Dersimiz Trumpoloji III: Başkanın bütün adamları
Trump’ın karanlık yüzünü temsil eden tetikçileri tanımaya başlamadan önce onu yaratanlardan birine Avukat Roy Cohn’a bakalım
20.11.2016
Wayne Barrett, Trump: Anlaşmalar ve Düşüş kitabında, gelecekte ABD’nin Başkanı olacak kişiyi, Donald Trump’ı şöyle anlatıyordu:
“Kalabalık ortamlardan hiç hoşlanmaz ve öylesine resmî ve titizdir ki, yönetim kurulu toplantıları el sıkışmalarından sonra bile ellerini yıkar, diyet kolasını pipetle içer, tenis maçlarına bembeyaz gömlek ve takım elbise ile gider, gelen geçenin ayak altındaki merdivenlerdeki kül tablalarınında birkaç sigara izmariti bulsa kumarhane yöneticilerini işten atar ve müstakbel yatak odası arkadaşlarından AIDS testi yaptırmalarını ister… Kumarhaneler veya malikânelerden çok, tüm hayatını çevresindeki insanları uzakta tutmak kalkanlar inşa etmekle geçirmiştir. Üç evlik çetelesi, Palm Beach ve Greenwich, Connecticut ve Trump Tower’daki duble üç katlı dairesi, toplamda 250 oda, sonsuza kadar saklanmak için yeter de artar bile.”
Diğer biyografilerinde de, Trump’ın daha hiç tanınmayan bir gençken bile, şoförlü arabası ve korumalarıyla, hem dikkat çeken hem de kendini “koruma” altında tutan biri olduğu yazılıyor.
ABD-Meksika sınırına duvar öreceği, ABD’nin ordusunu büyüterek savunmasını hiç olmadığı kadar güçlendireceği, Müslümanların ABD’ye girişini yasaklayacağı gibi seçim kampanyası vaatlerinde bulunan Donald Trump, özel hayatında da işte böyle kendini savunma refleksi son derece kuvvetli, aşırı titiz, kendini korumaya odaklı biri.
Öte yandan da, kitlelerle diyalog kurmayı seven, kendisiyle sohbet edenlerin ve hitap ettiklerinin üzerinde “şeytan tüyü” tarzı bir çekim alanı yaratan, son derece rahat ve mütevazı biriymiş izlenimi de yaratabilen bir kişilik. Karakteri tıpkı bir sarkaç gibi zıt kutuplar arasında gidip geliyor; sarkacın hızlı gel-gitlerine de yetişmek ve bu cıva gibi sürekli elden kayan kişiliğin net bir profilini çıkarabilmek de zor.
Bildiğimiz bir şey varsa, “gerçek Donald Trump” adam kullanmayı seviyor; özellikle de, kendisinin elini bulaştırmak istemeyeceği kirli işleri yapanları…
Malum, ”Alt-right” (Alternatif Sağ/Alt-sağ/Alternatif Sağ) hareketinin başlıca sözcüsü sayılan “Breitbart” İnternet-haber sitesinin sahibi Steve Bannon’un, Beyaz Saray’ın en önemli isimlerinden biri haline getirilerek, Trump’ın “kıdemli danışmanı” olması, ABD genelinde büyük tartışma yarattı. Neticede, Bannon, her ne kadar Trump’ın başkanlık kampanyasını yürüten kişi olsa da, “alt-right” gibi tartışmalı bir hareketin, merkez politikanın bu kadar içine sokuluyor olması, Cumhuriyetçiler’in bazıları da dahil olmak üzere Washington DC’nin klasik politik çevrelerinin hiç hoşuna gitmedi. Ancak Bannon, tam da Trump’ın tarzı bir “sağ kol.”
Breitbart, “Alt-right” ve tabii ki, artık adını sık sık duyacağa benzediğimiz Bannon’u ayrı bir yazı konusu yapacağım.
Önce, Trump’ın geçmişindeki bir başka “sağ kol” isme ve müstakbel ABD Başkanı’nın onunla ilişkilerine bakalım. İlk gençliğinde kendisine “model” aldığı ve iş hayatında yükselmesinde büyük katkısı olan avukat Roy Cohn ile olan dostluğu ve iş bağlantılarına yani… Cohn’a ve Trump ile olan ilişkisine bakarak, ABD’nin yeni Başkanı’nın aslında kim olduğunu, “gerçek Donald Trump”ın kim olduğunu çözmek de mümkün… Ortaya çıkan manzara ise beklendikten beter açıkçası.
