Mesele nerede?

Reina saldırısı ve “kokteyl hâle” gelip terörle mücadele edememek…

SEZİN ÖNEY

02.01.2017

Gece, bir uyanıp telefondan saate bakayım dedim ki, 2017’nin ilk saatleri zehir oldu. İstanbul’da Reina’ya saldırı yapılmıştı… Hayatımda Reina’ya gitmedim. Giden tanıdığım bile yok. Saldırının nerede yapıldığının hiçbir önemi yok. Yapılmasının önemi var. Sıradan birçok insan için, bu saldırının kimin tarafından yapıldığının bile önemi yok. Türkiye’de birçok insan (tabii bu saldırıya üzülenler, bu saldırıdan ötürü dertlenenler) için önemli olan, kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, böyle bir vahşetin yaşanabiliyor olması…
 
Evet; biz sıradan insanlar için, nerede ve kim tarafından soruları ilk akla gelen, olaya verdiğimiz tepkilerde ilk belirleyici olan faktörler olmayabilir. Ama, devlet görevlileri, devleti yöneten politikacılar ve emniyetten sorumlu kişiler için, bu sorular ilk akla gelmesi gereken, üzerine ilk düşünülmesi gerekenlerdir. Tabii, terörizm üzerine uzmanlığı olduğunu iddia eden gazeteciler, akademisyenler, yorumcular için de…
 
Ne yazık ki, birileri bu ülkeye çok büyük bir kötülük yaptı; “kokteyl terör” diye bir kavram ortaya atıldı. Bütün terör örgütlerinin, “aynı” olduğu öne sürüldü. Tabii ki, mesele bu kadar basit değildi… Terör örgütlerinin hepsinin ayrı birer ideolojisi, kullandıkları farklı yöntemler var. IŞİD ile Kolombiya’daki FARC, hattâ IRA ve ETA bile birbirlerinden çok çok farklı. Farklı örgütlerin farklı özellikleri, terörle mücadele için çaba gösterenlerin en çok dikkate alması gereken şeyler; şeytan ayrıntıda, bu farklarda gizli.
 
Terör örgütleri arasındaki farklar ciddiye alınmaz ise, buna göre de, hepsine ayrı stratejiler geliştirilip örgütler arasındaki farklar vurgulanmaz ise terörle mücadele edilemez. Kaç yayın yasağı gelirse gelsin, sorgulayan-eleştiren insanlara ne kadar baskı uygulanırsa uygulansın,  bu gerçek değişmeyecek.
 
IŞİD’i diğer terör örgütlerinden farklı kılan en önemli faktörler şunlar: dini, ideolojisine ve saldırılarına en yoğun biçimde alet eden kökten dinci örgüt olması ve müzakereye, uzlaşmaya tamamen kapalı olması. Ve tabii, diğer köktenci örgütlere göre de, ideolojisini medya yoluyla en çok yayan, sempatizanlarının sayısını medya ve iletişim teknolojisi yoluyla en çok arttıran örgüt olması da IŞİD’in başka bir temel farkı, özelliği.
 
Sorun şu ki IŞİD’in arz ettiği büyük tehdidi anlamak, ciddiye almak istemiyor Ankara… Tersine, illâ ki küçümseniyor söz konusu tehdit ve köktendinci terör örgütleri için hep, “üst aklın işi” deyip geçiliyor. Oysa ki,Türkiye’de bu örgütlerin ciddi bir tabanları var. IŞİD’i IŞİD yapan özellikler yani; “dini en ağır ve vahim şekilde saldırganlık için araçsallaştırma”, “müzakere-uzlaşmaya kapalılık” ve “medyanın-teknolojinin sempatizan kazanmak için en yoğun-profesyonel kullanımı” faktörlerinin bu taban üzerinde, terör tsunami’si tetikleyecek etkileri olabilir.
 
Geçen Temmuz şöyle yazmıştım:
 
Türkiye’de IŞİD başta olmak üzere kendini ‘cihatçı’ varsayan militanların oluşturduğu tehlike bir zehirli çiçek gibi açtı. Son iki yılda düzenlenen 10 IŞİD saldırısının ardından oluşan tehdidin farkında mı Türkiye?
 
Mesele şu; Suriye’deki savaşın başlangıcından beri, yani yaklaşık beş yıldır,  yeni bir “İslamcılık” anlayışı Türkiye’de kök salıyor. İslamcılığı, en koyu Selefî yorumla yaşamayı öngören, Batı ve Batı kökenli her şeyi “gizli düşman” gören ve bugüne kadar “medeniyete” ilişkin insanlık ne yapıp geliştirdiyse, hem bunlardan nefret edip, hem de bunları kendi savaş aracı olarak kullanmayı amaçlayan, aşırı “benmerkezci” ve “yok edici” bir saldırganlıktan bahsediyoruz.
 
Başta IŞİD olmak üzere yeni cihatçı akımlar, İnterneti, sosyal medyayı ve cep telefonlarından bilgisayarlara kadar yeni elektronik mecraları, ne yazık ki “başarılı” biçimde kullanıyorlar. Tüketim çağını en sömürgen biçimde kullanan tatminsiz, her sınıf ve kesimden birçok birey de, bu “neo-cihat” dünyasında kendini buluyor. Savaş oyunlarının sanal gerçekliğinde kaybolup gitmek gibi bir hâl bu; üstelik bu “neo-cihat” zehrine kapılanlar, ölseler de öldürseler de “cennete gidecekleri” sanal gerçekliğini uyuşturucu gibi hücrelerine çekiyorlar.
 
