Yeni dersimiz: Trumpoloji
Trump’ın kişiliği ve dünya görüşü – 1
13.11.2016
Donald John Trump’ın, yakın çevresine, başkan seçilmesinin kendisi için de sürpriz olduğunu ifade ettiği söyleniyor. Gerçekten de, Trump, başkan olacağını düşünmüş müydü, neredeyse 24 saatlik bir mesai gerektiren bu işe hazır mı?
Trump’ın, kampanyası boyunca, dış politika başta olmak üzere, siyasi meselelerle ilgili kendine verilen brifinglerden sıkıldığı ve yardımcılarıyla yaptığı toplantıların sonunu getirmekte zorlandığı biliniyor.
Birkaç yazılık bir diziyle, yaşamından kesitler ve dile getirdiği görüşlerle yeni ABD Başkanı’nın profilini çıkarmaya çalışacağım. Siyaset biliminde, aktörlere mi, yapısal şartlara mı odaklanılması gerektiği tartışma konusudur. Trump başkanlığı konusunda ise, her ne analiz yapmamız gerekirse, bu analizin tamamen “aktör” odaklı olması gerektiğini düşünüyorum. Bunun iki sebebi var; bir kere, yakın geçmişin örneği önümüzde: Trump, kampanyası boyunca, adayı olduğu Cumhuriyetçi Parti’yle, oyuncak hamuru ile oynar gibi oynadı, 1854’te kurulmuş, 162 yıllık bu kurumu kendi arzu, isteklerine ve çıkarlarına göre kullandı, yönlendirdi ve hattâ yeniden biçimlendirdi. Aynı durum, bence, Beyaz Saray ve ABD Başkanlığı makamı için de geçerli olacak.
İkinci sebep de şu; Trump’ın hayatından kesitler, kimseye kulak asmayan, daima burnunun dikine giden, egoist ve narsist bir kişilik olduğunu gösteriyor. Hedefi daima, yükselmek ve kitlelerin hayranlığını kazanmak olmuş; şimdi de, hayatının hedefine, “en yükseğe erişmiş” durumda. Yetmiş yaşında, ilk kez göreve başlayacak en yaşlı başkan olarak, karakterinin ve yöneliminin değişmesini beklemek gerçekçi olmaz. Kaldı ki, 11 Eylül’den beri ABD siyasetinde, başkanlık kurumu gittikçe güçlendi. Dolayısıyla, başkanın kişiliği, kimliğinin, günümüz ABD’sinin yönünü belirlemede her zamankinden çok önemi var.
Trump’ın bir kez başkanlık rolüne adım attıktan sonra, Cumhuriyetçi Parti’nin geleneksel ve kalburüstü isimleri ve Washington DC’nin kıdemli politika uzmanları tarafından yönlendirileceği tezine ben şahsen katılmıyorum. ABD devletinin, başkandan bağımsız bir yönelimi olduğu ve başkan kim olursa olsun bu yönelimin değişmeyeceği yorumlarına da…
Kampanyası boyunca olduğu gibi, Trump’ın kısıtlı sayıda isimden oluşan bir beyin takımı olacağını, ailesinin bireylerinin de politikaları şekillendirmekte söz sahibi olacağını ve son kertede, kilit meselelerde nihai kararı alanın Trump’ın kendisi olacağını öngörüyorum. Yani, ABD ve dünya, (en az) önümüzdeki dört sene boyunca Trump’ın içgüdüleri ile şekillenecek. Ve Trump’ın başkanlığındaki başlıca hedefleri de kanımca şunlar olacak:
-Kitlelerin hayranlığını kaybetmemek ve hayranlıklarını arttırmak,
-Kendini, politikalarını ve düşüncelerini merkeze iyice oturtmak,
-ABD ve dünya üzerinde kalıcı iz bırakmak.
Aktörün bu kadar belirleyici olduğu bir vakâda, dersimiz Trumpoloji. Ve bu kolay bir ders de değil; zira, Donald John Trump’ı başlıca tanımlayan şey, çelişkiler… Çift karakterli, esintili bir karaktere sahip. Zıtlıklar, çelişkiler arasında, gerçek Donald Trump hangisi? Twitter adresinde de, ironik şekilde “Real Donald Trump”, “Gerçek Donald Trump” yazan bu adam kim gerçekten?
Kazananın her şeyi aldığı, rekabetçi bir ailenin çocuğu
Klasik bir künye ile başlayalım; nerede doğdu, ebeveynleri kim Trump’ın?
