Ankara Rakka deyince ne anlamalı?
ABD, ”Rakka’yı kimin yöneteceği hususunda Türkiye’ye de söz hakkı tanıyacağız, ÖSO güçlerini de işin içine katacağız” diyor. Ne zaman?
08.11.2016
Şimdi “Rakka konusunda Washington ile Ankara anlaştı” haberleri ortalığı kaplayacak. İktidar propaganda aygıtı muhtemelen, “Türkiye’nin istediği oldu” naraları atacak. İki devletin genelkurmay başkanlarının Ankara’daki buluşmasından sonra Pentagon’un yaptığı açıklama sahiden buna mı delalet?
Değil.
Önce, görüşmenin iki devletin üst düzey siyasî liderleri, yöneticileri (karar vericiler) arasında değil silahlı kuvvet komutanları (uygulamacılar) arasında yapıldığını bilelim, yerini, önemini buna göre tayin edelim. Bu bir siyasî görüşme-anlaşma değil, uygulamaya yönelik somut adım kararlaştırma toplantısı. Hattâ, muhtemelen saptanmış somut adımların şeklinin şemalinin çizildiği bir görüşme.
Sonra, iki devletin en üst düzey subayları neleri görüşüp de üzerinde anlaşmış, ona gelelim. Hürriyet’in aktarımına göre, Amerikalı general (Joseph Dunford), “Rakka'nın ele geçirilmesi, elde tutulması ve yönetilmesi için uzun vadeli bir plan” üzerinde “birlikte çalışılacağını” söyledi. Bu ne demekmiş? Yine Hürriyet’ten –Reuters’ten filan azıcık düzelterek- devam edelim: Uluslararası koalisyon (yani bu koalisyonun önderi ABD), “Rakka’nın ele geçirilmesi aşaması”nda “Türkiye’yi ve Türkiye’nin bakış açısını ABD’nin planlarına dahil etmeden ilerlenmeyeceği”ne dair “uzun vadeli söz” vermiş, şimdiki görüşme bu sözü “pekiştirmiş”, yani söz teyit edilmiş. Türkiye, Rakka’nın yönetilmesi konusunda “bunu yapacak doğru güçleri belirlemede yardımcı” olacakmış.
Ne denmek isteniyor?
Bunlar, YPG ağırlıklı olduğu için Türkiye’nin bir nevi şeytan muamelesi yaptığı Suriye Demokratik Güçleri (SDG), şüphesiz ABD ile koordinasyon içerisinde, Rakka Harekâtı’na (“Fırat’ın Gazabı”) giriştiği esnada olmaktadır, hatırlamakta fayda var. O halde, bu bilgiyi de hesaba katarak, ne denmek istendiğini gündelik dile çevirelim:
Türkiye’yi tamamen dışlamayacağız, Rakka’yı kimin yöneteceği hususunda Türkiye’ye de söz hakkı tanıyacağız, Ankara’nın güdümündeki ÖSO güçlerini de işin içine katacağız. Ne zaman? Uzun vadede. Bu, “hele Rakka bir alınsın da” anlamına geliyor muhtemelen. Gerçi ABD’nin şehri on bini Arap otuz bin kişilik SDG ile almaya, bilahare yönetimi Türkiye’nin güdümündekiler dahil ÖSO’cu Araplara bırakmaya niyetlendiği anlaşılıyor, ancak sonrası elbette, Rakka’nın kimler tarafından hangi bedeller ödenerek nasıl alınacağına da bağlı olacaktır. SDG bünyesindeki Araplar herhalde Ankara istedi diye kolayca kenara çekilecek değillerdir. Ayrıca şehir “İslâm Devleti” örgütünün başkenti olmaktan kurtarıldığında orada kurtarıcılarla yerel ahali arasında nasıl işbirlikleri, gruplaşmalar veya düşmanlıklar meydana geleceğini kimse şimdiden bilmiyor.