Ne yazık ki, “gerçek İslam bu” diye, Türkiye’de de, en alt sınıftan en üstüne, bu tarz akımlara kapılan en az on binler, belki yüz binler var. İstanbul’da Atatürk Havalimanı saldırısından sonra anımsadık ki, dünyanın önde gelen araştırma şirketlerinden PEW Research, Kasım 2015’te yayınladığı bir araştırmada “şok edici” veriler ortaya koymuştu.
 
PEW Araştırma, Müslüman ağırlıklı coğrafyada “IŞİD’a yönelik sempati/antipati düzeyini” ölçmeye çalışmıştı. Ortaya çıkan tablo, Türkiye açısından ürkütücü idi; Türkiye’de toplumun yüzde 8’i IŞİD’a sempati duyuyordu. Bu oran, “cihatçı sorununun” müthiş bir iç buhrana neden olduğu Pakistan’daki yüzde 9 ile karşılaştırılabilir düzeydi idi.
 
O gün fazla sorgulanmadan geçti gitti;Türkiye, neden araştırmanın gerçekleştiği Lübnan, Malezya, Endonezya, Ürdün gibi ülkelerde yüzde sıfır ile yüzde dört arasında değişen oranları katlayan bir “IŞİD’e destek ve sempati” oranına sahipti?
 
Şimdi, bu araştırmadan 7-8 ay sonra, haber kanallarındaki tartışma programlarında IŞİD ile ilgili analiz ve yorumları duyunca, “neo-cihatçılığın” Türkiye’de ne kadar hafifsendiği ve anlaşılamadığını dehşet içinde gözlüyorum.
 
Japonya’dan Hindistan’a kadar, genç mühendislerden bilgisayarcılara olduğu kadar, serkeş hayat yaşayan Belçikalı veya Fransız gençlere, Kafkaslar’da Rusya ile çatışan Çeçen, Dağıstanlılara, Kuzey Afrika’da radikalleşen Tunuslulara, Türkiye’nin komşu coğrafyasının genişletilmiş havzasından ve çok ötesinden insanları çeken bir örgüt olan IŞİD’in tehdidi, Türkiye’de çok kısıtlı bir çevre tarafından algılanabiliyor.


 
Yanlış kanaatler Ankara’daki karar alıcıların gözüne kapkara bir perde çekiyor:
 
– “Cihatçı bir örgütün, muhafazakâr kesimi hedef almadığı için sorun olmadığı” düşüncesi (ki, bu vicdanı hiçe sayan tez, Suruç ve Ankara saldırılarının kurbanlarına yönelik ‘bizden değiller’ önyargısını da yaratmıştı).
 
– IŞİD, “dış mihrakların” bir oyunu tarzı komplo teorisi odaklı yaklaşım (ki bu tavır; IŞİD’ın serpilip gelişmesine, Türkiye’de üslenmesinde kendi eksiklerini hiç düşünmeyen bu anlayış, tüm sorumluluğu ‘isimsiz dış canavarlara’ atıyor).
 
– “Biz, zaten İslam ve politika, İslam ve sosyal hayat konularına hâkimiz; IŞİD, marjinal bir grup” iddiası.
 
– “Türkiye’nin sorunu, kokteyl terör; yani PKK/DHKP-C/Paralel Terör Örgüyü yapılanması ve Meclis’teki uzantıları CHP/HDP”. (“Kokteyl terör” gibi, dünya genelinde kabul gören güvenlik çalışmaları literatüründe kabul göremeyecek denli tuhaf ve akıl dışı bir kavramla, aylarını yitirdi Türkiye’de devlet, güvenlik bürokrasisi; her terör örgütünün kendi ideolojisi vardır ve örgütler, ideolojilerle yenilir -çatışma ile değil- ne demek ‘’kokteyl terör’’? Plajda ‘’kokteyl yudumlama’’ ciddiyeti ile insanların hayatları ile oynayacak kavramlar ortaya atılmaz.)
 
IŞİD, çok açıkça şunu diyor; “Rumelindeki haçları kıracağız, sizlerin kadınlarınızı kızlarınızı köle edeceğiz” -bu “Rumeli” denilen, Anadolu ve ötesi.
 
IŞİD, “Türk askerinin kanı helaldir” diyor.  Güvenlik bürokrasisi duymuyor mu bunu?
 
Anadolu’nun bugüne kadarki tüm inançları, tüm kökenleri ortaklaştıran yapısının “iyi tarafını”, tüm beraberliği yok etmeyi amaçlıyor.
 
Ankara’daki karar alıcılardan Türkiye’deki IŞİD sempatizanlarına; bu topraklardaki herkesi yok etmeye odaklı ve asla müzakere edilemeyecek bir terör örgütü, çok zehirli çiçeğini açtı. Farkında mısınız?
 
Kokteyl kafalarda mı Ankara?”