TRT’nin büyük hatası ve kamu yayıncılığı
Yerel seçim öncesinde iktidar tarafından “yayın organı” olarak kullanılan TRT, kamu yayıncılığına ne kadar ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor
18.06.2014
CHP ve MHP cumhurbaşkanlığı için ortak aday olarak İslam İşbirliği Örgütü’nün eski genel sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu ismi üzerinde anlaşmaya varınca, İhsanoğlu’nu ne kadar zorlu bir kampanya dönemi beklediğini düşünmeden edemedim doğrusu. İhsanoğlu doğru isim midir ve muhtemel rakibi Başbakan Tayyip Erdoğan karşısında, CHP’li ya da MHP’li ya da AKP’li seçmene ne söyleyerek oy isteyecektir bilemem. Benim İhsanoğlu açısından kaygı duyduğum konu, seçmene anlatmak isteyeceklerinin duyulmama ihtimalinin çok yüksek olması !
Kaygılarımın gerisindeki neden, TRT’nin, bu yıl yapılan yerel seçim dönemi yayınlarında, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) koyduğu, ‘tek yönlü ve taraf tutan yayın yapılamayacağı’; adaylar arasında ‘fırsat eşitliği sağlanması’; ve ‘yayınların, tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine uygun olması’ kurallarını bir önceki seçimde çok ağır bir şekilde ihlal etmiş olmasıdır. Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) İzleme ve Değerlendirme Raporuna göre, TRT Haber, mitinglerden kesitler yayınladığı haberlerde toplam yayın süresinin yüzde 89,52’sini (13 saat 32 dakika) AK Parti’ye, yüzde 5,29’unu (48 dakika) MHP’ye, yüzde 4,96’sını (45 dakika) CHP’ye, yüzde 0,22’sini (2 dakika) BDP’ye ayırdı. Tabii TRT Haber’de bu sonucu yaratan editoryal uygulamaların diğer TRT kanallarında daha farklı olması için bir neden bulunmadığına göre, muhalefet partilerine yapılan haksızlığın boyutunun, bu sayıların yansıttığından çok daha büyük olduğunu takdir edersiniz.
ANAYASA TRT’YE ‘YAYINLARININ TARAFSIZLIĞI ESASTIR' DİYOR
Artık böylesi vahim hatalara düşmemeye özel yayın kuruluşlarında bile hassasiyet gösterilirken, bunun 'kamu yayıncılığı' yaptığını ileri süren TRT'de yaşanması çok düşündürücü.
Aslında TRT, Kurum ile ilgili yasalarda çok açık bir şekilde tanımlanan görev ve sorumluluklarını yerine getirmiş olsaydı bu hatayı işlemezdi. TRT, seçim öncesi yayınlarını yanlı ve yanıltıcı bir şekilde yaparken, TRT Kanununun 5’inci maddesinde sıralanan yayın esaslarından, ‘Kamuoyunun sağlıklı ve serbestçe oluşabilmesi için kamuoyunu ilgilendirecek konularda yeterli yayın yapmak; tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamak ve bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin, inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet olmamak’ ilkesini kelime kelime ihlal etmekle kalmadı. Bunun da ötesinde, göz göre göre Anayasa’nın 133’üncü maddesini de çiğnedi; çünkü Anayasa TRT’yi, ‘Devletçe kamu tüzel kişiliği olarak kurulan tek radyo televizyon kurumu’ olarak tanımlamakta, Kurumun 'özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır' diyerek ona çok özel bir sorumluluk emanet etmektedir. Hem RTÜK'den hem de TRT'den sorumlu başbakan yardımcısı Bülent Arınç'ın, adaletsizliği sevmeyen bir siyasetçi olarak böylesine ciddi hukuk ihlallerine dikkat çekeceğine inanıyorum çünkü önümüzde iki seçim daha var.
Peki bu olaydan sonra ne oldu? TRT’ye bir uyarı cezası verildi sadece. Hepsi bu kadar.