Trump, 14 Haziran 1946’da, New York’un Queens mahallesinde doğdu. Baba tarafı Alman, anne tarafı ise İskoç kökenli; annesi Mary, ABD dışında doğmuş, göçmenlik macerasını bizzat yaşamış biri. Bu mirasla, göçmenliğe karşı değil, taraftar olması beklenir ama…
Ama, annesinin üzerinde bıraktığı başlıca iz, babasının aşırı realist tarafına karşı, hayatın “hayalci” tarafına bir yönelimle denge gibi gözüküyor. Annesi ile, Kraliçe Elizabeth’in taç giyme töreninin görüntülerini izlediğini ve bundan çok etkilendiğini mülakatlarında söylemiş mesela Trump… Babasının ise, annesinin tam tersine, bu tarz bir hayranlığa burun kıvırdığını da görmüş, zihninde not almış ve mülakatlarında dile getirmiş.
Baba Fred Christ Trump, emlakçılıktan servet kazanmış, acımasız bir iş adamı. Donald Trump ve dört kardeşi, çocuklukları boyunca çok güçlü, çok otoriter bir baba figürü ile büyümüşler. Donald’ın kulağına küçükken sürekli, “Katil ol, öldür, parçala; sen Kralsın” diye fısıldayan bir babası olmuş. Kardeşlerin sürekli aldıkları öğüt ise, “asla vazgeçme, sürekli dene, asla pes etme, asla eğilme, sonuna kadar git”.
Donald Trump’ın ifadesine göre, babası fiziksel şiddet kullanan veya bağırıp çağırıp sert konuşan biri değilmiş; “kılıçla değil, otoriter hareketleriyle” yönetirmiş. Bu açıdan Trump, küçüklüğünde şiddet görmüş “otoriter” liderlerden ayrılıyor.
Ancak…
Soğuk, otoriter ve hırslı baba Fred’in “aşırı” tavırları, Donald’ı etkiler ve motive derken, abisi Fred Jr’ın kendini intihar eder derecede alkole vurmasına neden olmuş.
Fred Jr’ın, yakışıklı, özgür ruhlu, şakacı, yardımsever, hayatı hafif tarafından yaşayan ve farklı etnik gruplardan ya da kendiyle sınıfsal farkı olan kişilerle arkadaşlık etmeyi seven bir yapısı olduğu söyleniyor. Yani, tam da, kardeşi Donald’ın, kendisinin de “tam zıddı” olduğunu ifade ettiği gibi bir kişilik karşımıza çıkıyor. Bu zıtlık, en başta, Donald’ın işkolikliğine karşılık, Fred Jr’ın bir türlü “iş” ile mutluluk bulamamasında gözleniyor.
Ailenin sahip olduğu emlak işini yönetecek veliaht gözüyle bakılan Fred Jr, beklentilerin aksine, emlakçılık yaptığı zaman çok mutsuz olmuş ve sonunda asıl merakı olan pilotluğa yönelmiş. Ancak, alkolizm nedeniyle, 40’ında baba evine dönmüş, 43 yaşında, 1981’de hayatını kaybetmiş.
Donald Trump, abisini kaybetmenin hayatındaki en üzücü ve üzerinde en çok iz bırakan olay olduğunu söylüyor. Donald Trump’ın diğer dört kardeşi, şu veya bu şekilde kariyerlerinde başarılı insanlar. Hiçbiri de, ne aileleri ne de Donald’ın kendisi ile zıtlaşmışlar; Fred Jr ise herkesin kaçtığı bir kara koyun…
İlginç şekilde, daha değil ABD Başkanı olmak; Cumhuriyetçi Parti adayı olmaya yönelik ilk kazanımları sağlarken Trump, tuhaf biçimde abisini kutladı, konuşmalarında ondan bahsetti; ona teşekkür etti. Oysa, abisi ve babası dahil, hayatını şekillendiren başlıca aile bireylerinin cenazelerinde, sadece kendinden bahsederek dikkat çekmişti. Ama belki de, gerçekten de, ortak eş dost ortamında bile, “baba” rolünü ele alarak çıkıştığı, kendi ortak babalarının yapmadığı şekilde bağırıp çağırdığı abisinin ölümünden dolayı, kendine dahi itiraf etmediği bir suçluluk hissediyor. Dahası, Donald Trump’ın bilfiil kendisinin, abisinin ayrıldığı eşinden haz etmediği ötürü, tüm mirasçılarını, hukuken aile serveti dışında bıraktığı biliniyor.