Yine de “Ankara’nın görüşü alınacak” ibaresi Türkiye’de “istediğimiz oldu, SDG Rakka’nın yönetiminde yeralmayacak” diye pazarlanacaktır. SDG’nin Rakka’yı yönetmesi diye bir mevzunun zaten hiç sözkonusu olmadığını bilenler için bu yalnız gülünecek bir minik kandırık manevrası, ama bizde iş görür tabiî. YPG ise zaten başından beri Rakka operasyonuna istekli, gönüllü değil. Siyasî hedeflerine ulaşabilmek için şehrin kurtarılması operasyonuna katılıyor. Rakka’yı yönetmek gibi bir niyeti hiç olmadı; olamaz da. YPG’nin hangi somut kazanım/vaat karşılığında Rakka harekâtına katıldığı, ölüleri, yaralıları göze aldığı, Türkiye’de muhtemelen hiç konuşulmayacak. Bunu öğreneceksek ya dış kaynaklardan ya da birşeyler olup bittiğinde öğrenebileceğiz.
Rakka’ya nasıl gidilir?
İD etnik temizliğe girişmeden önce Rakka’da Kürtlerin şehir nüfusunun en çok yüzde yirmisini oluşturduğu kabul ediliyor. (Hıristiyanlar yüzde bir civarındaymış.) Şu anda şehirde İD egemenliği altında yaşamayı kabul etmiş veya buna mecbur kalmış Sünni Araplar var. Seküler Sünni nüfusun dahi burada barınamadığı vakıa. Fiilî başkentlerinde aileleriyle birlikte yaşayan İD savaşçılarının sayısı tam söylenememekle beraber “binlerce” oldukları biliniyor. Bu kompozisyon içerisinde YPG’nin Rakka’yı yönetmeye talip olması abes, hattâ fetih operasyonunda şehir merkezine girmesi dahi riskli.
ABD’ninki, harekât için kurulmuş ve faaliyete geçmiş koalisyondan (Kürtler, Araplar ve Türkmenlerden oluşan SDG) fazlasıyla rahatsız olan bir müttefiki (Türkiye) yatıştırmak için münasip formüller, diller…
Rakka’dan İD’i silmek için cephede savaşacak kara gücü arayan ABD’nin, elindeki topraklardan güneye, şehre kolayca inebilecek YPG ağırlıklı SDG’den vazgeçmesi mümkün değil. Bunun için Ankara’nın “hatırı” yetmez.
SDG güçleri, doğal engellerin bulunmadığı, seyrek nüfuslu düz arazide ilerliyorlar. Şu ana kadar, önemli direnişle de karşılaşmadan, birkaçı kısa süre öncesine kadar İD’in savunma mevzileri kabul edilen sekiz-on köyü ele geçirdiler. Şehrin kapılarına dayandıkları takdirde Rakka’yı kuzeyden gelecek saldırıdan koruyacak dağlar tepeler, yani doğal siper ve barikatlar yok.
SDG’nin, cephe gerisindeki destek hatlarından kopmadan ilerlemesi mümkün. Türk ordusu ile ÖSO’cular Rakka’yı almaya kalksa böyle bir avantajları olmayacak, ayrıca SDG’ninkinden çok daha fazla sayıda -uzmanlar “yüz binin üzerinde” diyor- askerle geri hatlarını, lojistik bağlantılarını tutmaları gerekecek. SDG’nin arkasını sağlama alacağı Kürt topraklarıyla mesafesi harekât sırasında en çok elli kilometreye çıkacak. Oysa TSK+ÖSO’nun El-Bab’ı aldıklarını kabul etsek bile, bunun üzerine bir 180 kilometre daha ilerlemeleri, yolda İD’in sıkı sıkı tahkim ettiği yerleşim yerlerini almaları, kendilerini İD’in tuzaklarına, tünelli cephe gerisi saldırılarına giderek daha açık hale getirmeleri gerekecek. Bu 180 kilometrenin, şu ana kadarki performanslara bakıldığında, aşağı yukarı bir yılda kat edilebileceği söyleniyor.
Amerikalı askerî yetkililer sık sık, Rakka’yı kuşatmaktan, tecrit etmekten ve bunun birkaç ay sürebileceğinden sözediyorlar.
