Dersimiz Trumpoloji II: Bir predatör başkan olursa…
Trump ciddiye alınamayacağı bir konumda olmaktan kurtuldu ve asıl soru şimdi bu: Kendisi, başkanlığı ne kadar ciddiye alacak?
16.11.2016
Beş yılda, her şey tepetaklak olacak şekilde değişebilir mi? Hele bu durum, Beyaz Saray gibi dengenin çok önemli olduğu bir yerde söz konusu olabilir mi?
2011’de Beyaz Saray Muhabirleri Derneği’nin Yıllık Yemeği’nde davetliler arasında Donald Trump da vardı. Ve, o senenin yemeğinde, ABD Başkanı Barack Obama ve Saturday Night Live programından komedyen Seth Meyers, konuşmalarının odak noktası olarak Trump’ı aldılar ve onu yerden yere vurdular.
Obama, Trump ile dalga geçen bir slide show bile hazırlamıştı. Trump’ın başkan olmaya yetecek kapasitesi olmadığını ima ederken, ezkaza böyle bir şey olsa, Trump’ın Beyaz Saray’a kat çıkmaya ve binanın kolonlarını altın rengine boyamaya kalkacağını tasavvur eden bir karikatürü de ekranlara yansıttı.
Tüm bunlar olup biterken, katılanların ifadesine göre, davetlilerin çoğu zaten klasik Washington DC yemeklerinden farklı olarak, hep çok daha gayrıresmî havada gerçekleşen ve çok daha fazla içilen bu yemekte çakırkeyif olmuştu. Trump’ın kendisinin, alkolizmden ölen abisinden dolayı, ağzına içki koymadığı biliniyor.
Ve, Meyers ve Obama’nın Trump’ı hedef alan esprilerine de, herkes katılarak gülerken, onun buz gibi bir ifade ile donakaldığı, gecenin kayıtlarında zaten açıkça gözüküyor. Trump’ın konuşmalardan sonra alelacele toparlanarak yemeği terk ettiği de iddia ediliyor.
Trump’ın başkanlığa adaylığını koyma yönündeki nihai kararını o akşam verdiğini öne sürenler var. Bu konu kendisine sorulduğunda, “Kesinlikle böyle birşey yok; o gece çok eğlendim” demiş olsa da, ertesi günkü bazı gazetelerdeki manşetler, “Trump’ın, Obama’ya çok bozulduğu” şeklinde idi.
Trump gerçekten, o gecenin hıncıyla mı başkan olmayı iyice kafasına taktı bilemiyoruz. Bilinen şu ki, 1980’lerden beri çeşitli kereler, asla başkan olmak istemediği ve başkan olmayı düşündüğü yönünde farklı ifadeler kullandı. Örneğin, 1990’larda başkan olmak gibi hayali olmadığını, aday olursa da Demokrat Parti’de daha başarılı olacağını öne sürüyordu. Bunun sebebi de, o dönem Demokrat Parti seçmen tabanını oluşturan çalışan kesimin kendisini sevdiğine inanması idi.
Obama ile ilişkilerde dönüm noktası 2011
2011’de de, Obama’nın onu şakalarının hedefi yapmasının bir sebebi de, kendisinin aslında Kenya doğumlu bir Müslüman olduğu ve dolayısıyla ABD Başkanlığının düşürülmesi gerektiğine yönelik iddiaları ortaya atan kampanyanın başlıca isimlerinden birinin Trump olmasıydı. Trump’ın yemeğe, Washington Post’un, New York sosyetesi ile bağları olan eski mirasçılarından biri tarafından tesadüfen çağrıldığı ve Obama’ya karşı böyle kampanya yürüten bir ismin davetliler arasında olmasını da sorgulayanlar olduğu biliniyor.
2010 sonu, 2011’in başına kadar, Trump, Obama ile ilgili son derece pozitif konuşuyordu; ancak bu dönemde, birdenbire ona yönelik tavırları değişti. Bunda, Obama’nın popülaritesinin düşmeye başlaması ile, Trump’ın kendisine bir başkanlık açılımı görmüş olmasının da payı olabilir.
Bu anlamda, 2011’deki yemekte, Obama’nın ağır esprilerine muhatap olmasaydı da, Trump, büyük ihtimalle başkanlığa doğru ilerleyecekti; ancak belki de o gece içindeki intikam hislerini de kamçıladı. Bu intikam hissi, sadece Obama’ya yönelik olmasa gerek; yıllarca bağışçısı olduğu Cumhuriyetçi Parti’den isimler, onunla bir arada gözükmeye hep utandı. 2012’de Cumhuriyetçi aday Mitt Romney’yi desteklediğini kamuoyuna açıkladığı toplantı, New York’ta, Trump Plaza’da gerçekleşmişti.