Kronik güvensizlik
Kendisiyle yapılan en derinlemesine mülakatlardan olan 1990 tarihli Playboy dergisi söyleşisinde Donald Trump’a, “abisinin ölümünün kendine ne öğrettiği” sorulmuş. Trump da, abisinin iyi niyetliyle insanlara fazla güvendiğini ve bunun, onun sonunu hazırladığını yanıtını vermiş. Ve şöyle devam etmiş:
“[Abimin ölümünden] aldığım ders, her zaman yüzde yüz gardda olmak oldu…Ben insanlara asla güvenmeyen biriyim. İnsanları sürekli inceliyorum, bunu otomatikman yapıyorum…İnsanlara karşı çok şüpheciyim…Onları sürekli sınıyorum…İçgüdülerim dolayısıyla insanlara hiç güvenmiyorum. Eğer, sinik bir insan olmasaydım, zaten Playboy bugün benimle söyleşi yapmıyor olurdu. Fred’den bunu öğrendim ve ona çok şey borçluyum”.
Trump aynı söyleşide, arkadaşları, müşterileri ve yakın çevresine, çeşitli tuzaklar kurarak onların kendisine olan sadakatini test ettiğini de söylemişti.
Bana kalırsa, tüm bu güvensizliğin ardında, bir de müthiş bir kendine güvensizlik yatıyor. Trump hakkında biyografilerden birinde, Harry Hurt III tarafından kaleme alınan Lost Tycoon: The Many Lives Donald J. Trump kitabında şöyle deniyor:
“Donald, fiziksel olarak kendinden o kadar utanıyor ki, zorunlu olmadıkça asla soyunmadığı ifade ediliyor. Junk food’a dayalı bir beslenme ve spordan nefret etmesi nedeniyle, beli, kalçası, bacakları, devasa doughnut’lar gibi kalınlaşıp şişti ve süngerleşti. En fenası, kafasının tepesindeki saçları kaybediyor… Üst düzey yöneticilerinden birine, ‘Bir adamın yapabileceği en kötü şey kel kalmaktır. Asla kelleşmeye izin verme’ demişti”.
Buna karşılık, Trump’ın kendisi, her zaman “çok iyi bir sporcu” olmakla övünüyor. Kendisinden, hep üçüncü şahısta “Donald Trump” veya “Biz” diye çoğul olarak bahsediyor. Bu da aslında, kendisiyle ilgili kilit ipuçlarını veriyor: Donald Trump aslında, Trump’ın yarattığı bir figür. Pennsylvania Üniversitesi’nin Wharton Business School’u, yani İşletme Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Hollywood’a gitmeyi ve prodüktör olmayı istediğini biliyoruz. Sonra, baba mesleğini tercih etmiş: belki de, abisinin kendi yoluna gitmekle yarattığı “başarısız” örnekten korktuğu için…Sonunda, kendi hayatının prodüktörü olmuş; bir karakter yaratmış ve öyle gözüküyor ki, kitleleri hep bu karaktere inandırmış. Peki, bu rolün oynayan aktörün ardında kim var?
Dönüp dolaşıp aynı soruya geliyoruz: Gerçek Donald Trump kim?
Trump’ın bir başka biyografisinin yazarı Michael D’Antonio, “Trump, Amerikalıların, ekonomik oyunun zenginleri kayıracak biçimde hileli olduğunu düşünseler de, kendilerinin de zengin olmak istediklerini biliyor. 1978’de kendi yükselişi, ortalama maaşın büyümesini durdurduğu ve en üsttekilerin maaşlarının zıplama yaptığı zamanlara denk geldi. Aynı zamanda, o dönemde, kitlesel medya hayat tarzı ve ünlülerin ‘haberleri’ ile dolup taşmaya başlamıştı, zenginlik ve ünün pornografisi türü bir şeyle yani. Kamuoyu, aşırılığın imgeleriyle kendine ziyafet çekerken; Trump’ın yüzü, paranın satın alabileceği zevkleri kamçılayan arzularla birleşti. Hayatının gerçekleri, efsanelerle karartıldı ve algıdaki varlığı kadar umursanmamaya başladı. ‘Gerçek Trump’ı kavramaya çalışan herkes, sonunda başarısızlığa mahkumdu” diyor.
Belki bu sözler, Donald Trump’ı yakından incelemeye çalışan, biyografisini yazanlar, onu yakın takip eden gazeteciler için de geçerli. Hiçbiri başkan seçilebileceğini tahmin etmedi. Belki, gerçekten kendi de dahil…
Gerçek Donald Trump kim?
Önümüzde, hepimiz ile beraber, Trump’ın kendisi de dahil olmak üzere tüm dünya genelinde bu soru var şimdi. Ve müteakip, yeni yazılarla, bu soruya yanıt vermeye çalışacağım.
Ama asıl mesele şu; Donald J. Trump’ın kendisi bu sorunun cevabını biliyor mu?