Avukat Cohn: Önce McCarthy’nin sonra Trump’ın gözdesi
Demokrat Parti’de etkili New Yorklu Yahudi bir ailenin çocuğu olan Roy Cohn, Columbia Hukuk Okulundan yirmi yaşında mezun olduğunda, yaşı baroya kaydolmak için reşit bile sayılmıyordu. Eğitim hayatındaki hızını, avukatlığa da hızlı başlayarak devam ettirdi; ABD New York Başsavcısı Irving Saypol’un Manhattan’daki bürosunda hükümet için çalışmaya başladı.
Dönem 1940’ların sonu, 1950’lerin başı ve ABD’de “komünist olmakla itham edilenlere” yönelik cadı avı yaşanıyor. Yani, Cohn da, çiçeği burnunda bir avukat olarak kariyerine, “komünist avlayarak” başladı. Bir düzine kadar Amerikan Komünist Partisi üyesinin yargılanmasında rol aldıktan sonra da, Cohn henüz yirmi üç yaşındayken Julius ve Ethel Rosenberg’in idamı ile sonuçlanacak davada, bu kararın çıkmasına yol açacak ifadeleri alan savcı oldu. Sonradan Cohn’un tanıklardan ve Ethel Rosenberg’in kardeşi David Greenglass’ten aldığı ifadelerin, “manipülasyonlarla yönlendirildiği” ortaya çıktı. Cohn, daha sonraki yıllarda, Rosenberg’lerin idam edilmesi için elinden geleni yaptığını, Başsavcı Saypol ve davanın hâkimi Irving Kaufman’ı idama yönlendirdiğini söyleyerek sonuçla övünecekti.
Genç Cohn’un Rosenberg davasındaki “başarısı”, cadı avının başını çeken FBI Başkanı J. Edgar Hoover ve Wisconsin Senatörü Joseph McCarthy’nin dikkatini çekti. Ve Cohn, McCarthy’nin Baş Danışmanı olarak, ABD Senatosu Soruşmalar Daimi Alt Komitesi’nin bir parçası haline geldi; bu Komite, komünist olduğundan şüphelenilere yönelik en sert sorgulamaların yapıldığı birimdi.
Cohn ve McCarthy’nin ortak noktası, itham ettiklerini “kayıt dışı” olarak sorgulamayı tercih etmeleriydi. Genelde Cohn, itham ettikleri kişiyi bu kayıt dışı seanslarda, üzerine giderek ve tehditlerle “çözüyor”, sonra kayda açık sorgulamalarda McCarthy onun elde ettiği (veya ettiğini iddia ettiği) bilgilerle, itham edilenin “işini bitiriyordu.”
İşin enteresan yanı, kendisi bir eşcinsel olan Cohn, 1953’te eşcinsellerin kamuda görev almalarını yasaklayan Başkan Dwight Eisenhower’ın da bu kararı almasını sağlayan kişi oldu. Sonunda, Cohn’un aşırı davranışları ve devleti yönetir gibi davranması, McCarthy’nin de sıkıntı yaşamaya başlamasına yol açtı; Cohn ve çevresindeki bazı isimler, ABD Ordusu’na “sizi dağıtırız” diyecek kadar güç sarhoşu olmuştu. 1954’te Cohn, McCarthy’nin yanından ayrılmak zorunda kaldı ve McCarthy de artık gözden düşmeye başlamıştı.
Cohn, New York’a döndü ve avukatlığa başladı; kentin tüm krema tabakasının yanı sıra mafyanın işlerine de baktı. Avukatlarla müvekillerinin konuşmalarının dinlenmesinin yasal olmamasından yararlanan mafya figürlerinin, toplantılarını Cohn’un ofis ve evi olan binada gerçekleştirdiği kayıtlarda… Buna karşılık, Cohn, New York’ta dinî aktörlerden spor takımlarına kadar her kesimle, “çıkara dayalı” müvekillik ilişkileri kurdu ve New York’u avukat olarak kendisine “bağladı.”
Trump’ı yaratan Cohn
Cohn ve Trump’ın iş ve kişisel ilişkileri 1970’lerin başında başladı. Genç Trump’ın başı Adalet Bakanlığı ile belaya girmişti; zira, baba Fred Trump ve oğlu Donald’ın, Brooklyn, Queens ve Staten Island’daki apartman dairelerini siyahlara kiralamak istemediği iddia ediliyordu. Bu durum da, “Âdil Barınma Kanunu”na aykırı idi. Cohn, bu iddialara karşılık olarak, Trumplara karşı saldırıya geçmeleri aklını verdi. Ve işte bu “öğüt” de, Donald Trump’ın başkanlık kampanyasına kadar taşıdığı “ideolojinin” belkemiğini oluşturuyor.
