İbni Sina, Farabi kim, sen kimsin!
Sen kimsin de İbni Sina’yı, Farabi’yi genç nesillerin gözünde değersizleştiriyor, hattâ düpedüz düşman ilân ediyorsun? Maksadın ne?
28.10.2016
Cübbeli Ahmet Hoca adıyla şöhret kazanıp şahsiyet sırasına girmiş kimse (Ahmet Mahmut Ünlü), İbni Sina ve Farabi’yi kâfir ilân etti. Daha doğrusu bu iki büyük dâhinin kâfir olduklarını hatırlattı. Kendisinin ezcümle itibarının ağırlığını taşıyan bu hükmü Cübbeli, İmam Gazali’nin tekfir işlemini nakleden İmam Rabbani’ye dayandırdı. Aferin! “Akılla, felsefeyle, mantıkla, zekâyla çalışmaz; bu kapı açılmaz, bu eşik aşılmaz!” diye haykırıyor Cübbeli, ilgili vaazında; “Ne oldu Aristo, ne oldu Sokrat, ne oldu Eflatun?” diye soruyor. (Merak edenler buraya tıklayıp bakabilir, müsaadenizle aktaramayacağım.)
Evet, ne olmuş onlara? Onların yolundan giden kahrolmuş, izini süren batmış mahvolmuş herhalde. Buna karşılık, İbni Sina ile Farabi’yi tekfir eden veya bunu ballandırarak kuşaktan kuşağa aktaranlar mesut olmuş, ebediyete kadar saadet içerisinde yaşamışlar.
Cübbeli’nin tekfirini baştan sona doğru dürüst okuyayım da, başkalarının aktardıklarına dayanarak üstüne laf etmeyeyim diye, internet bağlantısı bulunan her büyükşehir insanının yapacağı üzre, Google’a başvurdum. İkisi Youtube’dan, biri Daily Motion’dan üç video bağlantısını kenara ayırırsak, ilk elde karşıma çıkan kaynaklar şunlardı (Google sıralamasına göre, tekrarları atlayarak sayıyorum): Birgün, Posta, Yeni Çağ, Rast Haber, Sol.org, Nediyor.com, İzlesene.com, Mülkiye Haber, Palo, Halkın Vekilleri, Rojhaber, Marmara Haber, Vaziyet, Sanal Basın, Alkışlarla Yaşıyorum, Bu Gazete, Kızlar Soruyor, Times of Crimea, Yeni Dönem, ABC Gazetesi, T24, Haberler.com, Haber2e, Uludağ Sözlük, Magazin 365, Politika Kulvarı, Ekşi Sözlük, ABNA24, Jurnal Haber, Akademi Politik, Fars News, Ok.ru, Turkish.Shafaqna.com. Google’ın ilk dört sayfada verdiği sonuçları aktardım, gerisine herhalde gerek yok. Maksat hâsıl olmuştur sanırım: Adını sanını geniş çoğunluğun bildiği, ana akım veya ona yakın sayılabilecek herhangi bir yayın organı, Cübbeli’nin cüretkârlığında haber değeri bulmamış.
Neden?
Çünkü özellikle bugünkü iktidarın kitle tabanı sayılan kesime hitap eden gazete ve siteler açısından bunun haber değeri zaten yok. Çünkü onlara göre -Cübbeli’nin anlatımıyla- kainatın başlangıcı olmadığını ileri süren, dolayısıyla sonu da olmayabileceğine kapı açan “felsefeci” İbni Sina ile, yine akıl-mantıkla netameli ilişkilere girerek birtakım haltlar karıştıran Farabi zaten kâfir. Çünkü onlara göre akılla, mantıkla, hele felsefeyle bu iş olmaz, kapılar açılmaz, eşikler aşılmaz. Akıl, mantık, zekâ tukaka edilince matematiğe başvuramayız gerçi, lâkin şu soruyu sormamız kaçınılmaz: Bir İbni Sina kaç Cübbeli Ahmet eder, bir Farabi kaç Cübbeli?
