Macaristan’ın 1956’ya takılmış hayatları

Üzerinden 60 yıl geçtikten sonra bile Macaristan’ın 1956 Devrimi/Ayaklanması’nın travması ve tartışması bitmiyor

SEZİN ÖNEY

24.10.2016

Radio Dunapentele, 4 Kasım 1956 günü:

“Macaristan arıyor, Macaristan arıyor: ülkede kalan son kanaldan sesleniyoruz. Bu mesajı, Birleşmiş Milletlere iletin. Bu sabah, saat 01:30’da Rus güçleri, Macar ulusuna karşı saldırıya geçmiştir.  Birleşmiş Milletlerden acil yardım göndermesini talep ediyoruz… Yayınlarımızın durması ve bizden bir daha haber alamamanız çok mümkündür. Sadece bizi öldürdüklerinde susmuş olacağız. Macaristan’a yardım edin!”

O yardım, hiçbir zaman gelmedi.

Bu yardım çağrısına yol açan olaylar zincirinin üzerinden tam 60 yıl geçti. 1956 “Devrimi”, hâlâ Macaristan’ı siyaseten şekillendirmeye devam ediyor.  23 Ekim’de Sovyetlerin ülke üzerindeki baskısına karşı başlayan isyan, 10 Kasım’a kadar sürmüştü. Önce, başkent Budapeşte’nin merkezinde, Macar tarihi bakımından “halkın temsiliyetini” sembolize ettiği için büyük önem taşıyan Parlamento önünde öğrencilerin başlattığı gösteriler, ardından bütün ülkeye yayılmıştı. Gösterilerin bütün ülkeyi saracak biçimde alevlenmesine, Budapeşte’de Parlamentonun çok yakınında bulunan, devlet radyosu binasına yürüyen öğrencilerin üzerine ateş açılması neden olmuştu.

Başlangıçta öğrencilerin ağırlıkta olduğu 20 bin kadar protestocu, şu amacın gerçekleşmesi için bir araya gelmişti; “Macaristan’ın, tüm yabancı güçlerden bağımsız, demokratik sosyalizmle yönetilen, tüm Macar vatandaşlarının özgür insanların sahip olması gereken hak ve özgürlüklere sahip olduğu, Birleşmiş Milletlere üye bir ülke” haline dönüşmesi. Toplanan kalabalık, bu taleplerini getiren manifestonun okunmasından sonra, şair ve 1848 dönemi devrimcisi Petőfi Sándor’un Sovyetler etkisiyle yasaklanan bir şiirinden şu dizeleri bağırmıştı; “Yemin ediyoruz bir daha asla köle olmayacağımıza”. Bu sloganın ardından da, Macar bayrağının ortasına 1949’da eklenen Stalinist sembol kesilmişti. Ortasında bir yuvarlak kesik bulunan Macar bayrakları bugün bile çok güçlü bir sembol.

Zaten, 23 Ekim’de sadece saatlerle sınırlı bir zaman diliminde, hafızalara kazınan ve halk genelinde yankı bulan o kadar çok sembolik an yaşandı ki, dönemin kısıtlı iletişim imkânlarına rağmen saatler içinde kalabalıklar büyüdü, gösteriler yayıldı.  O gün, akşamüzeri saatlerine gelindiğinde, sadece Parlamento önündeki kalabalık 300 bin kişiye yaklaşmıştı. Sosyalizm ve haklar-özgürlükleri birleştirmek istediği için Sovyetler tarafından Bakanlar Konseyi Başkanlığından uzaklaştırılan Imre Nagy de, Parlamento’daki bir balkondan halka taleplerini onaylayan tonda kısa bir konuşma yaptı.

Ancak, bahsettiğimiz gibi, barışçı hava, radyo binası önünde protestoculara Macar gizli polisi, “Devleti Koruma Güçleri” (ÁVH) tarafından ateş açılmasıyla bozuldu.

