Ondan sonra bütün hayatımız değişti

İfade özgürlüğü, barışın ve adaletin tesisi, işkencenin önlenmesi Tahir Elçi’nin hayatını adadığı alanlardı; hepsinde çakılma hâli yaşıyoruz

SEZİN ÖNEY

29.11.2016

 
Tahir Elçi gittiğinden beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Her şey daha bir karardı; gülüşlerimiz bir daha asla eskisi gibi olmayacak şekilde çalındı.
 
Tabii, bugünler de geçecek; karanlık bir aydınlığa çıkacak elbet. Dahası, zaten boynumuzun borcu bir şekilde düzlüğe çıkmak, barış için, demokrasi için, adalet için, hak ve özgürlükler için mücadele etmek…
 
Bugünlerin atlatılması, geçirilip geride bırakılması mümkün olacak ama…
 
Ama geçen Kasım’dan bu yana yaşananların izi, gölgesi hep yüzümüze düşecek. Kahkahalar öyle, hep bu karanlıktan bir burukluk taşıyacak.
 
Eşi Türkan Elçi şöyle demiş, Gökçer Tahincioğlu’nun aktardığına göre:
 
“Tahir ile ilgili geçen zamanın uzunluğu, kısalığı mevzusu bende her zaman bir kafa karışıklığı yarattı. Bazen dünmüş gibi geliyor. Bazen de yüzyıl geçmiş gibi her şey benden çok uzaklaşıyor. Bazen gülüşüyle yanımdaymış gibi duruyor, hattâ uzansam dokunacakmışım gibi. Bazen de yüzü bulanıklaşıyor, silikleşiyor. Zihin işte, zayıf zamanlarımızda bizimle oyun oynuyor. Bildiğim tek şey Tahir’den sonra bütün hayatımın değiştiği…”
 
Aynı şey, bizler için de geçerli aslında.
 
En azından bana öyle geliyor; bazen, sanki Elçi’nin öldürülmesi üzerinden yıllar geçmiş… Sonra bir başka zaman sanki dün olmuş gibi haberi duyuşum, cenaze töreni, hepsi gözümde canlanıyor. Bir yandan, bu kadar acı olay nasıl bir yıla sığmış; bunların hepsi oldu mu gerçekten diye düşünüyorum. Gerçekliğine inanamadığım derecede korkunç, gaddar, vahşi her şey, evet, gerçekler ve oldular…
 
Tahir Elçi öldürüldükten sonra hepimizin hayatı değişti.
 
Kördüğüme dönüş
 
Geçen bir yılda, Türkiye’nin sorunlu halleri, daha da beterleşti, kördüğüm haline geldi. Medya iyice “bîhaber” hale geldi, karardı, her tarafını iyice bir tetikçiler sardı. İnsanların can güvenliği iyice bir tehdit altına girdi, Çatışmalar, bombalamalar, saldırılar, darbe girişimi derken, iki bine yakın sivil öldürüldü. PKK ve güvenlik güçleri arasındaki çatışmaların can bilançosuna bakarsak, resmî rakamlar yaklaşık 7500 insanın öldürüldüğüne işaret ediyor. Türkiye’nin koskoca bir bölgesinin kent merkezleri harabeye döndürüldü; buralardan göç edenler ortada kaldı. Yargı, Ankara’daki çeşitli odakların iyice keyfine keder hâle geldi. 1990’lardan sonra, Birleşmiş Milletler ilk kez işkence konusunda inceleme için Türkiye’ye temsilci gönderiyor.
 
İfade özgürlüğün güçlendirilmesi ve barışın sağlanabilmesi, adaletin tesis edilmesi ve işkencenin önlenmesi; tüm bunlar, Tahir Elçi’nin hayatını adadığı alanlardı ve hepsinde değil irtifa kaybı, çakılma hâli yaşıyor Türkiye…
 
Bir yıl önce bu zamanlar, her şeyimiz eksikti evet; ama ümidimiz vardı, bu kadar ezilmiş, örselenmiş değildik.
 
Televizyondaki yavan tartışma programlarına daha bir yıl önce onun gibi bilgili, dengeli insanlar çıkabiliyorlardı; o yeknesak polemikler arasında izleyiciler, yeni bir şey duyabilecekleri, öğrenebilecekleri çehrelerle de karşılaşabiliyordu.
 