Bugünün İslâmcıları ışığın bir vakitler niye doğudan yükseldiğini bilmemekte, öğrenmemekte kararlılar. İnsanların ve insanlığın gerikalanına yaptıkları ve bu gidişle yapacakları kötülükler bir yana, günü geldiğinde bizzat İslâm âlemine ve kültürüne ettiklerinden ötürü lanetleneceklerdir. Sen kimsin de İbni Sina’yı, Farabi’yi genç nesillerin gözünde değersizleştiriyor, hattâ düpedüz düşman ilân ediyorsun? Daha önemlisi, maksadın ne? Kendi ikbalinden iktidarından başka?
Şahtı şahbaz oldu
İslâmcılık zaten gözünü iktidara dikmiş bir dünyevî ideolojiydi. Kainatın başlangıcıyla, sonuyla, başsız sonsuz tek varlığın Allah oluşuyla, peygamberin taşıdığı mesajla şununla bununla alâkası, iktidar derdi olmayan, vicdan sahibi bir ateistinki kadar bile var mıydı, tartışılır. Lâkin Irak ve Suriye’de “İslâm Devleti” örgütüyle (IŞİD-DAİŞ), Türkiye’de mevcut iktidarla büründüğü kisve ve onun pırtlayan yerlerinden dışarı dökülen içerik, onun insanlığa nasıl bir vazgeçiş, nasıl bir çaresizlik, nasıl bir alçalma, nasıl bir itibarsızlık dayattığını, kudretten başka arzusu, tahakkümden başka tatmin aracı bulunmadığını ortaya koydu. (Biliyorum, “DEAŞ”a İslâmcı demek pek yanlış; tabiî, hı hı, zaten Suudi hanedanı da Satanisttir esasen.) Varoluş sorununa dair, manevî, ahlâkî ne varsa budandı, kesildi, atıldı. Bu teşhir işlemini gelecek kuşaklar tamamına erdirecek. Kaçınılmaz.
Türkiye, modern ambalajlı cehaletin Aydınlanma diye yutturulduğu, aklın, mantığın, felsefenin tam da sahteleri kullanılarak doğamadan öldürüldüğü, filizlenemeden parça parça edildiği bir ülke. Böyle bir yerde, bariz haksızlıkları mızrağa takılmış Kur’an sayfaları niyetine kullanarak kurulan iktidar günümüz İslâmcısına zaferin vücut bulması gibi göründü. Ortada vücut bulmuş bir zafer vardı hakikaten; ama bu, ahlâkî kaygıyı, adalet mefhumunu, cehennem ihtimalini fırlatıp attıktan sonra herkesin geçip kurulabileceği bir tahttı. Oraya zaten yoksulların ve yoksunların sırtına basılarak çıkılıyordu.
Başka türlü kıyısından geçemeyecekleri makamlara, imkânlara kavuşan İslâmcılar bu durumu pek sevdiler. Yolsuzluk, haksızlık, hile-huda, kabahat gibi bile görünmedi gözlerine. Kendilerinden başka herkesin üzerine basabileceklerini fark ettiklerinde hevesle bunu yapmaya koyuldular. Ne buzluktaki kız çocuğu cesedi huzursuz etti onları ne en beter ırkçıdan çok ırkçı kesilmek.
Günahlarını sayıp dökmeyeceğim. En iyi kendileri biliyorlar nasıl olsa. Bu ülkeye ve topluma ne zararlar verdiklerini, memleketin tabiatını nasıl hurdahaş ettiklerini, gelecek kuşaklardan neleri çaldıklarını da sayıp dökmek anlamsız. Anlamayacaklardır.
Zaten derdim bunlardan değil, kendi sonlarını hasıl hazırladıklarından sözetmek.
Işık niye oradan şey oluyordu?