Sovyetlerin de, Macaristan’daki olası bir ayaklanmaya karşı planı hazırdı. 24 Ekim’in ilk saatlerinde Sovyet tankları, Macaristan sınırından içeri girdi. Öğle saatlerinde, tanklar Budapeşte’de, Parlamento’nun önündeydi. Sovyetlerin çıkartması üzerinde, göstericiler de silahlanarak Budapeşte genelinde barikatlar oluşturdu. Sovyet güçleri, Macaristan’a gövde gösterisi ötesinde bir saldırı düzenlemek için hazırlıklı değildi; aralarında göstericilere sempati duyanlar dahi vardı. Göstericiler de, Macar güvenlik güçleri arasındaki bölünmeden yararlanarak, çatışmalarda ağırlıklı olarak rejimi koruyan asıl silahlı birim olan ÁVH üzerine yüklendiler. Böylece “devrimciye” dönüşen göstericiler, ülke genelinde hakimiyetlerini ilan etmeye başladılar. Siyasi olarak da hızlı bir organizasyon gerçekleşti; kurulan İşçi Konseyleri siyasi yönetimi, yerelde devralmaya başladı. Imre Nagy de, yeniden başbakanlık görevine getirildi. Ekim sonunda, neredeyse tüm ülkede çatışmalar yatışmaya başlamış ve devrimciler kontrolü ele büyük ölçüde almıştı.

Yalancı sonbahar

31 Ekim’de, Macar Devlet Radyosunda seslendirilen şu meşhur cümle, günün “baskıdan kurtuluş” ruhunu çok iyi temsil ediyordu; “Sabah akşam yalan söyledik; her dalga boyunda yalan söyledik”.
Sovyetler de, yenilgiyi kabul edip, Macaristan çekilmeye gideceklerinin sinyallerini veriyordu. Devrim gerçekten de başarıya ulaşmış gibiydi.  Fakat, 4 Kasım’da Sovyet tankları çok daha güçlü ve bu sefer,  saldırı planları da olan biçimde geri döndü. Yazının başında bahsettiğimiz yardım çağrısı da, o günlerde yayınlanmıştı. Çatışmalar, 10 Kasım’a kadar sürdü; toplamda 700 kadarı Sovyet askeri olan 3500’e yakın kişi hayatını kaybetti. Ve Macaristan dışına müthiş bir kaçış başladı; o günlerde 200 bini aşkın Macar, ülke dışına mülteci olarak kaçtı. Kaçamayanlara da, yaklaşık birkaç ay sürecek, dalgalar halinde gelip duran tutuklamalar, idamlar ve dışlamalarla, ağır bir baskı dönemi başladı. 1957 başına gelindiğinde, ülkede muhalif olarak sesini çıkarabilecek kimse kalmamıştı. Ve, 1956 üzerine konuşmak da yasaklandı.

Ancak, hiçbir yasak sonsuza kadar sürmüyor ve herkesi susturamıyor; 1980’lerin başına gelindiğinde, 1956 olup bitenler müthiş hararetli siyasi tartışmalara neden oldu. O zamanlar daha doğmamış bile olan gençler arasından bu tartışmaların parçası olanlar, bugün Macaristan politikasında ismi çok geçen kişiler. 23 Ekim ise,  1989’dan beri, Üçüncü Macar Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümü olarak en önemli resmî gün.

Yaklaşık üç haftalık o “devrim” döneminin ve ertesindeki dönemin ülke üzerindeki izleri ise çok ağır ve bir türlü travması bitmiyor.  Hayatını kaybedenlerin yakınları, ülkeden kaçmak zorunda kalanlar, tutuklananlar ve damgalanarak hayatın dışına itilenler… Nesilden nesle aktarılan kırgınlıklar, kızgınlar ve bitmeyen bir kavga.

23 Ekim 2016’da da, 60 yıl önce olayların başladığı yerde, Budapeşte’de Parlamento’nun önünde kavga çıktı. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán konuşurken, “Diktatör” diye bağıranlar, iktidar ve muhalefet partilerinden saç saça baş başa birbirlerine girişenler ve çok da ironik biçimde, tam 60 yıl sonra, “Demokrasi” talebiyle slogan atanlar…

Ve Macaristan, hâlâ 1956’nın düğümünü çözememiş hâlde, o günün anılarını yeni ve yeniden kurgulayarak kendi içinde yeni kutuplaşmalar, yeni toplumsal çatışmalar üretip duruyor.