorunun cevabını sonunda verdi: “Biz menemeni soğansız tercih ediyoruz.”
Konuyla ilgili habere dün Cumhuriyet gazetesinin internet sitesinde rastladım ve “stratejik derinlik” ustası iktidarın Türkiye’yi ne emeklerle böylesine bölgesel bir güç haline getirdiğini şimdi anladım. Sizi de bundan mahrum bırakmak istemedim.
“Cumhurbaşkanlığı bu soruya cevap verdi: menemen soğanlı mı olur, soğansız mı?” başlığıyla verilen haberi okuyalım: “Yurttaşların şikayet, dilek ve önerilerini dile getirmeleri ve bunlara çözüm aramak için oluşturulan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı sistemine Arda isimli bir yurttaştan gelen soru yüzleri güldürdü. CİMER, portal üzerinden 'Menemen soğanlı mı yapılır, soğansız mı? Bu soru yüzünden tartışmaya başlayacağız yardım edin lütfen' sorusunu sosyal medya hesabı üzerinden yanıtladı. CİMER'den yapılan paylaşımda, "Arda Bey CİMER’e zor bir soru sormuş. Sevgili Arda Bey, ilginiz için teşekkür ederiz. Herkesin damak tadı farklı. Biz soğansız tercih ediyoruz" yazıldı. Kısa sürede ilgisi çeken paylaşım, kullanıcıların güldürdü.”
Asıl sorun çözümde mi acaba?
Evrensel, Karar ve Sözcü gazeteleri bir anda “hortlayan” ya da bir anda ortaya çıktığı sanılan ve son günlerde gündemi epey meşgul eden Suriyeliler sorununu manşete taşıdı. Haberleri okuyunca insan ister istemez “Bu kafayla bu iş çözülemez” diyor. Evrensel gazetesi manşetindeki, “Mülteci hukuku uygulansın” başlıklı haberinde, “İstanbul Valiliğinin İstanbul’da kaydı olmayan tüm Suriyelilerin şehirden ayrılması için 20 Ağustos 2019’a kadar süre vermesini yorumlayan İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Prof. Dr. Metin Çorabatır, ‘Uluslararası hukukun tanıdığı temel haklardan birisi ülke sınırları içinde serbest dolaşım hakkıdır’ dedi. Göç Araştırmaları Derneğinden (GAR) Dr. Polat Alpman ise yaşanan problemin daha yasa özelliğini bile kazanmamış geçici koruma yönetmeliğinden kaynaklandığını hatırlattı. Türkiye'de mahalli seçimler öncesinde ‘geri göndereceğiz’ söyleminin öne çıkmaya başladığına dikkat çeken Çorabatır, ‘İmamoğlu ve sayın Binali Yıldırım bir araya geldiği yayında, ne yapacaksınız sorusuna aşağı yukarı aynı cevapları verdi. Geri göndereceğiz diyor, diğeri de orayı temizleyip geri göndereceğiz, diyor. Geri dönüş için uygun koşullar olmadığı şekilde bunu yapmayacaklar, ama siyasi malzeme olarak kullanılıyor’ diye konuştu. Başka illerde kayıtlı Suriyelilerin daha iyi iş imkanı bulmak ve akrabalarının yanında kalmak için İstanbul’a geldiğini ifade eden Çorabatır valiliğin açıklamasına atıf yaparak, ‘Başka şehirde kayıtlı olanların, kayıtlı oldukları şehirlere ya kendilerinin dönmesini istiyorlar ya da yakalanınca zorla gönderileceklerini söylüyorlar’ ifadelerini kullandı. Uluslararası hukukun tanıdığı temel haklardan birinin ülke sınırları içinde serbest dolaşım hakkı olduğunu da hatırlatan Çorabatır ‘Mülteci hukuku insan hakları odaklı bir hukuktur ve mültecilerin de insan olduğu unutulmamalıdır’ dedi” ifadelerine yer verdi. Karar gazetesi, “Göçmen otobanı” başlıklı