Romney’nin kampanya ekibi, Trump ile başkan adayının beraber gözükeceği bu toplantıyı atlatmak, gerçekleşmesini engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Ancak, bir yandan Trump’ın bağışlarını kaybetmek istemiyor; öte yandan da, onu iyice öteleyerek kendilerine karşı saldırgan hâle gelmesini de engellemeye çalışıyorlardı. Önce, Trump’a, bu toplantının neden gerçekleşemeyeceği ile ilgili bir sürü bahane ileri sürdüler; ancak, Trump, hepsine bir karşılık bularak ısrarını sürdürdü. Sonunda, Romney’nin kampanya ekibi, Trump Plaza’da toplantının gerçekleşeceği mekânı, “bari altın yaldızlar içinde Saddam’ın sarayındaymış gibi gözükmeyelim” diyerek koyu mavi kumaşlarla kapladı ve programı neredeyse basına kapalı, sessiz sedasız gerçekleşecek şekilde ayarladı. Tüm bu aşağılamalar, Trump’ın gözünden kaçmış detaylar değil elbette…
Trump ve içindeki kara delik
Trump üzerine yazılmış biyografileri okumuş, belgeselleri izlemiş ve nasıl bir kişilik olduğunu anlamaya çalışan biri olarak, onun dışarı yansıttığının ötesinde takıntılı bir yöne sahip olduğunu söyleyebilirim. Mesela, Trump’ın insanlarla tokalaşmaktan tiksinmesine yol açan bir hijyen fobisi var aslında. Yıllarca, kitaplarının imza törenlerinden mitingi andıran kamuoyuna hitaplara kadar kendini sürekli kitlelerle tokalaşacağı ortamlara atan ve sonunda da, politikacı olarak sürekli insanlarla tokalaşıp, kucaklaşan biri için tuhaf bir özellik. Buna karşılık, Trump’ın hem kendisinin hem de yakın çevresinin sürekli ifade ettiği bir şey de var; insanların ilgi odağı olmak, mümkün olduğunca çok ilgi görmek Trump’ın hayatının hep en önemli hedeflerinden biri olmuş.
Biyografisini yazanların ortak yönü, Trump’ın içinde bir türlü dolduramadığı bir “kara delik” olduğundan bahsetmeleri. Trump’ı yakından inceleyen, bizzat onunla defalarca görüşen yazarlar bu boşluğu, küçüklüğünde ailesi içinde babası Fred Trump tarafından empoze edilen aşırı rekabetçi ortama bağlıyor. Kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa, Trump’ın çocukluğundan beri, ilgi çekmeyi sevdiği. İlk ve orta okulda, öğretmenlerinin nasıl tepki vereceğini görmek için onlara tebeşirler, kitaplar atan, hatta bir öğretmenine yumruk atan bir öğrenci. Evdeyse, diğer dört kardeşine devamlı eşek şakaları yapan ve kimi zaman sinirlerini feci şekilde bozan bir çocuk. Bu huyları yüzünden sonunda, anne-babası onu, disipline girsin diye askerî akademiye yollamış. Trump, burada başta çok sıkıntı çekmiş; sonra, ordu disiplini, emir-komuta zinciri hoşuna gitmiş, askeri sertlik ve savaşa hazırlık fikirleri karakterine beklenmedik bir uyum sağlamış. Bugün de, eşi Melania Trump, onun hayata ve işe yaklaşımından bahsederken hep Donald Trump’ın “işi, bir savaş olarak gördüğü”, “hayata çatışmacı bir ruhla yaklaştığı” yolunda ifadeler kullanıyor. Keza, biyografilerinde de, yaşama savaş gibi yaklaşmasına atıflar var.
Seçimden haftalar önce, 2005’te kadınlarla ilgili son derece belden aşağı ve bayağı konuşmalarının ortaya çıktığı kayıtta, Trump, “Güzel bir kadın gördü mü, üzerine abanıp öpmeye başlayıverdiğinden” bahsediyor. Bu konuşma kaydedildiği sırada, Trump, üçüncü eşi Melania ile yeni evlenmiş ve karısı hamile. Biyografilerinde, Trump’ın aslında kendisi için kaygı kaynağı olan üç yönü, zekâsı, serveti ve cinsel gücü üzerine sürekli övündüğünden bahsediliyor.
Kaydı sızan konuşmalarda da, Trump’ın kadınlardan bahsederkenki tavrında ilginç ve tuhaf bir şey var; bir erkeğin, kadınların ona nasıl ilgi gösterdiğiyle övünmesi gerekir, kadınların üzerine nasıl saldırdığı ile değil… Halbuki, bu kayıtta Trump, karşısındaki kadının kim olduğunu tam algılamadan dahi, görür görmez üzerine abanmaktan bahsediyor.
