IŞİD, Türkiye’nin Noel Baba’sına neden saldırdı?

AKP’nin IŞİD ile mücadele edebilmesi için ülke içindeki laiklik savunucularını ve farklı kimlikleri karşısına değil yanına alması lazım

EFE KEREM SÖZERİ

04.01.2017

Yılbaşı gecesi İstanbul’un en bilinen eğlence kulübü Reina’da düzenlenen ve an itibariyle en az 39 kişinin öldüğü, 65 kişinin yaralandığı silahlı saldırının faili henüz yakalanamadı ama saldırıyı IŞİD üstlendi. Örgütü takip eden araştırmacılara göre Reina saldırısının yöntemi ve hedefi IŞİD izlerini taşıyordu; sonuçları da artık öyle.
 
Yöntem bakımından Reina saldırısı, Bataclan Sahnesi’nde düzenlenen saldırı ile Orlando LGBT kulübü saldırısına benzerlikler taşıyor. Fakat Paris saldırganları Suriye’ye gidip radikalleşen Müslüman Avrupa vatandaşlarıyken, Orlando saldırganı Omer Mateen hiçbir suç kaydı olmayan, radikal gruplarla ilişkisi bulunmayan bir Müslümandı; ama homoseksüellere ve Yahudilere karşı nefret duyguları besliyordu.
 
IŞİD’in saldırıları temel olarak iki türe ayrılıyor: IŞİD yönetimi tarafından koordine edilenler ve IŞİD liderlerinin açıklamalarından ‘ilham’ alanlar. Saldırıları yapanlar ise, IŞİD tarafından eğitilmiş militanlar veya IŞİD sempatizanları olabiliyor. Nice ve Berlin saldırılarında silah olarak kamyon kullanıldığını, son altı ayda tüm dünyada 19 farklı saldırının IŞİD sempatizanları tarafından gerçekleştirildiğini düşünürsek, IŞİD’in radikal İslam söyleminin tehlikesi anlaşılabilir.
 
Reina saldırısını yapan kişinin profesyonel olduğu açık. IŞİD’in saldırıyı üstlenen açıklamasında da saldırgan için “hilafet askeri” ifadesi kullanılmış. Sivil istihbarat kuruluşu SITE Intel’in yöneticisi Rita Katz, bu ifadenin bizzat IŞİD tarafından koordine edilmiş bir saldırıyı işaret ettiğini belirtiyor. Saldırganın da Suriye’de silah eğitimi görmüş ve Türkiye’deki IŞİD hücrelerinden destek almış bir militan olduğu iddia ediliyor. Zaten örgütün Türkiye’de saldırılar düzenlemeleri için militanlarını gönderdiği bilgisi ABD tarafından Türkiye’ye iletilmişti. Eğlence yerlerine saldırı yapılacağı istihbaratı da vardı, bu yılbaşında IŞİD saldırısı olacağı uyarısı da.
 
Saldırganın profesyonel olması bizi bambaşka bir konuda daha aydınlatıyor aslında: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın veya iktidar kanallarına davet edilen ‘din uzmanları’nın noel ve yılbaşı hakkındaki ayrımcı söylemlerinden etkilenmiş herhangi bir vatandaşın bir anda böyle bir saldırıyı gerçekleştirmesi pek mümkün değil. Çünkü elinde satırla Fazıl Say’ın konser verdiği salonun kapısına dayanmak veya otobüste bir kadına tekme atmak ile, rehin alınan Türkiye askerlerini yakarak öldürmek veya gece kulübüne giden masum insanları katletmek arasında ciddi bir radikalleşme (“şiddete varan aşırılık”) farkı var. Türkiye bu iki radikalleşme seviyesini de ayrı ayrı tecrübe ediyor.
 