haberi okuyucularıyla paylaştı. Haberde, “Suriyelilere yönelik operasyonların tartışıldığı dönemde alarm zillerini çaldıran istatistik… Türkiye’ye yalnızca geçen yıl 577 bin kişi göç etti. Göçmen trafiğinde yaşanan ve bir büyükşehir nüfusunu bulan çarpıcı artış, geçici yaklaşımların yetersizliğini ortaya koydu. Ankara’nın acilen planlı bir göç politikası oluşturması gerektiğini gösterdi. Türkiye’ye göç edenlerin sayısı geçen yıl yüzde 23,8’lik artışla 577 bin kişiye ulaştı. Türkiye’den göç edenlerin sayısı ise yüzde 27,7 artarak 323 bin oldu. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2018 göç istatistiklerini açıkladı. Resmi verilere göre Türkiye’ye göç edenlerin sayısı 2018 yılında bir önceki yıla göre yüzde 23,8 artarak 577 bin 457 kişi oldu. Bu nüfusun yüzde 52,7’sini erkek, yüzde 47,3’ünü ise kadınlar oluşturdu. Türkiye’ye yurt dışından gelen nüfusun 110 bin 567’si Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iken 466 bin 890’ını yabancı uyruklu nüfus oluşturdu. Türkiye’den göç eden kişi sayısı ise 2018 yılında bir önceki yıla göre yüzde 27,7 artarak 323 bin 918 oldu. Bu nüfusun yüzde 53,3’ünü erkek, yüzde 46,7’sini ise kadınlar oluşturdu. Türkiye’den yurt dışına giden nüfusun 136 bin 740’ı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iken 187 bin 178’ini yabancı uyruklu nüfus oluşturdu. Türkiye’ye 2018 yılında gelen yabancı uyruklu nüfusun içerisinde ilk sırayı yüzde 23,6 ile Irak vatandaşları aldı. Bunu sırasıyla yüzde 9,6 ile Afganistan, yüzde 8,4 ile Suriye, yüzde 7,5 ile Türkmenistan ve yüzde 6,8 ile İran vatandaşları izledi. Türkiye’den göç eden yabancı uyruklu nüfusun içerisinde ilk sırayı yüzde 20,6 ile yine Irak vatandaşları aldı. Bunu sırasıyla yüzde 7,4 ile Azerbaycan, yüzde 7 ile Özbekistan, yüzde 5,4 ile Türkmenistan ve yüzde 4,9 ile İran vatandaşları takip etti. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu yıl 80 bin kaçak göçmenin sınır dışı edileceğini söyledi. Haliç Kongre Merkezi’ndeki bir etkinlikte konuşan Soylu, şöyle devam etti: ‘Geçen yıl toplam 56 bin kaçak göçmeni sınır dışı ettik. 20 Temmuz itibariyle rakam 43 bin. Bu yıl itibariyle de biz ortalama 80 bin, yani geçen seneden neredeyse, yüzde 40-50 civarında bir fazlalıkla sınır dışı işlemi gerçekleştireceğiz’ ifadelerini kullandı. İçişleri Bakanı Soylu İstanbul’a bulunan 1 milyon 69 bin Suriyeliden 547’bininin kayıt dışı olduğunu söyleyerek kaydı başka kentte bulunan kişiler söz konusu kente gönderilecek, kaydı bulunmayanların ise sınır dışı edileceğini açıkladı” ifadeleri yer aldı.
Sözcü gazetesi ise manşetin üstünde yer verdiği, “Suriyeli sorununu iktidar yeni gördü” başlıklı haberinde, “İstanbul Valiliği’nin kaçak Suriyelilerin kayıtlı oldukları illere gitmesini istemesinin ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu duruma el attı. Şu açıklamayı yaptı: ‘İstanbul’da 540 bin kayıtlı Suriyeli var. İstanbul’a kural dışı gelenleri muhafaza edemeyiz. Sıkıntı baş gösterir. Bu yıl 80 bin kaçak Suriyeli’yi göndereceğiz’” ifadelerini kullandı.
