“Zatıâlinizi tenkit etmeme müsaade eder misiniz?”

Sabiha Sertel’in bu sorusundan onlarca yıl sonra gazetecilerin hâlâ biat etmesi, sorgulamaması ve eleştirmemesi bekleniyor

BURCU KARAKAŞ

29.10.2016

 

Gazetecilik adına zor ve oldukça tuhaf günlerden geçiyoruz. En temel tanımlar üzerine akılalmaz tartışmaların yürütüldüğüne şahit olduğumuz günler bunlar. Bir tanesini ele alalım: Gazetecilik nedir?

Gazetecilik, en özet haliyle, kamuoyunu aydınlatmak adına yürütülen araştırma ve yazma faaliyetidir. Bu faaliyetin herhangi bir kişi ya da kuruluşu memnun yahut tatmin etme amacı yoktur, olamaz. Şayet olursa o zaman yapılan iş gazetecilik olmaz. George Orwell’ın, “Gazetecilik başkasının yayımlamak istemediklerini yayımlamaktır, gerisi halkla ilişkilerdir” sözü tam da bu duruma işaret etmektedir.

Star gazetesinden Nuh Albayrak, geçen hafta çıkan bir yazısında şu ifadeleri kullandı:

“(Doğan) Grubu’nun son dönemdeki yazılı ve görsel yayınları, Yenikapı Ruhu’ndan hızla uzaklaşan bir yörünge çiziyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan o gece Doğan Grubu’na, ‘istiklal madalyası’ değerinde bir paye verdi. Değerli meslektaşlarımız bunun anlamını çok iyi okumalıdır.”

Albayrak’a göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbe girişimi gecesi CNN Türk’e bağlanması çok değerli bir ayrıcalıktı. Bu ayrıcalık önemli sorumlulukları da beraberinde getiriyordu. Bunu kimse unutmamalıydı. Çünkü vatanseverlik birkaç gün giyilip çıkarılan bir gömlek değili bir hayat tarzıydı. Bu yazdığım cümleler, sayın Albayrak’ın yazısından alıntıdır.

Ne tesadüftür ki bu yazı kıymetli meslek büyüğümüz Nail Güreli’nin vefat ettiği haftaya denk geldi. Güreli, Türk basınında eşine artık rastlanmayan saygıdeğer bir gazeteciydi. Emekten, insanlıktan yanaydı. Metin Göktepe öldürüldüğünde cinayetin peşini bırakmamış, süreci baştan sona takip etmişti. İstese hayatını bir “madalya” takıp göğsüne yüzlerce medya baronunun yaptığı gibi devam ettirebilirdi. Yatlar, katlar, milyonlar içinde yüzen pek mühim köşe yazarlarından biri olabilirdi. O hiçbirini seçmedi çünkü gerçek bir gazeteciydi. Güreli’ye en büyük payeyi, Göktepe ailesi ve gazeteciliğe duyduğu saygıya hayran kalan meslektaşları verdi.

“Herhangi bir toplantının başında ya da sonunda bir ‘hatıra fotoğrafı’ çekilirken, fotoğraf karesinin merkezinde yer alan ünlü kişilerin yanında ya da arkasında görünmek için, öndeki iki kişinin omuz arasını ayarlayıp, kafasını uzatanları bilirsiniz. İlla ki o önemli kişilerle bilirlikte görülecekler.”

Bu cümlelerin yazarı, Güreli’ydi. “Ünlü” kişilerin kıyısında durmaya hiç özenmediği gibi yaptığı işlerle onları karşısına aldı. Çünkü gazetecilik buydu. 

Güreli’nin Evrensel’de çıkan yazısı aklıma, Hürriyet gazetesinin 20 yıl genel yayın yönetmenliğini yapan Ertuğrul Özkök’ün 2009 yılında kaleme aldığı bazı sözlerini getirdi:

“Bazı aydınların yıllardır ‘Devlet gazetesi’ dediği bu gazete. Biz o laftan hiç gocunmadık. Evet, dün de devletimizin yanındaydık, bugün de öyleyiz.”

Özkök’ün bu sözleri, muktedirden yana durmanın hemen her dönem ne denli popüler olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Halbuki gazetecinin neden böyle bir derdi olsun? Olmamalı. Umur Talu’nun bu hafta isyan ettiği gibi, “bir ötekini düşman, hain sayan, durmadan ihbar eden, itibarsızlaştırmak için çırpınan, iliştirilmiş gazeteciliği marifet ve biat-itaat, buyruk-kuyruk rezaletini itibar sayan, dün başka bugün bambaşka sözlerinden zerre utanmayan, gazeteciliğin de insanlığın da kıblesini umursamayan” bir gazeteci dünyasında yaşıyoruz. Bu utanç verici dünyada, hayatında bir kere bile sağlık, eğitim, adliye, kültür vb. alanlarda tek haber yazmamış insanlara “gazeteci” denilebildiğini dehşet içinde izliyoruz. 

Gazeteci Sabiha Sertel, Tan gazetesine Meclis’i ve hükümeti aşağılama iddialarıyla açılan bir dava için yaptığı savunmada, “Muhtelif siyasi partilerin, muhtelif akideler ve programlar etrafında birbirleriyle yaptıkları mücadeleler, birbirlerini tenkit, hattâ intihabat mücadelelerinde birbirlerini tahkir ve tezyife kadar giden siyasi çarpışmaları, iktidarı ele almak için birbirlerini kötülemeleri, siyasi tarihin parti mücadelesi fasıllarını dolduran vakalardır. Parti kavgaları, ‘Zatıâlinizi tenkit etmeme müsaade eder misiniz?’ teşrifatına tabi mücadeleler değildir” demişti.

Aradan onlarca yıl geçti ve fakat gazetecilerin hâlâ biat etmesi, sorgulamaması ve eleştirmemesi bekleniyor. Türkiye’de basın özgürlüğü mücadelesi onlarca yıl daha da geçse de ne yazık ki hiç bitmeyecek gibi görünüyor.