Ceza gibi manasızlıklar zaten bir yana, normal koşullar altında hem Kurum içinde hem de dışında uzun bir yayıncılık tartışmasının açılması, ‘kamu yayıncılığı’nın ne olup ne olmadığının ayrıntılarıyla gözden geçirilmesi, TRT yayınlarının daha sıkı bir şekilde takip edilmesi gerekir, hatanın tekrar etmemesi için de inceleme açılır ve önlemler alınırdı. Bunlar olmadı ve kurumun ‘kamu yayıncısı’ olduğunu iddia eden yöneticileri de hiçbir açıklama yapma gereğini duymadılar. Tabii eğer aldıran varsa, TRT çok kaybetti bundan, zaten olmayan güvenirliğini, daha da ayaklar altına aldılar. Bir de tabii asıl kamuoyunun temel hakları çiğnendi; kanaat oluşturmak için gerekli bilgilere sahip olamadı, açık bir şekilde yönlendirilmeye çalışıldı, manipüle edildi. Ama bu olup bitene pek de şaşırmadık, çünkü her zaman iktidarın ‘yayın organı’ olarak kullanılan TRT, besbelli şimdi de aynı şekilde kullanılmaktaydı, sadece parti ve iktidar isimleri değişmişti.
YAYINCILIĞIMIZA İLKESİZLİK HAKİM
TRT'nin seçim öncesi yayınlarındaki bu ağır hatası, pek istisnai bir durum da değil. Biz izleyiciler olarak gerek TRT, gerek diğer özel kanallar karşısında hergün propagandacı, protokolcu, ilkesiz, suya sabuna dokunmayan, zekamıza hakaret eden, izleyiciye saygı göstermeyen yayınlarla karşı karşıyayız. Buna getirilecek sahici çözüm, sahici 'kamu yayıncılığı' yapmaktır.
Türkiye, ‘kamu yayıncılığına’, çok önemli bir toplumsal reformu gerçekleştirircesine sarılmalıdır. Çünkü ancak bu sayede kaliteli haber yapılabilecek, ancak bu sayede izleyici ve dinleyicilerin önüne gerçek güncel meseleleri ele alan programlar getirilebilecektir. Toplum içindeki farklı zevkleri, farklı düşünceleri ve farklı inançları ancak kamu yayıncılığı sayesinde görebilir ve anlayabiliriz.
Dünya üzerindeki farklı kültürleri tanımanın ve uluslararası sorunları anlamanın yolu da kamu yayıncılığından geçer. Kamu yayıncılığında esas gerçeği anlatmaktır, kamuoyunu doğru bir şekilde bilgilendirmektir ve bunu evrensel gazetecilik ilkelerine uyarak yapmaktır. Kamu yayıncılığı, halkın doğru bilgi alma hakkına saygı göstermek, temel insan haklarına uygun yayın yapmak demektir. Buna, şu günlerde, Suriye'de Irak'ta, Türkiye'nin canını acıtan olayları görmek ve anlamak açısından ne kadar ihtiyacımız var değil mi?
Belki bir başka yazıda 'kamu yayıncılığı'nın temel niteliklerine daha kapsamlı bir şekilde bakabiliriz ama şunlara değinmeden geçmeyelim. Kamu yayıncısının gözünde yayın yapılan kişi, kendisi gibi o ülkenin eşit vatandaşlarıdır, o nedenle de o ülkede yaşayan herkesi kapsayıcıdır. Vatandaşları, din, dil, ırk, toplumsal konum ya da gelir düzeyi açısından sınıflandırmadığı için, yaptığı yayınlar eşitlikçi ve demokratiktir. Kamu yayıncılığı ilkeleriyle yapılan yayınlarda, haberlerden hafif programlara kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde çeşitlilik vardır. Bu sayede toplumun farklı ilgi alanları ve farklı sorunları ele alınabilecektir. Kamu yayıncılığı, düşüncenin özgürce ifade edilebileceği, bilginin, birbirinden farklı görüş ve eleştirilerin dile getirilebileceği bir forum oluşturacaktır. Kamu yayıncılığı bilgi vermeyi, eğitmeyi ve eğlendirmeyi esas alır.
SAHİCİ KAMU YAYINCILIĞI ŞANSINI İKTİDAR YOK EDİYOR
Bütün bunların gerçekleşebilmesi, kamu yayıncılığının siyasi ve ticari baskılar karşısında ne kadar bağımsız ve özgür olabildiği ile bağlantılıdır. Türkiye'deki temel sorun da budur işte, yoksa bu temel ilkelere göre kaliteli içerik üretip, onu en yeni teknoloji ile yayına hazırlayabilecek altyapı ve insan gücü sorunu yoktur.
Türkiye'de kamu yayıncılığının bir türlü kök salamaması, siyasi iktidarın farklı görüşlere tahammül edememesinden, tahakkümcü olmasından kaynaklanmaktadır. Kanunlar, buna hizmet edecek şekilde yazılmakta, ve iktidar bağımsız olması gereken bu kurumlara fiilen kendisine hizmet edecek kişileri atayarak, bu kurumların kağıt üzerindeki yansızlık, özerklik ve bağımsızlık gibi niteliklerini kolayca çiğneyebilmektedir. TRT'de seçim öncesi yayınlardaki dengesizliğin nedeni de aslında işte budur, sorun editoryal hata değildir, onu aşıp geçmektedir.