“Diyanet, tarikat, bakanlık”
Cumhuriyet gazetesi geçtiğimiz hafta sonu değindiği “İşte medrese gerçekleri” başlıklı haberinin devamı niteliğindeki “Diyanet, tarikat, bakanlık” başlıklı haberi manşete taşıdı.
Haberde, “MEB, mollalarla çalışmayı hızlandırdı. Batman’da Diyanet işbirliği ile tarikat ve cemaatlerin güdümündeki medrese dernekleri ile ortak sempozyum çağrısı yapan bakanlık, 10. Uluslararası Din Görevlileri Sempozyumu’na öğrencilerin katılımını ve afişlerin okullara asılmasını istedi. Valiliğin himayesindeki sempozyumda işlenecek konular ise ‘Kuran kursu ve medreseler, öğrencilerde dava bilinci oluşturmak’. ‘İşbirliği’ yapan kurumlar Medrese Alimleri Vakfı, Yunus Emre Camii Vakfı, Önder İmam Hatipliler Derneği olarak açıklandı” ifadelerine yer verildi.
Yeni Şafak’tan al haberi!
Yeni Şafak gazetesi “sihirli formül”ü buldu ve yakın zamanda hiçbir işe yaramayacağı anlaşılacak o meşhur ekonomik çözümü okuyucularından esirgemedi. Tabii bu arada gazetenin Merkez Bankası’nın puanı puanına ne kadar faiz indireceğini şimdiden bilmesi de dikkatlerden kaçmadı.
Ben de buna karşılık haberin sonunda konuyla ilgili Yeni Şafak’ın manşetinin bile insanı karamsarlığa düşürmesine engel olamayacağı bir iki tane haberi sizlerden esirgemeyeceğim. Yeni Şafak gazetesi manşetinde, “Faiz de enflasyon da düşecek” başlığını kullandı. Bu toz pembe haberde, “Yatırımları vuran, enflasyonu yükselten faiz kuşatmasını kırmanın tam zamanı. Bu nedenle piyasalar Merkez Bankası’nın yarın yapacağı faiz indirimine kilitlendi. MB’nin yeni yönetiminin verdiği sinyaller 10 aydır yüzde 24’te tutulan ‘borç verme faizi’ni en az 3 puan düşüreceğini gösteriyor. Faizdeki düşüş birçok sektördeki kan kaybını durduracak” ifadelerine yer verildi.
Belli ki tanzim satışlar hiç mi hiç ilaç olamamış…
Yeni Şafak’ın bu “müjdesi”ne dün T24’te çıkan bir yazıyla ve Birgün gazetesinin bugünkü manşetiyle devam edelim…
T24’teki, “Türkiye ekonomisi toplam nüfusun yüzde 40’ına gelir yaratabiliyor; insanlar borçlanmasın da ne yapsın?” başlıklı Hakan Özyıldız imzalı yazıda şu ifadeler yer aldı: “Esnafından iş insanına, öğrencisinden bankacısına herkesin ağzında aynı sorular: “Ekonomi neden bu halde? Ne olacak bu memleketin hali?” sohbetlerinin zirve yaptığı günler yaşıyoruz. Arada sıra “Neden?” diye soranlar oluyor. Cevaplar hukukun üstünlüğünden, eğitim sitemine, oradan vergi, bütçe ve para politikaları gibi birçok konuya kadar uzanıyor. Ben bugün biraz farklı bir konuyu ele alacağım. Ülkede çalışan, gelir elde edebilen nüfusa bakacağım. Türkiye’de yaklaşık 82 milyon insan yaşıyor. TÜİK verilerine göre bu nüfusun dağılımı aşağıdaki gibi. Rakamları yuvarlarsak, 21 milyon çocuk ve genç var. 11 milyon ev kadınına, on beş yaş üstünde olup okuyan 4,7 milyon kişiyi, çalışamaz durumda olan 4 milyon kişiyi, çalışmaya hazır olan 2,4 milyon kişiyi ve 2 milyon işgücüne dâhil olmayanı ve 4,5 milyon işsizi eklerseniz, 50 milyonun üstünde insanın (toplamın yüzde 60’ı) çalışmadığı ortaya çıkar. Buna 28 milyon çalışanı ve 5 milyon kadar emekliyi eklerseniz (Toplamın %40’ı) nüfusun toplamına ulaşırsanız.