Bugünün İslâmcısının yıktığı ve bir daha asla kimsenin onaramayacağı şey, insanların hatırı sayılır kısmının yakın zamana kadar başı sıkıştığında sırtını dayadığı sütundur. İnsanlık tarihini kana bulamış onca din savaşına veya dinin başka -dünyevî, süflî- şeyler uğruna yapılan savaşlarda kolaylıkla yapıştırıcı, kışkırtıcı, saldırtıcı niyetine kullanılabilmiş olmasına rağmen bu sütun bir şekilde ayakta kalmıştır. Çünkü insan denen “üretim hatası” hayvanın buna şiddetle ihtiyacı vardır. Birarada yaşayabilmek için vardır, öleceğini bile bile yaşayabilmek için vardır, nereden gelip nereye gittiğini, “bütün bunların anlamını” fazla sorgulamaksızın -çünkü bu sorgulamanın bir yerden sonrasını kaldıramaz- yaşayabilmek için vardır. Allah ve ahiret “mefhum”ları, yani ilâhî adalet ihtimali, insanın yekdiğerine karşı görevleri, sorumlulukları olduğu kabûlü, evet, dinin zorbalığa kolayca alet edilebilmesine rağmen, hem tek insan hem insan topluluğu için huzur vaadidir. Hattâ, şu koca evrende kendi başına bir yaratık olmanın yükünü kaldıramayan için huzur şartı, güvencesi bile sayılır.
Çoğu ateist gibi düşünmüyorum: Dindarlık için cehalet şart değil. Dine dayalı zorbalık için şart. Başkalarını kimlikleriyle, giderek varlıklarıyla tanımamak, reddetmek için şart. Hükmetmek, peşine takmak istediklerini korkutmak için şart.
Bir vakitler ışık doğudan yükseliyordu. Bugün kesilen kellelerden dökülen kanın içerisinde İslâmcı müteahhitin apartmanları yükseliyor. İslâm âlemi feci durumda, bugünün İslâmcısı da ancak bu feci durumu derinleştirerek, kalıcılaştırarak dünyevî tahakküm kurabileceğini keşfetmiş bir uyanık; o kadar.
Doğal olarak, bir o kadar küstah, bir o kadar had bilmez.
[ https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0bn-i_Sina ] İbni Sina kim, sen kimsin, Cübbeli? [ https://tr.wikipedia.org/wiki/Farabi ] Farabi kim, sen kimsin?
İnsanlar felsefeye düşman olacak, aklı mantığı, mazallah, dokunulduğunda günaha girilecek zararlı maddeler sayacaklar ki, senin gibiler zengin olsun, güzel yaşasın, hürmet görsün. Sen çıkara çıkara anca senin gibileri çıkarabilen bir zihniyet dünyasının muazzam yanlışlıklar eseri itibar gören bir laf cambazısın. Elindeki telefonun şekli ne, diye sorsalar, dikdörtgen deyip diyemeyeceğin şüpheli. İbni Sina geometriyle de uğraşmıştı. Tabiî İbni Sina’nın, Farabi’nin tekfir edilmesini istersin. İslâm âlemi senin gibiler yerine onlara sahip çıksa, sabahtan akşama yalan söylenen bir toplum bu alçalışı kabullenir miydi? Kâbe’nin etrafını hakaret gibi otellerle çeviren Suudi hanedanı mı kalırdı ortada yoksa inşaatlarda üç kuruşa çalıştırıp öldürdükleri işçilerin sırtından kazandıklarıyla o otellerde Kâbe manzaralı Umre turlarına giden güya mütedeyyin müteahhitler mi?
El-Kaide merkezinin bile itiraz edeceği ölçüdeki tekfircilik, “İslâm Devleti” adıyla örgüt kurdu, halifelik ilân etti. Şimdi Türkiye’de, Cübbeli gibilerin eliyle yaygınlaştırılıyor, meşrulaştırılıyor. İşin bu -siyasî, sosyolojik olduğu kadar polisiye- kısmı üzerinde ayrıca durulmalı, ama şimdilik bunu hatırlatıp geçiyorum.
Cübbeli gibi fırsatçılara inanmayın, dindar okurlar, Allah aşkınıza aklınızı kullanın. Dünya tarihinde özel yer edinmiş iki âlim için, “İşi akla dayandırdıkları için kafayı yemişler” diyebilme cüretini Cübbeli’ye bahşeden kimdir, nedir, onu bir düşünün hele. Ayrıca, aklını Cübbeli’ye teslim etmiş insanın dininden kime ne hayır gelecek?