Bu anlamda, Trump’ın müteahhitlik kariyerindeki vizyonu olarak çerçevelediği, “Boş bir alan görünce içimden doldurmak geliyor” yorumlarının, kadınlar ve tüm hayatı için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Ve hattâ, Beyaz Saray için de… 2016 Başkanlık seçimlerinde, “boş bir alan vardı” ve Trump, üzerine “abanarak” bu alanı doldurdu. Bu kendini empoze etme, saldırma, bir şeyin üzerine gözükara biçimde atlama ve durumları her ne olursa olsun kendine yontma tutkusu dünüldüğünde, Trump’ı en iyi tanımlayacak kelime belki de, “predatör”.
Beyni kim olacak?
Bu “sert erkek” tavırlarına rağmen, Trump’ı tanıyanlar, hayatı hafif tarafından da yaşamayı sevdiğini belirtiyor. Beraber Art of the Deal kitabını yazdığı Tony Schwartz, 1987’de Trump’ın ilgisini hiç odaklayamadığını söylemişti. Bu izlenimi, kendisiyle beraber çalışmış birçok kişi de yineliyor. Trump’ın, The Apperentice (Çırak) televizyon şovu ve başkanlık kampanyası esnasında, hitap ettiği kitlelerin ilgisini çekmekte “hipnotik” bir yeteneğe sahip olduğu da sıklıkla dile getiriliyordu.
Trump’ın düşüncelerin değil, “konuşmanın” adamı olduğu biyografilerinde de bahsedilen bir şey. Hattâ, biyografisini ilk yazanlardan, onu 1970’lerden beri tanıyan Wayne Barrett’ın ifadesiyle, “İlgisini ancak konuştuğu sürece odaklayabiliyor.”
Ketum Obama’nın tersine, konuşmayı çok seven Trump’ın, bir özelliği de dedikoduya çok meraklı olması. Bu açıdan, Trump’ın başkanlığı döneminde, Beyaz Saray’ın diğer dünya liderlerine yönelik istihbarat ilgisi, insanların özel hayat detaylarından dedikodu konusu olabilecek diğer ıvır zıvır bilgilere kadar ilginç yönelimlere sahip olabilir.
ABD Başkanları, görevleri gereği dünyayı turluyorlar; ancak Trump seyahatten nefret ediyor. Yakın çevresine ifade ettiğine göre, Beyaz Saray’dan çok, Versailles Sarayı’ndan esinlenerek dekore ettiği, New York’un en pahalı caddesi Fifth Avenue’daki Trump Tower’ın en tepesindeki üç katlı evini bırakmak istemiyor. Trump’ın kampanya boyunca da, mümkün olduğu kadar evi dışında bir yerde uyumadığı ve gece saat kaç olursa olsun, New York’taki evine uçtuğu söyleniyor.
İddialara göre Trump, ABD Başkanlarının uçağı Air Force One’ı da kullanmayacak; zira, kendi uçağında kendini “evde hissediyor.” İdolleri James Bond ve Playboy’u yaratan Hugh Hefner olan birinin, bir yandan bu kadar evcimen olması da bir çelişki. Ancak gene, söz konu olan, Trump’ın “kendi mutlak hakimiyet alanına” sahip olduğu yerde kendini en rahat hissetmesi olabilir.
Bu açıdan, yeni başkanlığın geçiş dönemi takımında kızı Ivanka Trump ve damadı Jared Kuscher’ın yer alması da sürpriz değil. Bu isimler, onun “gözleri” olarak takımdaki diğer insanları sürekli gözleyecek bir “denetim” mekanizması oluşturacaklardır. Yönetimde de, Trump ailesinin tümünün, özellikle de damat Kuschner’ın öne çıkmasını beklemek mümkün. Fakat, George W. Bush döneminde Karl Rove’un arka plandaki “beyin” olması gibi bir başka figürün varlığı da söz konusu olmayacaktır. Muhakkak ki, sığ, değişken ve çelişkilerle dolu kişiliği ile Trump, başkanlığın ve Beyaz Saray’ın getireceği iş yükünden sıkılacak. Ve, görevlerinden sıkıcı bulduklarını delege edecek. Fakat, son kararı da hep kendi verecek; bütün hayatı boyunca, son kertede, hiç kimseye kulak asmayan bir kişiden, 70 yaşında birden değişivermesini beklemek mümkün değil.
Ciddiye alınmakla ilgili hep sorunu olan Trump, şimdi hayatında ilk kez, ciddiye alınamayacağı bir konumda olmaktan kurtuldu ve asıl soru da şimdi bu; kendisi, başkanlığı ne kadar ciddiye alacak?