Kuddusi Okkır ve yalanlar

“Kuddusi Okkır’ı ben tutuklatıyorum, ben öldürüyorum. Öyle böyle değil, ‘ölümüne bir algı operasyonu’ karşımızdaki…”

AHMET ALTAN

16.05.2016

 
Ahmet Hakan, 10 Mayıs Salı günü Hürriyet Gazetesi’nde bana hitaben aynen şöyle diyor:

“Kuddusi Okkır’ı tutuklattın…”

Net bir şekilde yazıyor:

“Tutuklattın…”

O kadar kesin ki okuyanın aklına en küçük bir şüphe bile gelmez.

Türkiye’de algı operasyonlarının ne düzeylere vardığını görmek doğrusu insanı şaşırtıyor… Sırtlarını iktidara dayayınca nasıl da pervasızlaşabiliyor bu algı operatörleri, nasıl sınır tanımıyorlar.

Şimdi size meselenin aslını anlattığımda, bu “algı operasyonunun” öyle gazetecilikle, televizyonculukla açıklanamayacağını, başka nedenler bulunması gerektiğini göreceksiniz.

Ahmet Hakan’ın benim “tutuklattığımı” söylediği Kuddusi Okkır 23 Haziran 2007’de tutuklandı.

O tarihte Taraf Gazetesi henüz kurulmamıştı.

Taraf Gazetesi diye bir gazete yoktu Okkır tutuklandığında.

Böylesine korkunç bir yalanın nasıl söylendiğini algılamanız zor olur diye bir daha söylüyorum.

Kuddusi Okkır tutuklandığında Taraf Gazetesi henüz yoktu.

Taraf, yayın hayatına Kuddusi Okkır’ın tutuklanmasından yaklaşık beş ay sonra Kasım 2007’de başladı.

Ama Ahmet Hakan hiç fütursuz yazıyor:

“Kuddusi Okkır’ı tutuklattın.”

Aslında bu kadarı yeter deyip yazıyı burada kesebilirim.

Olmayan bir gazeteyi ve onun yöneticisini bir adamı “tutuklatmakla” suçlayabilecek kadar ruhu, zihni, omurgası çarpılmış bir adamın nasıl bir “algı operasyonu” yaptığını, nasıl bir görevi üstlendiğini göstermeye sadece bu yeter.

Ama devam edeceğim.

Ahmet Hakan’a, Okkır’ı benim “tutuklatmam” yetmiyor, hızını alamayıp iki gün sonra “öldürdüğün Okkır” diye yazıyor.

Kuddusi Okkır’ı ben tutuklatıyorum, ben öldürüyorum.

Öyle böyle değil, “ölümüne bir algı operasyonu” karşımızdaki.

Üstelik yazdıklarının yalan olduğunu da biliyor.

Kuddusi Okkır’ın eşi Sabriye Okkır’la 27 Nisan 2016’da bir söyleşi yaparak, “siz olaya cinayet diyorsunuz. Kim işledi bu cinayeti” diye soruyor.

Sabriye Okkır, Ahmet Hakan’a “İstanbul’daki üç hastane, Tekirdağ’daki hastane… Bu hastanelerin doktorları… Hakimler, savcılar… Dönemin adalet bakanı… Hepsi elbirliğiyle öldürdüler adamı. Tedavi ettirmediler. Hesabını da vermiyorlar,” diyor.

Acılı kadının cevabı, kimi suçladığı konusunda çok net.

Bu gerçeği bile bile “öldürdüğün Okkır” diye yazıyor gözünü kırpmadan.

Bizim gazetede, hastalanan Okkır’ın tahliyesine engel olmayı amaçlayan tek satır haber çıkmış mı?

Hayır.

Ölümünden sonra ise “hasta tutukluya gerekli ilgiyi göstermeyerek ölümüne sebep oldukları” için sorumlular hakkında beş tane eleştirel haber yayınlamışız.

9 Temmuz 2008’de yayınlanan ilk haberde, “teşhis yolunda can vermiş” başlığıyla, uzman doktorların, “teşhis geç konmuş ve iyi tedavi edilmemiş” dediklerini belirterek eşi Sabriye Okkır’ın ölümden sorumlu tuttuğu hakim ve savcılar için Adalet

Bakanlığı’na başvurduğunu söyleyen açıklamasını vermişiz. Aynı haberde, “Okkır’ın ölümü normalmiş” ara başlığıyla, AKP milletvekili ve Meclis Adalet Komisyon Başkanvekili Hakkı Köylü’nün “dışardaki insanlar da ölüyor. Savcılar sorumlu tutulamaz” sözlerini eleştirmişiz.

11 Temmuz 2008’de yayınlanan ikinci haberde, “Sabriye Okkır adalet arıyor” başlığıyla avukatının konuyu Meclis gündemine getirdiğini bildirmişiz.

17 Temmuz 2008’de yayınlanan üçüncü haberde, “darbeyi değil Okkır’ı araştır” başlığıyla “CHP’nin Meclis araştırması istediğini” ama Ufuk Uras’ın “Ayışığı” ve “Sarıkız” darbe girişimleriyle ilgili araştırma önergesine destek vermediğini yazmışız.

19 Temmuz 2008’de yayınlanan dördüncü haberde, Türk Tabibler Birliği’nin Okkır için rapor hazırladığını duyurmuşuz.

11 Eylül 2008’de yayınlanan beşinci haberde, “Okkır ihmaller kurbanı” başlığıyla Türk Tabibler Birliği’nin bu konudaki raporunu koymuşuz.

