Bunun sonu nereye?

Kendini her şeye muktedir hissedenler, idama hep geri döndü, dönmek istedi ama bu toprakların kamuoyu istemedi, reddetti

SEZİN ÖNEY

02.11.2016

 
Hiç merak etmeyin; iyiye…
 
O zaman böyleydi, şu zaman böyleydi; o zaman tepki verilmedi, bu zaman tepki verilmedi; artık bitti.
 
Hayır, bitmedi.
 
Tam da şimdi yeni başlıyor.
 
O kadar kolay değil bu işler; diş geçirmeler, atmalar, satmalar, kovmalar, sindirmeler, bastırmalar.
 
O kadar kolay değil; o kadar kolay lokma değiliz.
 
Siyaset biliminin biraz mürekkebini yaladıysam, biraz bu coğrafyanın tarihini okuduysam; “fıtratımızda yok.”
 
17. yüzyıldan itibaren, idamlara “İstanbul’da melekler bile ağladı” diye tepki vermiş bir kamuoyu var aslında. 
 
Sonra, kendini her şeye muktedir hissedenler, idama hep geri döndü, dönmek istedi ama bu toprakların kamuoyu istemedi, reddetti, sessizce de olsa lanetledi ve tepkisini de koydu.
 
Vezirlerin idamına, daha öncesinde şehzadelerin idamına, “meleklerin gözyaşı” gibi bakan, bunu böyle yazan, kayda geçiren “ecdadımız”; üç-dört asır sonra da aynı yönelimde.
 
O meşum ve meşhur kamuoyu anketlerine baktığımızda, tüm baskı ver korku ortamına rağmen, OHÂL’e rağmen, “reislikten” memnun olmayan yaklaşık yüzde 50’lik bir kitle görüyoruz. 15 Temmuz darbe girişimi ertesi, aniden yükselen desteğin son aylarda, acaba katlana katlana düştüğüne mi tanık oluyoruz?
 
Silahlanma tehditleri, sınır ötesi askerî macera salvoları, milliyetçi kesimin hoşuna gitsin diye atılan idam buketleri, Kürt Sorunu’nu baskıdan zıvanaya çıkarma çabaları… Cumhuriyet’e baskın ve Türkiye’nin bu en eski gazetesinin İcra Kurulu üyelerinin gözaltına alınması yoluyla yeni bir zirve noktası yakalayan basına baskı.
 
Acaba, en cengâver partizanlar dahil, sandık perdesi onları gözlerden gizlediğinde, “illallah” diyecek de çok kişi olabilir mi? Acaba, tam da mesele bu mu? Acaba, zaten dünyada kamuoyu anketlerinin yanıltıcı olmaya başladığı bu dönemde, kendine, sandığa ve halka aşırı güvensizlik mi?
 
Hepsi…
 
Mesele de bu zaten. Dünya yüzünde, bu kadar sığ, bu kadar boş bir ideoloji ile (ideolojisizlikle), hiçbir doğal kaynağı da olmayan ve de bu kadar baskı kurup da yaşamış tek bir örnek yok. Ortadoğu ülkesi dahi yok. Tüm otokrasi vesaire; Suudi Arabistan dahil, tüm otokratik Ortadoğu ülkelerinde aile geleneği var her şeyi geçtim.
 
Afrika ve Asya’daki melanet, başarısız darbe girişimleri sonrasına baktığımızda, en fazla birkaç düzine kişinin yargılandığını görüyoruz. Bu tarz bir cadı avını, ABD işgali ertesi, Saddam sonrası Irak’ta gördük; orada da, ABD’li uzmanlar başta olmak üzere, toplumu aşırı şeytanlaştırmanın bölücü, olumsuz sonuçlarını herkes itiraf ediyor bugün.
 
Biz, ne yapıyoruz? Dibin dibi miyiz?
 
Ülke olarak; ülkeyi geçtim, insanlar olarak bu kadar çaresiz, bu kadar zavallı, ezik değiliz. Tümümüze bir takım yetenekler verilmiş; bu dünyaya gelmiş olmamızın bir sebebi var. Ve bu hayatta olduğumuz her dakikanın da bir kıymeti.
 
Uyuşamayabiliriz, görüşlerimiz farklı olabilir ve hayat tarzlarımız ama, bu bir şekilde, hayatımızın son şansı. Yaşamak için son şansı…
 
Farklı görüşün, hayatın, dünyanın insanı; ben, seni tanımak istiyorum. Bir şans istiyorum; seni tanıyacak, belki değişecek, ikna olacak, belki seni değiştirecek. Ya, ben seni istiyorum. Bu hayatı istiyorum. Çocuklarımıza, ailemize, eş dosta iyi bir ortam istiyorum; ya bunu nasıl yaparız?
 
Düşmanlığı bırak her kimsen…
 
Sadece bırak; ben de insanım, sen de…
 
İnsanız ya; bir ortak yanımız var…
 
Ne olur; bitir düşmanlığı.
 
Elbette, geçmişi unutmayacağız; hesaplaşacağız, yüzleşeceğiz… Ama önce, bir adalet… Bunu sağlarsak, zaten birbirimizi de dürüstçe yargılarız.
 
Önce, adalet…
 
Ya bu kadar keyfe keder miyiz? Bu kadar mı boşuna geldik hayata?
 
Ben ve sen, başkalarının keyfine oyuncak, kumar mıyız?
 
Yapabiliriz; bak, ben elimi uzatıyorum. Nefret etsen de tut bu eli; inan, her şey iyi olacak.