İtalya’da da referandum şoku
Brexit, Macaristan’da mültecilere karşı Anayasa değişikliği ve Kolombiya’da Barış Anlaşması referandumlarından sonra bir şok daha…
05.12.2016
2016 dünya siyasetinde referandumların hükümetler için korkulu rüyaya dönüştüğü bir yıl olarak anılacak. 23 Haziran’daki “Brexit”, yani Britanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkıp çıkmamasının oylandığı referandum, bugün bile tartışması süren; seçmenlerin, %51,89’a karşılık %48,11 oyla, AB’den çıkışı onayladıkları kıl payı bir referandum örneği. Keza, 2 Ekim’deki Kolombiya Barış Anlaşması referandumu da, %50,21’e karşılık, %49,79 oyla reddedilmişti. Bu ret kararı ile, Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos’un Nobel Barış Ödülü almasına da yol açan, dünya çağında büyük bir başarı olarak yorumlanan barış süreci az kalsın heba olup gidecekti. Gene 2 Ekim’de, Macaristan’da, Anayasa’da mültecilere karşı sert düzenlemeler yapılmasını öngören referandum, katılım düşüklüğü nedeni ile iptal edildi.
Bu dört başlıca örnek dışında, 21 Şubat’ta Bolivya’da gerçekleşen ve Başkan Evo Morales’in görev süresini uzatmak için gerçekleşen referandum da sandığa tosladı. Bulgaristan’da, 6 Kasım’da Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle aynı gün gerçekleşen ve milletvekili seçimleri, partilere maddi yardım gibi konuları halk oyuna sunan referandum da, katılım düşüklüğünden kadük oldu. Şimdi de, İtalya’da, 4 Aralık’ta gerçekleşen referandum, Başbakan Matteo Renzi’nin istifasına yol açıyor ve hattâ Avrupa Birliği için yeni bir kriz olarak yorumlanıyor.
Şimdi, önce İtalya referandumunu kendi içinde bir inceleyelim; bu referandum neden gerçekleşti, sonuçları ne ifade ediyor bir bakalım. Sonra da, referandumlar neden iktidarların kâbusuna dönüştü bunu tartışalım.
Algıların çarpıldığı referandum
İtalya’da gerçekleşen referandum, aslında tamamen İtalya’nın iç politikasını ilgilendiren konuların sandığa götürüldüğü bir oylamaydı. Seçmenlere, İtalya Anayasası’nda değişiklik yapan bir dizi düzenlemeyi onaylayıp onaylamadıkları soruldu. Dahası, parlamenter sisteme yönelik bu düzenlemeler, ülke için yeni bir konu da değil. Merkez-sol koalisyonun lideri Matteo Renzi ve lideri olduğu Demokratik Parti (Partito Democratico-PD), 2014’ten beri, ülkenin parlamenter sisteminde reform gerçekleştirmeye çabalıyor.
Hem referandumda seçmen karşısına giden düzenlemeler, zaten iki yıldır ülke siyasetinde tartışılıyor hem de zaten, bu düzenlemeler, İtalya’nın çift meclisli sisteminde, Senato ve Millet Meclisi tarafından (üstelik de ikişer kez ) onaylandı. Ne var ki, söz konusu değişiklikler, Anayasa’nın 138. Maddesi gereği, referanduma da götürülmek zorundaydı; çünkü Senato ve Meclis’teki ikinci oylamalarda üçte iki çoğunluğun onayı alınamamıştı.
Sonuç olarak, 4 Aralık Pazar günü, seçmenin önüne şu soru gitti: “Anayasal hukuka yönelik şu konulardaki metinleri onaylıyor musunuz? ‘Çift meclisli sistemde eşdeğerliğin aşılmasına yönelik düzenlemeler, Meclis üyelerinin sayısını azaltmaya yönelik düzenlemeler, kurumların işletme masraflarını azaltmaya yönelik düzenlemeler, Ulusal İş ve Ekonomi Konseyi’nin (CNEL) kaldırılması ve Meclis tarafından onaylanan, 15 Nisan 2016’da Resmi Gazete No. 88’de yayınlanan, Anayasa’nın 5. Başlığının 2. Bölümü’nün değiştirilmesini onaylıyor musunuz?”
Bu karmaşık sorunun ardında yatan aslında, İtalya’nın 1948’de İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenlemelerle büyük ölçüde şekillendirilmiş olan devlet mekanizmasının hantallıktan kurtarılıp yenilenmesine dönük çabalara destek aranması idi. Özellikle de, 315 kişiden oluşan ve 40 yaşını aşmış kişilerin üyesi olabildiği ve 25 yaşından büyük İtalyan seçmenlerin oylarıyla oluşan, İtalya Senatosu’nu devreden çıkararak, tek Meclis’e odaklı bir sistem kurulması hedefleniyor(du).
Dünkü referandumda, seçmenlerin yaklaşık yüzde 60’ının Anayasa değişikliklerini reddettiği ve yüzde 40’ının da onayladığı gözleniyor. Katılım oranı da, İtalya standartlarına göre oldukça yüksek; yaklaşık yüzde 67.