Yaşam tarzına müdahale / mağdur Müslüman kimliği
 
Türkiye’de çoğunluğa sahip olan ve iktidar gücünü de arkasına alan Müslüman kimliğin, sekülerlere yönelik saldırıları faşist şiddettir; kendi gibi olmayana, farklı olana yönelik bir baskı aracıdır. IŞİD’in Türkiye’deki veya Fransa’daki sekülerlere yönelik saldırısı ise politik şiddetin başka bir türüdür, mağdur kimliğinin baskıya karşı direniş yöntemidir, bir ‘iletişim dili’dir.
 
IŞİD ile Türkiye veya Fransa arasındaki baskı / mağduriyet ilişkisi bize anlamlı gelmeyebilir, ama IŞİD’in davası Hristiyan emperyalizmine karşıdır, Batı’da ayrımcılığa uğradığını iddia ettiği azınlık Müslüman kimliğe bir çıkış yolu sunar. IŞİD’e göre Türkiye hükümeti de Haçlı Ordusu ile iş birliği halindedir, dinden çıkmıştır, çünkü IŞİD’le savaş halindedir, laik kanunlarla cihatçıları hapse atmıştır.
 
Bu önemli farklara rağmen, Türkiye’deki dindar iktidarın üstünde yükseldiği mahalle baskısı ile IŞİD’in mağdur Müslüman söylemi garip bir şekilde kesişiyor: Son yıllarda AKP, Türkiye’deki Müslümanların özgür olmadığını, Batı’da ise ciddi bir İslamofobya olduğunu sürekli işliyor. Batı nefreti (dilerseniz –fobyası) AKP gençliği arasında böyle popülerleşiyor. Sonuç olarak IŞİD ile AKP’nin ekran yüzlerinin yılbaşı ve noel nefreti de oldukça benzeşiyor.
 
Bu söylemler, Türkiye’de var olan laik / dindar tartışmasını Suriye’deki çatışma ile besliyor, yeni bir boyuta taşıyor: Bir yandan Türkiye’deki dindar Müslüman gençler Müslüman olmayanlara, hatta Şiilere ve Alevilere yönelik şiddeti onaylayacak kadar radikalleştiriliyor, diğer yandan sekülerler IŞİD’le AKP’yi eş tutacak kadar savunmacı ve irrasyonel bir pozisyona sürükleniyor.
 
Tam bu anda, bir yılbaşı partisine saldırı düzenleniyor, laikliği savunanlar AKP’yi suçluyor, AKP ise laiklik çağrısı yapan Halkevleri’ni terörist ilan ediyor. Tam da IŞİD’in isteyeceği gibi.
 
Türk-tipi IŞİD saldırısı
 
Yöntem yanında, etkileri bakımından da Reina saldırısında IŞİD izlerini okumak mümkün. Akademisyen Sezin Öney, Türkiye’deki toplumsal şartlar ve saldırının sonuçları açısından bakarak Reina’yı, Bataclan veya Orlando’dan ziyade, Bangladeş’in Dakka kentindeki bir kafeye düzenlenen saldırıyla karşılaştırıyor, yabancıların ve üst sınıfın hedef alınmasını örnek veriyor.
 
New York Times muhabiri Rukmini Callimachi de IŞİD’in farklı ülkelerde farklı saldırı ve üstlenme stratejileri izlediğini, Bangladeş’teki saldırıların Sünni Müslüman çoğunluğu hedef almayacak şekilde düzenlediğini yazmıştı. SITE Intel’den Katz da, İstanbul Atatürk Havalimanı’na düzenlenen saldırının resmen üstlenilmemesinin sebebinin bu olduğunu iddia etmişti.
 
Ben bu örnekleri bir parça daha bize yaklaştırıp, IŞİD’in Türkiye’deki ‘fay hatları’ üzerinde nasıl topluma-özel saldırılar yaptığını hatırlatmak isterim.
 