Diğer bir deyimle, ülke ekonomisi toplam nüfusun yüzde 40’ına gelir yaratabiliyor. Nüfusun çok büyük bir bölümü hiç gelir elde etmeden yiyor, içiyor, giyiniyor, kısacası tüketiyor. Bir görüş oluşturmadan önce gelir elde edebilenlerin durumuna biraz daha yakından bakalım. Önce bir açıklama yapmam gerek. Sosyal Güvenlik Kurumu'nun verilerine göre 2018 yılı sonu itibariyle, Kurumdan maaş alan emekli sayısı 20 milyon kişi. TÜİK’in istihdam verilerine göre bu rakam 4,9 milyon kişi. Fark çok büyük. Ben farkın neden olduğunu bilmiyorum. Bu durum sadece şöyle izah edilebilir sanırım: 15 milyon kişi hem emekli hem de çalışıyor (Örneğin ben). Tahminim doğru ise, TÜİK’in belirttiği gibi,emekli olup çalışmayan sadece 5 milyon kadar insan var. Bunlara 13 milyon çalışanı da eklersek 33 milyon gelir elde eden insan rakamına ulaşıyoruz. Bazı çalışmalar, çalışanların yaklaşık 10 milyonunun asgari ücretten, 3 milyon civarında çalışanın da 3 bin lira civarında ücret aldığını söylüyorlar. Toplam nüfusun yüzde 90’ından fazlasının kentlerde yaşadığını da dikkatinize sunayım. Kentte yaşayan, çalışan sayısı az ve çalışanların büyük bir bölümünün yeteri kadar gelir elde edemediği bir ekonomide yaşıyoruz. O zaman yaşamak için borçlanmak kaçınılmaz hale geliyor. Borçlanma geçici olsa dert değil. Ekonomide şartlar düzelince gelirler de artsa, o zaman biraz sevinir, olay geçici diyebiliriz. Ama durum tam tersine. Borçlar azalmıyor. Ekonomi yeteri kadar hızlı büyüyemediği için buna izin vermiyor. Milyonlarca insan, yeniden borçlanıyor ve/veya icra dairelerinde boğuşuyor.”
Birgün gazetesi de manşetinde, “Ekonomik krize karşı yurttaş formülü” başlıklı habere yer verdi. Haberde, “Yoksullukla boğuşan halk, ekonomik krizle baş etmenin yöntemlerini arıyor. Eskiden kendini orta sınıfın üzerinde konumlandıranlar artık yoksulluk sınırında olduklarını söylerken, dar gelirli yurttaşlar tasarruf edebilecek hiçbir şeyleri olmadığını, öğün sayılarının azaldığını ifade ediyor. Krizden önce kendisini orta sınıfın üzerinde konumlandıranlar dahi artık yoksulluk sınırında olduklarını ifade ederken, dar gelirli yurttaşlar tasarruf edebilecek bir şeyleri olmadığını söylüyor. Birgün’e konuşan yurttaşların çözüm önerilerinin bazıları şöyle: ‘Pazara akşam saatlerinde çıkıp, kalan meyve sebzeleri ucuza alıp evde çürükleri ayırmak ve öyle kullanmak. Yemek öğünlerini ikiye düşürmek. Normal ekmek yerine halk ekmek ya da bayat ekmek almak. Et ve balık ürünleri yerine sebze, bakliyat ağırlıklı beslenmek. Mümkün olduğu ölçüde araç kullanmamak. Giysi-ayakkabı gibi ihtiyaçları ertelemek, tamirciye verip yeniden değerlendirmek” ifadeleri kullanıldı.