Donald Trump’ın da çok hoşuna giden biçimde, Cohn, hükümete karşı dava açtı ve “yalan dolan iddialarla” karalandığı için 100 milyon dolarlık tazminat talep etti. Dört yıl süren dava yılan hikâyesine döndü; sonunda Trumplar ve Cohn, davacı hükümetten tazminat kazanamadı ama mahkeme dışında anlaşma yoluna gittiler. Bu süreçte Donald Trump, Cohn ile beraber mahkemelerin gediklisi oldu ve alameti farikası olan “zeytinyağı gibi suyun yüzüne çıkmayı” ustasından öğrendi.
Tam da o zamanlarda, Donald Trump, müteahhit babası Fred Trump’ın gölgesinden sıyrılmaya çalışan genç bir iş adamı olarak Cohn’da yeni bir rol modeli ilhamı da buldu. Genç Trump, “boynuz kulağı” geçer misali babasını geride bırakmak isterken, babası Fred de peşinde olduğu, istediği bazı büyük işlere girmekte zorlanıyordu. Devâsâ anlaşmaları yapmak için yeni bir imaja sahip, iş bitirici bir soluğa ihtiyacı vardı. Zira, orta sınıfa toplu konutlar yaparak zengin olan “yaşlı Fred’e” farklı projeler ihale etmek kimseye pek çekici gelmiyordu. Dahası, aşırı hırslı tavırları ve bazı kanunsuz işleri ile Fred Trump, olumsuz izlenim veren biri olmuştu.
Yine de baba-oğul, 1970’lerin sonunda toplu konutlar ötesine geçen ilk büyük projelerini hedefe aldılar; New York 42. Cadde’deki Commodore Otel binasının renovasyonu… Bu proje, sadece bir binanın değil, New York’un en önemli noktalarından biri olan Grand Terminal Station’ın olduğu 42. Cadde’nin de küllerinden yeniden doğması ve bugün “kentsel dönüşüm” olarak lügatlarımızın ayrılmaz bir parçası haline dönüşen durumun yaşanması anlamına geliyordu. Trump ailesinin bu projeyi gerçekleştirebilecek sermayesi yoktu; zira, 1919’da inşa edildiği zaman “dünyanın en muhteşem lobisine” sahip olduğu iddia edilen Commodore Oteli binasının hem satın alınıp hem renove edilmesi için gerekecek para boylarını aşan ölçüde çok fazlaydı.
Binanın yıkılıp yeni baştan yapılması gerekiyordu. Bu tarz bir projeyi gerçekleştirebilmek için de, o dönem ciddi sayılacak ölçekte krediye ve hattâ vergi muafiyetine ihtiyaç vardı. Trump ailesinin de, bu tarz “Tanrı vergisi mucizeleri” edinebilme şansı pek olamayacak gibiydi; ancak, Donald Trump’ın genç, taze ve yeni iş adamı imajı ile arka perdeden avukat Cohn’un bağlantıları, çok sert müzakere taktikleri ve Fred Trump’ın gene arka plandan yönlendirmeleri ile, imkânsız gibi gözüken şey gerçekleşti.
Ekip hem kredileri garantiledi hem de ABD çapında bir ilk olan ölçüde vergi muafiyetine hak kazandı. Zaten, Grand Hyatt Oteli olan Commodore binasının yenilenmesi ve dört yıl sonra 1981’de, Trump Plaza’nın inşa edilmesi, Donald Trump’ın aslında yegâne müteahitlik başarıları olacaktı.
Sadece birkaç yıla yayılan “inşa” başarılarına karşılık, başta kendi ülkesi olmak üzere dünya Donald Trump’ı bir “inşaatçı” olarak tanıyor. Oysa, topu topu dört-beş yıl içinde olup biten dışında, “muazzam” bir başarı yok. Buna karşılık, Trump ailesinin New York’ta birden klasik çizgilerinin ötesinde çıkış yapmasında elbette Cohn’un büyük payı var. Sadece Trump’ların aslan payını almasını sağlayan anlaşmaların kotarılmasını sağlayan başlıca beyin olması değil, bunun ötesinde o dönemdeki büyük inşaatlarının yapılmasındaki mafya bağlantılarını sağlaması nedeniyle de Cohn’un kilit rol oynadığı söylenebilir. “Trump Organizasyonu” adını alan müteahhitlik şirketinin tüm binalarının betondan olduğunu ve o dönem, New York’taki beton işinin tamamen mafyanın elinde olduğunu anımsatmakta da yarar var.