Peki Okkır neden tutuklanmış?

Okkır’ın adını polise, hem Danıştay baskınıyla, hem de Ümraniye’de bulunan silahlarla ilişkili olduğu saptanan emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin veriyor, “belgeleri ondan aldım” diyerek… Onun üzerine tutuklanıyor.

Tekin’in ifadesi şöyle:

“Kendim şahsen hiçbir siyasi parti ve sivil toplum oluşumu içinde yer almadım. Ancak bu hareketle ilgilenmemden sonra benim ayrılmam üzerine benimle birlikte ayrılan arkadaşlarım zaman zaman bana yeni bir oluşum meydana getirip bunun da liderliğini benim yapmam gerektiğini söylediler, özellikle Zekeriya Oztürk bu konuda çok ısrarcıydı. O dönem ben birçok insanla tanıştım, Hüseyin Görüm, İbrahim Özcan, Kuddusi Okkır isimli şahıslarla da bu aşamada tanıştım. Bu şahıslar kendilerini bana abartılı olarak tanıttılar. Hüseyin Görüm kendisini Kuvayi Milliye'nin Marmara sorumlusu, dedesini milli mücadeleye katkısı olan Şeyh Hüseyin olarak tanıttı. İbrahim Özcan kendisini aşırı sol örgütlerden mahkum olmuş ve ceza yatmış biri olarak tanıttı, bunlar ikisi kader birliği yaptıklarını söyledi. Kuddusi Okkır ise kendisinin İTÜ’de AR-GE çalışmaları yaptığını, fizikçi olduğunu bana söyledi, bu oluşumdan benim kopmamla birlikte yapılan teklifler üzerine Kuddusi Okkır kendi  çalışmam dediği ve iş yerimde yapılan aramalarda bulunan kendi görüşlerini ihtiva eden master plan çalışması başlıklı yazıyı bana getirdi. İncelememi istedi ben de usulen baktım. Çok önemli değerlendirmediğim için büromun bir köşesinde kalmış. 2004 yılının 3. ayından beri yazıhanemde duruyordu.”

İfadenin devamında da Kuddusi Okkır’dan “devletin yapılanması master plan” belgesini aldığını tekrar ifade ediyor ve kendisiyle bir yıldır görüşmediğini söylüyor…

Okkır, Emniyet’teki ifadesinde “belgeyi” Muzaffer Tekin’e verdiğini kabul ediyor. Aramada çıkan belgeleri inkar etmiyor, kimisini “ben duygularımı yazdım” diye, kimisini de “internetten indirdim” diye açıklıyor. Belgeleri kimlerle paylaştığını da hatırlamadığını söylüyor.

Okkır’ın ifadesi, Ergenekon delil klasörlerinde 147. sayfadan itibaren var… Hepsini okumak isterseniz oraya da bakabilirsiniz.

Ölüp aramızdan ayrılan bir insanla ilgili yeniden bu konuları açmak istemem elbet, mümkün olduğunca da dar tutmaya çalışıyorum ama karşımızda hiç sınır tanımadan yalan söyleyen, ölümün acısını insafsızca sömüren biri var… Yalanlarını ortaya çıkarmak için bunlara da değinmek zorunda kalıyoruz.

Dönelim yeniden hukuksal süreçle ilgili gerçeklere.

Okkır’ı tutuklayan hakim kim?

İdris Asan.

Şimdi ne yapıyor?

Yargıtay’da üye.

Peki, Kuddusi Okkır tutuklandığında Başbakan kim?

Tayyip Erdoğan.

Şimdi ne yapıyor?

Cumhurbaşkanı.

Okkır tutuklandığında Adalet Bakanı kim?

Fahri Kasırga.

Şimdi ne yapıyor?

Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri.

Okkır’ın hastalandığı dönemde Adalet Bakanı kim?

Mehmet Ali Şahin.

Şu anda ne yapıyor?

AKP Genel Başkan Yardımcısı.

Ahmet Hakan’ın yazılarında bunlarla ilgili bir suçlama var mı?

Hayır.

Gerçekler bu kadar açık, bu kadar net, bu kadar berrakken bir adam nasıl böylesine yalanlar yazabilir?

Bu soruyu sadece benim değil, okuyucularının, televizyondaki izleyicilerinin de sorması gerekir sanıyorum.

Bu algı operasyonlarıyla onları kandırmayı amaçlıyor çünkü.

Normal bir ülkede böylesine ölümcül bir yalan yazdığı kanıtlanan birinin meslek hayatı biter ama Ahmet Hakan “gazeteci” olarak değil “algı operatörü” olarak Hürriyet Gazetesi’nde ve CNN Türk’te tutulacak.

Başka operasyonlar için de kullanılacak.

Başka yalanlar da yazacak.

Başka insanları da hedef gösterecek.

Oralarda tutulmasının nedeni de, amacı da bu zaten.

O bir “algı operatörü” çünkü, hayatını böyle kazanıyor…

İşte bunun için benimle tek teke karşılaşmaktan o kadar korkuyor… Bunun için illa kalabalıklar olsun istiyor… Bunun için başkalarının arkasına saklanabilmek için o kadar kıvranıyor.

Böylesine yalanlar söyleyince kıvranmaktan başka çare kalmıyor tabii.
 
Gelecek bölüm: “Gazetecilikten tutuklanmadılar”