Gazetecilere Güney Afrika dersleri

“Uluslararası Tecrübeler Işığında Medya Özgürlüğü” çalıştayında G. Afrikalı gazeteciler Apartheid ve sonrasındaki mücadelelerini anlattılar

PELİN CENGİZ

02.03.2015

 


Geçen kasım ayında Güney Afrika'nın görkemli kentleri Johannesburg ve Capetown'u görme fırsatı buldum. Bu fırsatla ülkenin geçirdiği siyasi süreçleri yerinde dinlemek ve öğrenmek de mümkün oldu. Malum, Türkiye'de barış sürecinin konuşulmaya başlamasıyla birlikte Güney Afrika modeli pek çok kez gündeme geldi, milletvekilleri, gazeteciler, çatışmasızlık üzerine çalışan sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ülkeye giderek, deneyimleri ilk ağızdan dinledi, incelemeler yaptı.

Bartholomeu Dias 1488’de Ümit Burnu’nu keşfettiğinde, Hindistan’a giden yolu kısalttığını, ticareti canlandıracağını düşünmüştü ama pek öyle olmadı. Önce Hollandalıların sömürgesi olan ülke daha sonra İngilizlerin eline geçti. Beyaz adamın, gelip topraklarına yerleşmesiyle birlikte yerel halk, insanlık tarihinin en büyük zulümlerinden birini yaşadı. Daha sonraki dönemlerde 1948’den 1994’e kadar iktidarda kalan Ulusal Parti’nin uyguladığı ırkçı Apartheid politikası sonucu, nüfusun yüzde 91’ini oluşturan siyahlar her alanda ayrımcılığa uğradı, kendi toprağında öteki oldu.



Güney Afrika tarihi, özellikle bu ülkede yaşanan siyahların hak ve eşitlik mücadelesi birçok ülke için öğretici derslerle dolu. 1948-1994 arasında siyahlara yönelik ırkçı rejimin en acımasız uygulamaları gerçekleştirildi, zorunlu yerinden edilmeler, ekonomik ve sosyal haklardan mahrum bırakılmalar, gayri insani uygulamalar, sürgünler, işkenceler…

Apartheid rejimi yıkılalı 20 yıldan fazla zaman geçti. Baskıcı, ırkçı rejimin yerine yeniden inşa edilen demokratik rejimin, varılan toplumsal uzlaşının ekonomik, sosyal ve en önemlisi günlük hayata ne kadar yayabildiği en kritik konu. Güney Afrika, Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için gündeme gelen Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nu kurup işletmiş bir ülke. Önemli bir işlev yerine getirmişse de, geçiş dönemi adalet aracı olarak nitelenen bu komisyon, yıllar süren insan hakları ihlallerinin yarattığı ayrımcılığı, toplumsal bölünmüşlüğü giderebilmiş değil. Her ne çok önemli adımlar kat edilmişse de üzerinde mutabık kalınan kalıcı barışın, çatışan unsurların da barışacağı anlamına gelmediğinin kanıtı. Beyazla siyahın derin yarasının iyileşmesi için birkaç 10 yıl daha gerekli belki…

Zor zamanlarda gazetecilik

Bu zulüm rejiminden medya da elbette nasibini aldı, konuşmanın, yazmanın, gerçekleri anlatmanın son derece sancılı olduğu yıllardan geçildi.

Baskı rejiminin kendini iyice gösterdiği yıllarda hem medyaya hem de Apartheid karşıtlarına, ırkçı ve otoriter uygulamaları eleştirenlere yönelik saldırılar da arttı. Medyanın genel yapısı ülkede yaşayanların büyük bir çoğunluğunun sesini duyurabilmesinden, onların ihtiyaçlarına cevap verebilmekten çok uzaktı.
Güney Afrika'daki demokratikleşme sürecinin medyadaki etkisi nispeten hızlı hissedilmiş diyebiliriz. Ülkede medyanın özgürleşmesi adına pek çok şey yapıldı, sonunda halen eksikleri olsa da pek çok şeyi değiştirmeyi başardılar. Tüm Güney Afrika vatandaşları için adil, objektif, siyasetin müdahalesinden uzak yayın yapan çok sayıda medya kuruluşu yayıncılık sektöründe faaliyette.

Apartheid rejiminin sona ermesiyle birlikte medya, yapılan değişikliklerle iyi bir noktaya taşınmış, ancak halen ifade özgürlüğü ve sansür alanlarında gazetecilerin mücadelesi sürüyor. Geçen hafta Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Medialog Platformu, Media Monitoring Africa, Freedom of Expression Institute işbirliğiyle düzenlenen “Uluslararası Tecrübeler Işığında Medya Özgürlüğü” çalıştayında Güney Afrikalı gazetecilerin Apartheid döneminde ve sonrasında yaşadıkları deneyimleri dinledik.

Medya üzerinde baskı kurarak kontrol sağlamanın otoriter iktidarlar için ne derece önemli bir mesele olduğunun giderek daha fazla tecrübe edildiği bir dönemden geçiyoruz. Türkiye, son yıllarda etkisi giderek artan bir düzeyde gazetecilere, yazarlara çeşitli bahanelerle baskı ve sansür uygulanırken, gözaltılarla, tutuklamalarla, gazete baskınlarıyla topyekûn bir meslek grubuna yönelik gözdağı veriliyor. Aynı süreçleri hiç şüphesiz Güney Afrikalı gazeteciler de yaşadı.