AKP ile Kürtlerin arası Ekim 2014’te Kobani’yle açıldı [PDF, sf.88]. IŞİD tehdidi altındaki Şah İsmail Türbesi’nin PYD kontrolü altındaki Eşme Köyü’ne taşınması bile bu güven sorununu çözemedi. İç güvenlik, iç barışa tercih edilince “Eşme ruhu” sürdürülemedi. İktidarın “terörist” ilan ettiği HDP, seçim öncesi yüzlerce saldırıya uğradı. 11 Temmuz’da ise KCK, baraj inşaatlarını sebep göstererek tek taraflı ateşkesi bitirdiğini açıkladı.
 
İşte tam da Kürt-Türk ayrışması için tüm şartların oluştuğu anda, IŞİD’in Gaziantep hücresi Suruç’tan Kobani’ye oyuncak götüren üniversiteli gençleri hedef aldı. Aynı hücre, HDP’nin Adana ve Mersin ofisleri ile Diyarbakır mitingine yapılan saldırılarla da bağlantılıydı; Suruç engellenebilirdi, ama engellenmedi. Adıyaman’daki bir çay ocağında radikalleşen gençler, 10 Ekim 2015’te Türkiye tarihinin en korkunç saldırısını da düzenleyeceklerdi.
 
Suriye’deki IŞİD, ve Türkiye’deki IŞİD
 
IŞİD’e katılan Türkiyeli militan sayısına dair en güncel tahmin 2,100. Örgütün Hacıbayram’dan Elbeyli’ye kadar uzanan Türkiye faaliyetlerini defalarca yazan gazeteci Doğu Eroğlu, hükümetin ve yargının Temmuz 2015’e dek bu faaliyetlere göz yumduğunu söylüyor.
 
2014’te yakalanan IŞİD militanı Ahmet Güneş, tutuksuz yargılanma kararıyla birlikte Suriye’ye kaçmış, Temmuz ayında yapılan karar duruşmasında ‘iyi hal’ indirimi almıştı. Mayıs ayında Antalya’da saldırı yapmak üzereyken yakalanan intihar bombacılarına 6 yıl, maddi kaynak sağlayanlara 3 yıl ceza verilmişti. Niğde’de yol kontrolündeki Jandarma askerlerini öldüren IŞİD militanları “terör örgütü üyesi” sayılmadı. IŞİD’in Türkiye yapılanmasına dair davada bile sanıklar tutuksuz yargılanıyor; insan yakmanın caiz olduğunu söyleyen, örgütün Türkiye sorumlusu Halis Bayancuk dahil.
 
İçişleri Bakanlığı, IŞİD’in rehin Türkiye askerlerini öldürdüğü video yayınlandıktan sonra Anadolu Ajansı’na verdiği bilgide 2016 yılı boyunca IŞİD’le bağlantılı olarak toplam 1,313 kişinin tutuklandığını açıklamıştı. Bu sayı halen cezaevinde olan tutukluları içermiyor, 2016 içinde herhangi bir süre tutuklu kalıp tahliye edilenler de sayılıyor. Bu çok yanıltıcı. Adalet Bakanlığı’nın son iki yılda muhalefet milletvekillerine verdiği cevaplara göre, Ağustos 2015’te cezaevlerinde 121 tutuklu ve 2 hükümlü IŞİD üyesi vardı, Temmuz 2016 itibariyle bu sayı 513 tutuklu, 7 hükümlü oldu; tutukluların yarısı yabancı ülke vatandaşı, hükümlülerin çoğu hırsızlık suçundan hükümlü.
 
Tüm bunların ışığında, Suruç saldırısından sonra Suriye’deki IŞİD mevzilerini bombalayan, Atatürk Havalimanı saldırısından sonra IŞİD’e karşı kara harekatına girişen hükümetin, Türkiye içindeki IŞİD’le nasıl mücadele ettiği sorgulanmalı.
 
IŞİD saldırılarını övenler de dahil, laik / dindar tartışması içinde radikalleşenler önemli bir toplumsal sorun, çözümü siyasi. Reina saldırganını sınırdan sokan, silah sağlayan, aylarca Konya ve İstanbul’da ağırlayan IŞİD ağı ise bir güvenlik sorunu. Bu iki grup arasındaki fark daha çok kapanmadan bir şeyler yapmamız gerekiyor.
 