Tam bir yıl önce, şimdilerde giderek daha fazla insanı hedefine alan cadı avı, hedef gösterip nefret objesine dönüştürme ve sonra da saldırma âdeti, henüz bu kadar fütursuzca uygulamaya konur olmamıştı. Şimdi rutin haline getirilen yöntem önce Tahir Elçi üzerinde denendi; durduk yerde bir polemiğin içine çekildi, hedef alındı, medya üzerinden hedef haline getirilmesi metodik şekilde sürdürüldü, gözaltına alındı, gözaltına alınır alınmaz sonra apar topar Diyarbakır’dan İstanbul’a götürüldü ve yaklaşık bir ay sonra da kimvurduya gidecek şekilde öldürüldü.
 
Tüm bunlar, rasgele bir olaylar dizini değildi elbette.
 
Perdeli Minare
 
Bugün, 28 Kasım 2016’da, Diyarbakır’da, Tahir Elçi’nin ayaklarında vurulduğu Dört Ayaklı Minare’ye yaklaşılamıyor bile. Akkoyunlu Beylerinden Kasım Bey’in 16. yüzyıl başında yaptırdığı Şeyh Mutahhar Camii’nin, İslamın dört mezhebini temsilen dört ayak üzerine oturmuş minaresinin çevresi mezbelelik içinde. Kasım 2015’te başlayan ve ağır silahların ilk kez şehir içlerinde kullandığı askerî operasyonlar sonrası, UNESCO Kültür Mirası Sur, enkaza dönmüş öyle atıl duruyor. Hâlâ sokağa çıkma yasağı var; zaten sokak kalmamış. Dört Ayaklı Minare’ye yaklaşabilmek mümkün değil; gerilen “sözde beyaz” perde, Sur’un döndürüldüğü griliğin gölgesini taşıyor.
 
Tahir Elçi’nin cenazesinin Diyarbakır’ın caddelerinden akıp geçen kalabalığının görüntülerini izlerken tam bir yıl sonra, o gün cenaze alayı kalabalığı arasındaki birçok insanın bugün cezaevinde olduğunu anımsıyorum. Ahmet Türk, Gültan Kışanak, Fırat Anlı, Selahattin Demirtaş, Sebahat Tuncel, Figen Yüksekdağ; ilk kareler akarken daha hemen gözümün seçtikleri, ama daha niceleri…
 
Tahir Elçi de, bugün hayatta olsaydı, büyük ihtimalle hapiste olacaktı…
 
Bunu düşününce, kurşun gibi ağırlaşıyor içim; zira, hayatta ve cezaevinde olsaydı, hiç olmazsa çıkma umudu olacaktı.
 
Geçen Ocak’ta, Hazal Özvarış’ın Tahir Elçi’nin kızı Nazenin ile yaptığı söyleşide, şimdinin bu genç avukat adayı, babasının cinayetine ilişkin adaletin yerine gelmesi ile ilgili şöyle demişti:
 
“Hiçbir umudum yok. Kaç gün olmuş hiçbir şey bilmiyoruz ve bilmeyeceğiz. ‘Katili bulacağız, adalet yerini bulacak’ demek saflık, çocukluk olur”.
 
Nazenin Elçi ve erkek kardeşi Arin’den çocuklukları çalındı, babaları çalındı; her sözünden mütevazılık ve bilgelik akan, sade ve zarif insan Türkan Elçi’den gerçekten kalpten sevdiği eşi çalındı. Diyarbakır’ın Baro Başkanı çalındı, Diyarbakır’dan Sur’u çalındı.
 
Diyarbakır ve çevresinin yaşam sevinci çalındı.
 
28 Kasım 2015’te, ümidimizi çaldılar; gülüşümüzü perdelediler…
 
Ve, Tahir Elçi’nin cinayetin yollarının taşını döşeyen medyada, arıyorum tarıyorum; anma törenleri ile doğru düzgün haber dahi yok. Daha doğrusu, hiç yok. Yok…
 
Sur’u gözden ırak kılmaya çalışan o beyaz süsü verilmiş kirli perde bir gün; en beklenmedik anda yırtılıverecek.
 
O zaman, Dört Ayaklı Minare’yi, yere çalınıp tuzla buz edilen barış hayallerimizi, ideallerimizi özenle onaracağız, enkazı kaldıracağız. Kalbin bir yerinde, bugünlerin karanlığının gölgesi hep duracak ama, Tahir Elçi’nin gözlerine bakabilip, onun gibi içten gülümseyebileceğiz en azından.
 
O yoktan, yokluktan kendini yaratabilen bir insandı; biz de, kendimizi Tahir Elçi gibi yoktan, yokluktan yeniden yaratacağız elbet.