Yani uzmanların ve doğrudan işin içindeki yetkililerin dediklerine bakılırsa, “El-Bab’ı da alırız, Rakka’yı da alırız!” efelenmelerinin gerçekçi bir dayanağı, oluru yok. Ankara’daki savaşçı zevatın Rakka da Rakka diye tutturması, bütünüyle, Suriye’deki Kürt bölgesini bölme hesaplarının bahanesi olarak görülüyor. Başındaki lider “Hiçbir sebep yokken DAİŞ Türkiye’de neden eylem peşinde, anlamıyoruz,” diyen bir devletin İD ile mücadele hedefine öncelik vererek davranacağını zaten kimse beklemiyor herhalde.
Sürpriiiz!
Şimdi de, ABD-Türkiye genelkurmay başkanları görüşmesinden çıkan sürprize gelelim. Hepsi Türkiye’yi mahvetmek üzere birleşmiş maksatlı yabancı kaynaklardan, Sevr’in şer güçlerinden değil Hürriyet’ten aktarıyorum: “…görüşmede… Ankara'daki Genelkurmay Karargâhı’nda ABD’li üst düzey bir subayın görevlendirilmesi kararlaştırıldı. ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel’e rapor verecek olan bu subayın, DEAŞ'a karşı yürütülen operasyonlar için sağlanacak irtibat konusunda rol alacağı açıklandı. Dunford’un, ‘Bu konuda Türk müttefiklerimizle tamamen şeffaf olmak istiyoruz’ dediği de belirtildi.”
Bakın, görüyor musunuz, şeffaf olunacakmış! Türk genelkurmayında bir ABD’li subay ve ekibi bulunacak, ABD’nin CENTCOM komutanına bağlı çalışacak, böylece şeffaf olunacak. Kim kime şeffaf olmaktadır? Bu subay aynı zamanda ABD genelkurmayındaki çalışmaları da buraya mı aktaracak? Kendisinin üstü, Türk genelkurmayı değil, ABD’nin CENTCOM komutanı!
Öte yandan cumhurbaşkanının dostu ve ahbabı Putin bu subayla şahsen tanışmak ister mi acaba? Yoksa o da NATO’ya karşı Avrasya ittifakına giriş bileti ve hava savunma sistemleriyle beraber onun dengi birini mi yollar? Veyahut bu subayın buradaki varlığı, Osmanlı’nın son döneminde bolca rastlanan Alman subaylarınki gibi midir?
Genellikle böyle bir etken yokmuş gibi yapılıyor: Rusya ile Suriye ordusu Halep’te denetimi bütünüyle sağlayabilirler ve ondan sonra El-Bab’a, Rakka’ya yönelirlerse ne olacak? Bu er geç olacak. Ankara’da önüne üç-beş mikrofon uzatılan her yetkili derhal unutuveriyor, ama bahsedilen yerler hâlâ resmen Suriye toprağı. Ankara’nın “oradan gireriz buradan çıkarız” diye esip gürlemesinin top, tüfek ve millî hisleri galeyana getirilmiş muhtarlar dışında dayanağı var mı ki?
El-Bab, Menbic, yani Suriye kuzeyinde etkinlik alanı hayali, Rojava’nın soluk borusunu sıkma, Kürt bölgesini birleştirtmeme hırsı, Musul’un u’larını a okuyarak milleti gaza getirme, Osmanlı ihtirasları, “Rakka bizden sorulur” halleri ile çizilen resme bakarken Rakka’ya ilerleyen SDG, Halep’i bütünüyle almanın eşiğindeki Suriye ordusu, “gerekirse savaşırız” diyen Haşdi Şabi, “Türkiye’yi işgal edin” fetvası veren İD halifesi ve genelkurmaydaki, CENTCOM’a bağlı ABD subayını unutmasak iyi olur.
Dış politikayı iç politikanın aracı haline getirmek falan değil artık, yaşadığımız. Bir yandan, hayatı savaş havasıyla, duygusuyla kaplayarak ruhları zihinleri esir etme bu. Öbür yandan hakikatle bağlantı tamamen kopmak üzere. Sınıra yapılan askerî yığınak, umarım, hakikate karşı girişilecek seferin hazırlığı değildir.