Mehmet Baransu ve esas mesele

Gazetecinin kimliğini, niyetini ve kaynağını tartışmaksızın korumamız gereken ana öğe haber yapma özgürlüğü ve kamuoyunun bilgi edinme hakkı

VEYSEL OK

26.06.2015

"O Dört Er Böyle Öldü: Pimini Çekip Bombayı Verdi"   : Bu başlık, bizlere Elazığ’da bir komutanın nöbette uyuyan ere ceza olarak pimi çekilmiş bombayı vermesi sonucu meydana gelen patlamada 4 asker öldürdüğü bilgisini sunan haberin başlığı.

Aslan Paşa'nın Suçlu Kulakları”  : Bu başlık binlerce insanın hukuksuz olarak dinlendiği gerçeğini kamuoyuna ulaştıran haberin başlığı.

“CHP’li İşadamları MİT’te Fişlenmiş” : Bu başlık muhalif partilere yakın iş adamlarının fişlendiğini bizlere aktaran haberin başlığı.

“Sosyal Demokrat, F tipi, MHP’li Görev Verilmemeli” : Yine devletin vatandaşları politik/dinsel/etnik kimliklerine göre fişlediğini anlatan bir haberin başlığı.

“İstihbarat MİT Ajanından Gelmiş” : Roboski’de TSK’ya ait uçaklardan atılan bombalarla 34 sivil hayatını kaybetmişti. Bu başlıkla yayınlanan haberde ise  bombalamayı yapan uçaklara yanlış istihbarat verildiğini öğrendik.

Elbette çok tartışılan Balyoz haberlerini eklemek gerekir bu listeye. Tarihi bir nevi askerî darbe tarihi olan Türkiye Cumhuriyetinin, yeni bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldığına dair iddiaları içeren bilgiler, belgeler, ses kayıtları.

Ve sayısız nice haber.

Bu haberler; bizlere, yani okuyuculara, yani yurttaşlara kazayla öldüğünü düşündüğümüz askerlerin aslında açıkça katledildiklerini, devletin vatandaşlarını fişlediğini, kamu hizmetlerini bu ayrıma göre yaptığını anlattı, darbe girişimlerini ve daha nice bilgiyi, belgeyi edinmemizi sağladı.
Bu haberlerde imzası bulunan gazeteci, yukarıdaki haberlerin hemen hemen tümünden yargılanıyor/yargılandı, Balyoz darbe planları ile ilgili haberleri nedeniyle ise tutuklu.

Sanırım kimden bahsettiğimi anladınız.

Evet, o gazeteci Mehmet Baransu.

Haberlerinin diliyle, kimliğiyle, haber kaynaklarıyla tartışılan ve  aslında Türkiye’nin kısa tarihinin son diliminde önemli bir yer kaplayacak/kaplamış olan gazeteci Mehmet Baransu.

Büyük ihtimalle birçok insan gazeteci ismi belirtmeden yazdığım haber başlıklarını okuyunca haberleri çok cesurca ve büyük bir gazetecilik başarısı olarak gördü. Ancak haberlere kimin imza attığı ortaya çıkınca gerek meslek örgütleri gerekse gazeteciler muhtelif gerekçelerle/reflekslerle bir adım geri atıyor, haber yayınlama hakkını savunmak yerine habercinin kimliği ile ilgileniyorlar. Demokrasi ve gazetecilik açısından böylesine önemli haberlere imza atan bir gazetecinin tutuklanması karşısında okuyucuların, meslek örgütlerinin sessiz kalması basın ve ifade özgürlüğünün akıbeti açısından çok vahim ve korkutucu bir durum.

Cumhuriyet Gazetesinde, Can Dündar imzalı MİT Tırları ile ilgili habere devletin gösterdiği sert ve antidemokratik tepkiye karşı yükseltilen mesleki ve toplumsal dayanışmanın bir benzerini Baransu nezdinde görmüyoruz. Baransu imzalı haberler ile Can Dündar imzalı haber nitelik ve devletin gösterdiği yaklaşım açısından çok benzer olmasına rağmen, Baransu söz konusu olunca haberin amacı/kaynağı ve habercinin kimliği tartışılıyor, haberin kendisi görmezden geliniyor. Bir gazetecinin siyaseten yargı eliyle cezalandırılması karşısında suskun kalınıyor.

Oysa hepimiz biliyoruz ki, gazetecinin kimliğini, niyetini ve haberinin kaynağını tartışmaksızın korumamız gereken temel öğe haberin niteliği, haberi kamuoyuna ulaştırma özgürlüğü ve kamuoyunun bilgi edinme hakkıdır.

Baransu’nun haber dili gazetecilik meslek ilkeleri açısından tartışılabilir hatta eleştirilebilir. Ancak bir gazetecinin darbe planlarını yayınladığı için tutuklanması meselesi o gazetecinin kimliğini de aşan, gazetecilik mesleğinin geleceğini ipotek altına alan hatta gazeteciliği rehin alan bir durumdur.
Gazetecinin yayınlandığı bir haberden kaynaklı tutuklanması, basın ve ifade özgürlüğünün yanında halkın haber alma hakkını da yok sayan büyük bir hak ihlali. İfade ve basın  özgürlüğü niteliği gereği hem ifade edenin/gazetecinin özgürlüğü hem de o ifadenin yöneldiği adresin, kişinin/kişilerin özgürlüğüdür. Yani aslında tutuklu olan bizim ifade özgürlüğümüz, bilgi edinme hakkımız.

Önce Özel Yetkili Mahkemeler ve Savcılıklar aracılığıyla sonrasında Terörle Mücadele Mahkemeleri aracılığıyla ve şimdi de Sulh Ceza Yargıçlıkları aracılığıyla özgürlük alanları daraltılmakta, ifade özgürlüğümüze müdahale ediliyor. Yargıda gelişen bu durum, yargılamaların dosya içeriklerinin dışına taştığı ve özellikle gazetecilerin yargı eli ile cezalandırıldığına dair bir güçlü bir kanaat oluşmasına neden olmakta ki bu kanaat artık bir gerçeğe dönüşmüş durumda.
Gazetecilik mesleğini rehin alma durumundan çıkarmanın ve ifade özgürlüğümüze yönelik artık rutin haline gelmiş hukuksuz müdahalelere karşı kurtuluşun yegâne yolu; kimin gazetecisisin, kime hizmet ediyorsun, haber kaynağın ne gibi soruları bir kenara bırakıp güçlü bir mesleki dayanışma ile kamuoyu oluşturmaktır. Yeni dengelerle yasama faaliyetine başlayan TBMM’ye baskı/çağrı yaparak, TCK,TMK, Basın Kanunundaki ifade özgürlüğünü kısıtlayan düzenlemeleri değiştirip , gazetecilerin neredeyse eş ve çocuklarından çok hâkim/savcı görmesine neden olan dava yüklerinden kurtulmalarını sağlayacak yasal düzenlemeler yapmaya zorlamaktır.