Dahası, Donald Trump’ın bugün evi olarak vazgeçemediği Trump Plaza inşa edilmeden önce yerinde olan binanın yerinde, 1895’te yükselmiş ve eşsiz Art Deco süslemelere sahip bir başka binanın varolduğu da unutulmamalı. Kaldı ki, bu Art Deco tarihî eserlerin Metropolitan Sanat Müzesi’ne nakledileceğine, Donald Trump’ın kendisi söz vermişti. Bu söz de asla gerçekleşmedi; zira, eski binayı, Polonyalı işçiler tamamen yıktılar.
Evet, Polonyalı işçiler; başkanlık kampanyasını göçmenlik karşıtlığı ve “göçmenlerin, gerçek Amerikalıların işlerini çaldığı” tezi üzerine kuran Donald Trump’ın kendi evi, iş dünyasındaki en büyük başarısı, kaçak ve bu nedenle de ucuza çalışan işçilerin eseri. New York’un tarihinden önemli bir parça çalan Art Deco parçalar da, herhalde “yıkılmaları, korunmalarından ucuz olduğu” için müzelik olamadı.
Saldır ve asla özür dileme
Avukat Cohn’un temel felsefesi, “Her zaman saldır ve asla özür dileme” idi. Donald Trump için de, kendi adına, onun çıkarları için “hiç düşünmeden” saldıracak biriyle ittifak kurmak çok önemli idi. Dahası, Cohn’un kendisi tıpkı Donald Trump gibi çelişkiler ile doluydu; hattâ ondan bile öte derecede… Cohn, hem eşcinseldi hem eşscinsellerden nefret ediyordu; hem Yahudi idi hem de Yahudilerden nefret ediyordu. Tüm “muhafazakârlığına” rağmen, cinsel tercihlerini kapalı kapılar ardında en sınırsız biçimde de yaşıyordu.
Tüm bu açılardan, Donald Trump’a kendi “beyaz ailesinden” önce, Cohn’un ideolojik eğilimleri miras kalmış gözüküyor denebilir. Ayrıca Donald Trump, başta bahsettiğimiz o kendini koruma içgüdüsüyle, Cohn’da, işine yarayacak her türlü karanlık bağlantı ile doğrudan bağ kurmasına gerek bırakmazken, bir yandan da “dış dünyadaki saldırganlara” karşı kendini koruyacak bir “duvar”bulmuş olabilir. Trump’ın, Beyaz Saray’daki kabinesi ve diğer yardımcılarında da benzeri özellikler arayacağına kesin gözle bakabiliriz.
Buna karşılık, Cohn ve Donald Trump’ın on yıllara dayanan köklü “dostluğu” iyi bitmedi; bunu da anımsatmak gerek. Zira, “gizli eşcinsel” Cohn, AIDS oldu ve bunu da, “herkesten” sakladı. Ve tabii, son ânına kadar kendisinin yalan söyleyerek “karaciğer kanseri” olduğunu iddia etmesine karşılık, AIDS olduğu da duyuldu. İlk duyanlardan biri de, dedikoduya olan tutkusunu vurguladığımız Donald Trump oldu. Bu bilgi üzerine de, Trump ile Cohn ilişkisi bıçak gibi kesildi. 1986’da Cohn’un cenazesinde, Trump en arka sıralarda, kerhen bulundu. Trump’ın, sadece her türlü mikrop ve virüse karşı fobisi değil, aynı zamanda, Cohn’un avukat olarak da, “meslekten men edilmesine” yol açacak suçlamalarla karşılaşması da, “sevgili en iyi dostundan” bıçak gibi bir kesintiyle ayrılmasına neden olmuş gibi gözüküyor.
Gene de, Ronald Reagan ve baba George Bush yönetimlerine de danışmanlık yapsa da, asla McCarthy dönemindeki Washington nüfuzunu elde edememiş Cohn, bugün “fikirleriyle iktidarda”. Çünkü o, Donald Trump’ın üzerinde, bir betonun döküldüğü model gibi bir iz bırakan isim. Trump’ı yakından tanıyan, ona yaklaşabilerek biyografisini yazanların ortak düşüncesi de bu…