Sistemik yolsuzluk ve paydaş medya

Konuyla ilgili yayın yasağı yok ama anaakım medya rafa kaldırılan şeffaflık paketinin ve Erdoğan’ın bu konudaki sözlerinin üstüne gitmiyor

OMER TASPINAR

18.02.2015

Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan kısa bir süre sonra beklenen oldu. Başkanlık sistemi yasal düzenlemelere gerek kalmadan, fiilen işlemeye başladı. Bugün geldiğimiz noktada ülkenin Başbakan Davutoğlu değil Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yönetildiği o kadar açık ki, Erdoğan'ın her istediğini yapması artık haber bile olmuyor. Ender olarak Erdoğan'ın her istediği olmadığında olay haber niteliği kazanıyor.
 
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın Erdoğan'a rağmen istifası bunun basit bir örneği. Bu durum şaşkınlık yarattığı için, acaba başbakan güçleniyor mu merakı sarıyor medyayı. Sistemik çarpıklık öyle boyutlara ulaşmış durumda ki, ülkenin bu şekilde yönetiliyor olması artık kamuoyunca yadırganmıyor bile.
 
Bu durumu çok açık bir şekilde gözler önüne seren ibret verici bir örnek geçtiğimiz haftalarda yaşandı.
 
Davutoğlu'nun yolsuzluk konusunda göreceli olarak daha hassas olduğu biliniyor. Yolsuzlukla mücadele konusunda hükümet yasal bir adım atmak istedi. Mal bildirimi ve imar düzenlemeleri gibi iki önemli alanda reform içeren yeni bir "şeffaflık" yasası Meclis gündemine taşındı. Muhalefet yasa paketine destek vereceğini açıkladı. Başbakan paketin arkasında durdu. Peki ne oldu bu paketin âkibeti? Yasa tasarısı iki hafta önce Meclis gündeminden çekildi ve rafa kaldırıldı.
 
Neden?
 
Çünkü Davutoğlu bu konuda kendisiyle üç kez görüşmesine rağmen Türkiye'nin fiili Başkanı'nı ikna edemedi.
 
İşin en trajikomik tarafı Erdoğan'ın konuyla ilgili inanılmaz sözleri:
 
"Mal bildiriminde çok dikkatli olunmalı. Böyle giderse görev alacak il ve ilçe başkanı bulamazsınız. Bu konularda ekonomiyi dikkate alarak karar verilmeli."
 
Yolsuzluğun sistemik hale gelmiş olduğu bundan daha net bir şekilde itiraf edilemezdi herhalde. Ama nedense dünyanın en özgür medyasına sahip olan ülkemizde bu sözler manşet olmadı.
 
Peki yolsuzlukları azaltmayı hedefleyen bu şeffaflık paketinin kamuoyu açısından hiç mi önemi yok ? Tabii ki var. Çünkü kendisi ve ailesi yolsuzluklar konusunda şaibe altında olan bir başkan yönetiyor ülkeyi. Hükümetin dört tane bakanı yolsuzluklara karışmış oldukları için istifa ettiler ama nedense bir türlü yargı önüne çıkıp hesap vermediler. Şimdi yeni bir başbakan var ve şeffaflık istiyor. Ama mütevazı bir şeffaflık paketi Meclis'e gelemiyor bile. Normal şartlarda bu konunun medyada ana gündem olması ve ülkeyi sallaması gerekirdi.
 
Ama burası Türkiye.
 
Hatırlarsanız dünyanın en özgür medyasına sahip ülkemizde Meclis Araştırma Komisyonu'nun yolsuzluklar konusundaki çalışmalarını haber yapmak bile yasaklanmıştı. Peki özgür ve bağımsız bir medyanın yokluğu sadece sansürle, baskıcı bir hükümetle ve yandaş medyanın gücüyle açıklanabilir mi? Konuyla ilgili bir sansür olmamasına rağmen neden anaakım medya bugün şeffaflık paketinin ve Erdoğan'ın sözlerinin üstüne gitmiyor? Olay tabii ki sadece yandaş medyanın duruma göz yummasından ibaret değil. Çok daha sistemik bir çarpıklıkla karşı karşıyayız.
 
T-24'te son derece güzel yazılar yazan Cemal Tunçdemir'e borçlu olduğumuz "paydaş medya" kavramı bu bağlamda özel bir öneme sahip. Sorun yandaş değil paydaş medya.
 