Başbakan Renzi, sandık çıkış anketleri, savunduğu değişikliklerin onaylanmaması yönünde bir sonuca işaret ettiğini gösterince, “Kaybettim. Koltukları kısaltmak istedim ama batan koltuk benimki oldu. İstifa ediyorum” diye bir açıklama yaptı.
Devletin, daha hızlı ve etkin çalışmasını, devlet nüfuzunun ve harcamalarının kısıtlanır hâle gelmesini sağlayan bu anayasal değişiklikler neden reddedildi? Ülkenin en genç başbakanı olan, henüz 40’lı yaşlarının başındaki Renzi neden büyük bir siyasi yenilgi aldı?
Bu sonucun ardında, muhalefetin farklı kollardan birleşerek çok sert bir “anti” propaganda yapması yatıyor. Bu propaganda ile bir algı oluştu ki, devletin daha güçlenip ülkeyi demir yumrukla yöneteceği kanaati doğdu. Seçimin en ironik yönü, “Hayır” oyuna yönelik en etkin kampanyayı yürüten popülist Cinque Stelle (Beş Yıldız) Hareketi’nin, “sisteme karşı olmakla” övünmesi. Oysa bu referandum zaten sistemi değiştiriyordu; yani söz konusu anayasal değişiklikler zaten sisteme karşıydı. Fakat Cinque Stelle, “Hayır” kampanyası ile, aslında 1948’den kalma eski sistemi desteklemiş oldu.
Buna karşılık, mesele sadece İtalya’daki sistem değil; Cinque Stelle, referandumu, Avrupa Birliği politikalarına yönelik huzursuzluğun da oylandığı bir sandık meselesi haline de dönüştürdü.
Artan işsizlik ve Akdeniz’den İtalya’ya ulaşmaya çalışan mültecilere yönelik kaygılar, Cinque Stelle’yi güçlendiren faktörler arasında yer alıyor. İşin ilginç yönü, Cinque Stelle lideri, komedyen Beppe Grillo’yu yakından tanıyanlarla konuştuğumda hep aynı konu gündeme geliyor; Grillo özünde politikacı değil ve İtalya’nın başbakanı olmak da istemiyor. Hattâ, bu tarz bir sorumluluk almaktan korkuyor. O zaman, Cinque Stelle, neden bu referandumu, kendisini iktidara götürebilecek erken seçimlere gidecek bir basamak olarak kullanmaya çalışıyor?
Bu soruların yanıtı ise yok; tek yapılan yorum, sağdan ve soldan popülist çizgideki (çoğu da politikacı olmayan) kişileri bir araya getiren Cinque Stelle, “her şeye karşı” pozisyonunda ve bu duruş da kazandırıyor. Ancak, referandumda Renzi’nin yenilgisinin ön plana (bir kez daha) çıkardığı bir politik aktör de, 80 yaşındaki Silvio Berlusconi. Yolsuzluk ve diğer konulardaki skandalları ve davalarıyla İtalya politikasından uzaklaşmış gibi gözüken Berlusconi, şimdi yeniden siyasi sahnede. Bu anlamda, Grillo ve Cinque Stelle, sisteme muhalefet ederken, eski sistemin daha da güçlü biçimde dönüşüne de neden olabilir.
Referandumlar neden iktidarların aleyhine sonuçlanıyor?
2016 yılındaki tüm kilit referandumlar, iktidarlar tarafından ileri sürüldü ve iktidarların aleyhlerine sonuçlandı. Mesele nedir?
Her referandumun kendine özgü bir “başarısızlık hikâyesi” var elbette, ama genel olarak tablo şu: Referandumlar, normalde seçimlerde ol(a)mayan biçimde, tepki oylarının bir odakta toplanmasına yol açabiliyor.
Dünya genelinde, ekonomik sebepler başta olmak üzere çeşitli sebeplerle, “statükoya” karşı ciddi tepki var. İktidarlar da, kendi konumlarını güçlendirecek biçimde referandumların keskinliğiyle politik güçlerini bilemeye, güçlerine yönelik güven tazelemeye çalışırken, beklediklerinin tam aksi sonuçla karşılaşıyorlar.
Statükoya tepki, sandıktan “iktidara tepki” olarak çıkıyor. Muhalefetteki popülist bir aktörün, referandumların sonucu iktidarların istediğinin aksi yönde şekillendirmesi de önemli bir etken; ancak, bu da “olmazsa olmaz” bir koşul değil. Macaristan, Bolivya, Bulgaristan örneklerinde bu faktör söz konusu değildi örneğin. Sonuçta, “milli irade” referandumlarda, öyle genel seçimlerdeki sandıklarda durduğu gibi durmuyor; fena çarpabiliyor.
2016’nın bu ilginç politik trendi, bakalım 2017’de karşımıza ne gibi siyasi sonuçlar çıkaracak?