Bir ceza yöntemi olarak akreditasyon engeli

20’ye yakın gazete, televizyon, ajans ve dergi Saray’a, Başbakanlığa alınmıyor. AKP Genel Merkezi ve kongrelerinde de bu yasak geçerli

ASLI TUNÇ

29.05.2016

 

Türkiye’de artık ayyuka çıkmış olan basın ve ifade özgürlüğü ihlallerinin en sistemli yapılanlarından biri kuşkusuz basın akreditasyonu uygulamaları. Malum basın kuruluşlarına bağlı gazeteciler, TBMM, devlet kurumları ve basın toplantılarına katılabilmek için akredite olmak zorundalar. Bu dünyanın her yerinde hem haber alma hem de güvenlik açısından önemli. Evrensel bir uygulama olarak akreditasyona sahip olmayan basın kuruluşları basın toplantılarına giremez. 

Türkiye’de akreditasyon başvuruları Başbakanlığa bağlı Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM)’ne yapılmakta. Son dönemde resmi toplantı, tören, parti genel kurulu, yurt dışı toplantıları ve cenazelerden sonra Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu gibi spor aktivitelerinde bile akreditasyon uygulamaları yoğunlaştı. Burada problem akreditasyon alanının genişletilmesi değil, muhalif basın kuruluşlarına keyfi bir ayrımcılık uygulanması. Bu şekilde gazeteciler ve çalıştıkları kuruluşlara ceza veriliyor, yurttaşın haber alma hakkı sınırlandırılıyor ya da tamamen ortadan kaldırılıyor ve tabii tek elden akan görüntü ve haberlerle resmî propaganda çatısı kurulmuş oluyor. 

Demokrasi tohumlarının bir türlü yeşermediği bu coğrafyada iktidarı elinde tutanlar her daim kendilerine yakın duran gazetecileri koruyup kolladı. Eleştiriye, sorgulamaya ve gerçeği arayan habercilere zerre kadar tahammülü olmayanlar daima kendi yandaşlarını yarattı. Aslına bakarsanız bugün ağır bir akreditasyon engelini ceza yöntemi olarak kullananlar 28 Şubat 1997 sürecinde kendileri de çok katı akreditasyon uygulamalarına maruz kaldı. Dönemin “muhafazakâr” olarak tanımlanan gazete ve televizyonlarında çalışan habercilerin sırf başörtülü oldukları için üniversitelerin düzenledikleri toplantılara alınmadıklarını ve TSK’nın ambargo listelerinde olduklarını unutmamalıyız. Bugün ise yirmiye yakın gazete, televizyon, ajans ve derginin Saray’a, Başbakanlığa, bakanlıklara, kamu binalarına alınmadığı biliniyor. AKP Genel Merkezi ve kongrelerinde de bu yasaklar geçerli.

Hatta bu uygulama sadece Türkiye ile sınırlı kalmıyor. Son dönemde Avrupa ve Amerika’daki toplantılarda da aynı sorunlu anlayış devam ettiriliyor. En son uygulama ise akreditasyonun sadece Türk gazeteciler üzerinde değil uluslararası basın kuruluşlarına bağlı çalışan yabancı haberciler için de bir baskı unsuru olarak kullanılması. 

Örneğin, cumartesi günü Cumhurbaşkanı ve Başbakan toplu tesis açılışı için Diyarbakır’daydı. Associated Press, Reuters, Amerika'nın Sesi, Cumhuriyet, DİHA, Evrensel ve bölgeden yayın yapan birçok Kürt televizyonu muhabirinin akreditasyon başvurusunun kabul edilmediği haberlerini okuduk sosyal medyada. 

Son dönemde Türkiye'de basın özgürlüğü üzerindeki baskılar, ülkede çalışan yabancı basın mensuplarının da korkulu rüyası haline geldi. Dünyanın pek çok ülkesinden birçok basın mensubu, “terör örgütü üyeliği”, “akreditasyon iptali” ve “Cumhurbaşkanına hakaret” gibi gerekçelerle Türkiye'den sınırdışı edildi ya da gözaltına alındı. Der Spiegel, USA Today, Norveç'ten Aften Posten ve Avrupa medyasından çok sayıda gazeteci Türkiye'de çalışma izni alamadı. İktidar, “Yeni Türkiye” vizyonunu sorgulayan ulusal basın kadar uluslararası medya temsilcilerine de diz çöktürmeye kararlı görünüyor.  

Somut veri arayışıyla BYEGM’nin akreditasyon verdiği gazetecileri hangi hukuki ve idari kriterlere göre değerlendirip karar verdiğini bulmaya çalışıyorum. İnternet sitesinde  kurumun vizyonu “Dünyada gerçekçi bir Türkiye algısının yerleşmesine, güçlü ve özgür basın ortamının sağlanmasına katkıda bulunan referans kurum olmaktır” olarak tanımlanmış. Kurumun görevleri arasında ise  “Yerli ve yabancı basın-yayın organlarının ve mensuplarının çalışmalarını  kolaylaştırmaya  yönelik tedbirleri almak, bu hususta gerekli düzenlemeleri yapmak” sıralanmış. Uygulamalar ise ne yazık ki bu parlak vaatlerin tam aksine işliyor.