BBC, ÖZERKLİĞİNİ MÜCADELE EDEREK KORUYOR
Sorun biraz da, baskılara dayanabilme, direnç gösterme, emirlere hemen boyun eğmeme, mesleğe sahip çıkma, ve vicdan sahip olabilmek galiba. Daha önemlisi, bunlar sadece TRT'yi değil, özellikle habercilik yayını yapan medya sahiplerini ve yöneticilerini de ilgilendiriyor.
Ne demek istediğimi birinci elden yaşadığım bir habercilik deneyimi ile anlatayım: 1982 yılıydı. O sırada Londra'da BBC'de çalışıyordum. İngiltere, Arjantin'e savaş açmıştı. BBC'de tüm haberlerde ve haber programlarında yansız bir dil kullanılıyordu; 'bizim askerlerimiz' ya da 'düşman Arjantin' gibi tanımlamalara ve örneğin 'şanlı İngiltere' ya da 'büyük donanmamız' gibi sıfat tamlamalarına yer verilmiyordu. Yayın içeriğinde de dikkat çekecek bir değişikliğe gidilmemişti. Hatta yayınlarda, doğruluğu henüz kesinleştirilememiş haberlerden söz edilirken, 'İngiliz Savunma Bakanlığının açıklamasına bakacak olursak…' gibi ifadeler kullanılıyordu. Kısacası, sadece temel habercilik ilkeleri takip ediliyordu. Bu anlamda ilkeler açısından bakıldığında, savaş sırasındaki yayıncılık ve habercilik ile, bir önceki gün yapılan yayıncılık ve habercilik arasında hiç fark yoktu, sadece konular değişmişti o kadar.
Bu yaklaşım, BBC'den hiç hazetmeyen, ve her fırsatta BBC'nin 'liberallerin' ve 'solcuların' etkisi altında olduğunu ileri süren o zamanki Muhafazakar Başbakan Margaret Thatcher'ı çok öfkelendirdi; BBC'yi 'vatana ihanet' etmekle, 'askerlerin moralini bozmakla' suçladı. O sırada BBC'nin başında genel müdür olarak Muhafazakarlara yakın olduğu bilinen Sir Ian Trethowan vardı; eleştiriler karşısında, "BBC, her zaman olduğu gibi, çatışma zamanlarında da gerçekleri söyleme saygınlığını korumak zorundadır. Tabii ki BBC, saldırganlarla ülkemiz arasında yansız değildir, olamaz da. Ancak, İngiltere gibi bir demokrasiyi, Arjantin gibi bir diktatörlükten ayıran şeylerden biri, halkımızın kendisine gerçeklerin söylenmesini arzu etmesi ve bunun söylenebilmesidir" diye bir açıklamada bulunmuştu.
O sırada BBC Yönetim Kurulu başkanı George Howard'dı ve başkanlığa bizzat Margaret Thatcher'ın tavsiyesi üzerine atanmıştı, ama Howard da, eleştiriler karşısında BBC'yi savunan bir konuşma yapmış, 'BBC, savaş zamanında ilk vurulanın gerçekler olmamasında kararlıdır. Kamuoyu haklı olarak gelecekten kaygılı. Bu nedenle de, bu demokraside, kendisine mümkün olan en çok bilgi verilmesini hakediyor. Tüm dünyada haberlerimize inanılıyor, çünkü gerçekleri söylemek gibi bir saygınlığımız var" demişti. O sırada sürüp giden tartışmalara, BBC Radyoları Genel Müdürü Richard Francis de katılmıştı : "BBC'nin rolü, İngiliz askerlerinin moralini yükseltmek ya da İngiliz halkını bayrak altında toplamak değildir. Portsmouth'da dul kalanla, Buenos Aires'te dul kalan arasında bir fark yoktur…BBC'nin, şu andaki ya da herhangi bir başka hükümetten vatanseverlik dersi almaya ihtiyacı yoktur."
Bu BBC öyküsünü sadece kamu yayıncılığı yapmakla yükümlü TRT yöneticilerine değil, özellikle habercilik yayını yapan medya sahipleri ve haber yöneticilerine de anlattım. Belki gerek de yoktu hani. Çünkü siz ne demek istediğimi zaten biliyorsunuz!