Demreli Noel Baba
 
IŞİD’in Suriye cephesindeki iki düşmanını, Suriyeli Kürtleri ve Türkiye devletini birbiriyle savaştırabilmiş olması çok acı bir başarı. İçerdeki IŞİD’le mücadele dönemine ise yeni bir fay hattı üzerinde giriyoruz, tam da IŞİD’in vurduğu yerimizden kırılarak.
 
Hükümet ise daha önce 33 kez işe yaramamış olan çözümü tekrar deniyor: Saldırı, sansür, yayın yasağı, kınama, tekrarla, tekrarla, tekrarla…
 
Ama nasıl ki saldırılar kınamakla çözülmüyor, toplumsal kırılmalar da altı boş temennilerle çözülmüyor. Türkiye halkının intikam duygusunu El-Bab’da asker sivil ne varsa bombalayarak tatmin etmek yerine, Türkiye’deki hayatı gerçekten normale çevirmek, toplumsal sağlığımıza kavuşmak gerekiyor.
 
Öncelikle güvenlik: OHAL altında ve üç polis kontrol noktasına rağmen bu saldırı olabiliyorsa, hem istihbarat hem de güvenlik zaafı vardır, bunu eski MİT müsteşarı Cevat Öniş söylüyor. Belki Hakan Fidan için de artık “eski MİT müsteşarı” demeliyiz, güvenliğimizi sadakat ile değil, liyakat ile göreve gelmiş birine teslim etmeliyiz?
 
OHAL’de sivillerin hayatı alt üst olurken, saldırılar olağan şekilde devam ediyor. Tam tersi olması gerekmiyor muydu? Muhaliflerin değil, şiddet kullananların hedef alındığı bir güvenlik politikasına geçmemiz gerekmiyor mu?
 
Şu “kokteyl terör” saçmalığını da bırakalım mı? Arapça kısaltması “DAEŞ” (“داعش‎‎”) olan örgütü “DEAŞ” diye değiştirip DHKP/C’yle, yıllardır Gülen adıyla bildiğimiz cemaati de “FETÖ / PDY” olarak kısaltıp “PKK / PYD” ile kafa karıştırmayı bırakalım. Sorunu çözmek istiyorsak, suyu bulandırmayalım. Her örgütü yaratan şartlar ayrı, çözecek olan güvenlik önlemleri ve politikalar da.
 
Sonra tedavi: Atatürk Havalimanı, saldırıdan hemen sonra açılmış, yolcular kan izlerini görmek, görevlilerse o travmayla çalışmak zorunda kalmıştı. Bu elbette insanca değil. Ama IŞİD’in hayatımızın akışına, yaşam tarzımıza saldırmasını kabul etmiyorsak, yasımızı tuttuktan sonra Reina açılmalı, orada hayatını yitirenlerin aileleri, sevdikleri davet edilmeli. Türkiye’de konserler, kutlamalar iptal edilmemeli, inadına şarkı söylemeli, inadına gülmeli. Ama halkın içinde ve her kimlikle beraber; koruma ordusu ardında AKP mitingine dönüştürülen inşaat törenlerinde değil.
 
Amaç gerçekten kardeşçe yaşamaksa, IŞİD’in saldırdığına gidip sarılmalı. Nazilli’de Noel Baba’nın kafasına ‘esprili bir şekilde’ silah dayayan Alperenlere ve her yıl Noel Baba’yı sünnet edip bıçaklayan Anadolu Gençlik’e, Noel Baba’nın aslen Demreli olduğunu, Noel ile yılbaşının ayrı şeyler olduğunu anlatmalı.
 
Bu Cuma Ortodoks Ermenilerin Noeli, Rumların Epifanisi; sonra halkların Newrozu, Kandili, Paskalyası, Hıdırellezi… Beraber kutlamalı.