Tunçdemir'e göre yandaş olmak doğal bir hak. Yüzde yüz objektif ve tarafsız bir gazetecilik tabii ki olanaksız. Hangi haberin fikri takibinin yapılacağı, hangi haberin çok kurcalanmayacağı, hangi gelişme ve açıklamanın ön plana çıkarılıp çıkarılmayacağı bilimsel bir objektivitenin sonuncunda ortaya çıkmıyor. Bütün bunlara ‘editoryal seçim’ deniyor.
 
Gerisini Tunçdemir'den dinleyelim:
 
"İstisnasız bütün editoryal seçimler, bir tavıra, bir tarafgirliğe, bir ‘yandaşlığa’ dayanır. Gazeteci insandır. Algısız, duygusuz, tarafsız bir ‘yansıtıcı’ olamaz. Her gazeteci, okur kitlesinin, patronlarının, sosyal çevresinin vs. görüşünü, pozisyonlarını, hassasiyetlerini belli ölçüde dikkate alır. Buraya kadar doğal karşılanabilir bir durum söz konusu… Ta ki işin içine ‘kamu kaynaklarından beslenme’ girinceye kadar… Bir hükümetin gücünden finansal olarak destek alıp o hükümetin her politikasını desteklemenin basitçe ‘yandaşlık’ diye nitelendirilemeyeceği açık. Örneğin, bir medya organının milyonlarca dolarlık reklam ve kredi aldığı kamu bankası hakkındaki yolsuzluk iddialarını canhıraş şekilde itibarsızlaştırma çabasına ‘fikri yandaşlık’ denmez, ‘paydaşlık’ denir. Kamu kurumlarının reklam pastasının, padişah ulufesi gibi ‘keyfi’ dağıtımından yararlanıp, karşılığında o payı ihsan edenlerin her yanlışını savunmak açık paydaşlıktır. Kamu bankaları ile şeffaf olmayan kredi ilişkilerine girmek açık paydaşlıktır. Paydaş medyanın gazetecilikle ilgisi yoktur. Ticari bir konudur ve eğer kamu kaynakları da işe giriyorsa olayın kriminal bir yönü de vardır.''
 
Tunçdemir'in dile getirdiği sorun kamu pastasının ve devlet imkanlarının yağmalanmasıdır. İhale peşinde koşan medya patronları ve yüksek kazanç arayışı içindeki medya çalışanları nedeniyle paydaşlık sistemsel hale gelmiştir.
 
Türkiye'nin medya sorunu, bu açıdan bakınca, çarpık bir siyasi kültür ve çarpık kapitalizmin ürünüdür.
 
Evet, bu sorun yeni değildir. AKP öncesinde de aynı sorunlar vardı. Ama AKP iktidarıyla sorunun ulaştığı boyut yenidir. Zira, paydaş medyacılık gittikçe güçlenen AKP hegemonyasıyla doğru orantılıdır.
 
Askerî vesayet dönemindeki koalisyon hükümetleri medya üzerinde bugünkü gibi bir sistemsel baskıyı kurmak isteseler de kuramazlardı. Buna ekonomik ve siyasi güçleri yetmezdi. Çok parçalı yapı ve ekonomik krizler nedeniyle o dönemki kamu pastası hem çok daha küçüktü hem de çok bölünmüştü. Pastanın bu küçüklüğü ve bölünmüşlüğü rekabet yaratıyordu.
 
Oysa bugün pasta çok büyük ve tek parti rejimi bu büyük pastayı elinde tutuyor. Devletin elindeki bütün olanakları kullanan bir tek parti ve tek adam rejimi ülkeyi faşizan ve totaliter bir yapıya sürüklerken haber alma, ifade ve gösteri özgürlüğü adım adım ortadan kaldırılıyor. Paydaş sistem demokrasiyi ortadan kaldırıyor.
 
Sadece yandaşlar değil, ana akım denen medya da artık bu paydaş sistemsel çöküntü içindedir. Demokratik seçimler her zaman çıkış yolu olmalı tabii ki. Ama haber alma özgürlüğü olmayan bir ülke de seçimler demokratik olabilir mi? Paydaş medya nedeniyle haber alma özgürlüğü elinden alınan seçmenler demokrasiye olan inançlarını daha ne kadar koruyabilirler?
 
Şeffaflık paketi konusunda geldiğimiz nokta ortada.
 
Toplumu, medyayı, haber alma özgürlüğünü egemenliği altına almış bir otokrat neden şeffaflık istesin ki? "Erdoğan şeffaflık istemiyor" manşetini atamayan paydaş medya sonuç olarak istese de istemese de bu faşizan ve totaliter gidişata ortak durumda.
 
Gene Tunçdemir ile bitirelim: "Yandaş medya olmak haktır. Paydaş medya olmak sadece gazeteciliğe ihanet değil, suçtur."