Şimdi onların deneyimlerine kulak verelim:

“Medya özgürlüğü dikensiz bir gül bahçesi değil” diyen Media Monitoring Africa İcra Direktörü William Bird, “Savaşın ilk kurbanı hakikattir derler. Vahşi bir rejimde çok fazla şeyle mücadele etmeniz gerekiyor. Bunları biz Güney Afrika’da yaşamıştık. Medyayı bir tehdit olarak gördüklerinde hemen baskıyı artırmaya başlıyorlardı. Baskı illa silahla, kılıçla olmuyor o nedenle medya özgürlüğü için demokrasi olması şart” şeklinde konuşuyor.

Beeld gazetesinden Liezel de Lange ise, ülkedeki demokratikleşme süreçlerinin Apartheid döneminde yapılanları değiştirdiğini, bundan da gurur duyduklarını söylüyor ve şöyle devam ediyor:

“Biz şu anda Türkiye’deki gibi gazetecilerin hapse atıldığı bir aşamada değiliz ama yargının demokrasinin ana unsurlarından biri olarak faaliyet göstermesi konusunda endişeler var. Biz de çeşitli medyayı sindirme örnekleri yaşıyoruz. Bizlere de “şer odakları” gibi isimler takılıyor. Geçtiğimiz günlerde Meclis’te gerçekleşen toplantıdan gazetecilerin yayın yapmasını ve muhalif tweetler atmasını engellemek için jammer kullanıldı. Bu emri kimin verdiği hâlâ araştırılıyor.”  
Güney Afrika medyası, son zamanlarda ülkeye bir çeşit medya mahkemesi getirmeye çalışan hükümeti başarılı şekilde püskürtmüş. Yine de mücadele bitmiş değil. Mesela, halihazırda mücadele etmek zorunda oldukları, bazı bilgilerin medyadan gizlenmesini sağlayacak bir gizlilik yasası var. Aynı şekilde sansüre karşı verdikleri mücadele de sürüyor. Diğer yandan, Türkiye’de son dönemde fazlasıyla gündemde yer alan “cumhurbaşkanına hakaret” konusunda Güney Afrika’nın ceza hukukunda spesifik bir ceza yok. Ancak, gazeteciler böyle bir ceza getirmeyi düşünenler olduğunu aktarıyor.

Sivil toplumla ortak hareket etmek

Güney Afrikalı gazeteciler, sansüre, baskıya, yasaklara karşı mücadelelerini aslında sivil toplumun gücünü arkalarına alarak vermişler. Halka, sansürün devam etmesinin sadece gazetecilerle ilgili olmadığı, halkın bilgiye ve gerçeğe erişiminin engellendiği, onların bilmeleri gerekenlerden mahrum bırakıldıkları, günlük hayatta yaşadıkları sıkıntılarda siyasilerin nasıl rol oynadıkları anlatılmış. Köylere, kasabalara gidip siyasilerin yaptığı yolsuzluklar anlatılmış. Bu zaman alsa da, halk gazetecilerin onların yanında olduğunu görmüş.

Apartheid döneminde gazetecilerin hapse atıldığını, işkence gördüğünü ve birçoğunun sürüldüğünü ama medyanın sinmediğini, yaratıcı yollar bularak hikâyesini anlatmaya devam ettiğini söyleyen Güney Afrika City Press Gazetesi Editörü Mondli Makhanya’nın anlattıkları ilginçti:

“Türkiye bir dönem örnek alınan bir ülkeydi. Şu an bundan bahsetmek çok zor. Bizler bir dönem çok büyük baskılara maruz kaldık. Türkiye’de medyada yaşananlar geçmişte yaşadığımız yılları aklıma getirdi. Devletin kaynaklarının nereye aktarıldığını bilmeye hakları olduğunu, neleri bilmekten mahrum bırakıldıklarını, bunun elitist bir mücadele olmadığını anlattık. Halk bizim onların tarafında olduğumuzu gördü. Çok örgütlü bir sivil toplumla bunları gerçekleştirdik.”

Makhanya, “Hükümetlere verilen gücün sınırlandırılması şart. Bu dönemi atlatacaksınız, bu otoriterliği püskürteceksiniz. Ancak, medya özgürlüğünü en başından savunmanız gerekecek” diyor.

Güney Afrika Radyo ve Televizyon Kurumu’ndan Amina Frense, altı yıl önce Türkiye’yi ziyaret ettiğini ve o dönemde Türkiye’nin son derece ufuk açıcı bir ülke olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Şu an kendimize ‘ne oldu’ diye soruyoruz. Türkiye’deki medya ve ifade özgürlüğü konusunda büyük hayal kırıklığı yaşıyorum. Gazetelere baskın yapılması, gazetecilerin içeri atılması kabul edilemez.”

Apartheid döneminde gazetecilerin tamamen keyfi sebeplerle içeri atıldığını ifade eden Sunday Times gazetesinden Mzilikazi wa Afrika da, “Bizim de alanımız daraltılıyor, özgürlükler konusunda pek çok şey elde ettik ancak hâlâ kaygan bir zemindeyiz, sansürün bitmesi için uğraşıyoruz. Apartheid döneminde gazeteciler, neler olup bittiğini korkmadan anlatmayı sürdürdü. Sivil toplum ve medya bir arada mücadele vermeseydi, her şey çok daha kötü olabilirdi” diyor.

Güney Afrikalı gazetecilerin de deneyimlerinde görüldüğü gibi demokratik bir toplum olabilmenin yolu medyanın ne kadar bağımsız hareket edebildiğinden geçiyor. Güney Afrikalı gazeteciler, sorunun çözümünü halka kendilerinin onların yanında olduğunu anlatmakta bulmuş, başarılı olmuşlar da. Türkiye’de bu yöntem başarılı olur mu bilinmez ancak bir yerden başlanması gerektiği su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor.