Rejim değişikliği hâlâ mümkün mü?

AKP+MHP koalisyonu 1 Kasım’a göre yüzde 10 oy kaybetti. Kendi seçmenini bile ikna edemeyen iktidar mevcut Anayasa sınırlarına geri dönmeli.

EFE KEREM SÖZERİ

17.04.2017

Bu bir “enseyi karartmayalım” yazısı değil. Aksine, müşahitleri caydırmak için yüzde 65 Evet açıklayan devlet ajansına, daha sayım bitmeden balkon konuşması yapanlara, itirazlar kesinleşmeden “atı alan Üsküdar’ı geçti” diye oldubittiye getirmeye çalışanlara bir itiraz. Benim kişisel itirazım da değil, 24 milyon seçmenin itirazı.
 
Kim “Evet” demedi?
 
[Not: YSK’nin mühürsüz zarf ve pusulaları geçerli sayma kararı, gerçekte kaç seçmenin “Evet” oyu verdiğine dair şüphe doğuruyor. Buna dair AGİT raporu ve diğer detaylar aşağıda; partilerin itirazları karara bağlanıp sonuçlar kesinleşene dek doğruluğu tartışmalı olan tüm cümlelerin yanında böyle bir yıldız* var.]
 
Referandum sonucunda kimlerin bu rejim değişikliğini reddettiğinden ziyade, kimin buna onay vermediğine bakmak, başkanlık sisteminin meşruluğunu en baştan kaybettiğini gösteriyor.
 
Devletin tüm kaynaklarıyla ve OHAL baskısıyla “Evet” propagandası yapmış olan AKP+MHP koalisyonu, 1 Kasım 2015 seçimlerine göre yaklaşık* 5 milyon oy kaybetmiş. Bu da seçmen desteğini en az* yüzde 10 kaybetmiş olmak anlamına geliyor.
 
Referandumda “Hayır” diyen muhalif seçmenler ise CHP ve HDP’nin 1 Kasım’da aldığı toplam oya yaklaşık 6 milyon oy daha katmış.
 
Bölgeleri tek renkli gösteren seçim haritalarını daha önce detaylı olarak eleştirmiştim ama 1 Kasım – 16 Nisan arasındaki fark o kadar büyük ki, tek renkli haritalarda bile bariz.
 

 

[ Görseller: 1 Kasım ve 16 Nisan ]
 
Bu yazı için derlediğim 1 Kasım – 16 Nisan şehir şehir oy karşılaştırması da referandum sonuncunun iktidar için hiç de öyle balkonlarda kutlanacak bir zafer olmadığını gösteriyor.
 
Aşağıdaki grafik, AKP + MHP (+Hüdapar) tarafından desteklenen “Evet” oyunun, 1 Kasım’a göre nasıl değiştiğini gösteriyor. En solda yer alan Hakkari’de bu koalisyonun desteği yaklaşık yüzde 17 artmış, sadece 14 şehirde artış var*; geri kalan 67 şehirde ise AKP + MHP toplamı oy kaybı yaşamış, en sağdaki Osmaniye’deki kayıp yaklaşık yüzde 23.*
 
Referandumda AKP+MHP+Hüdapar’ın oyunu artırabildiği* 14 şehrin hepsi, ülke içi ve sınır ötesi operasyonlardan doğrudan etkilenen Doğu ve Güneydoğu illeri. Yaklaşık yarım milyon kişinin zorunlu göç ettiği bölgede AKP+(MHP)+Hüdapar’a destek ancak 323 bin 654 oy artabilmiş.* Buna rağmen bölgede “Hayır” oyları hâlâ çoğunlukta, kayyum atanan belediyeler dahil.
 
Geriye kalan 67 şehirdeki muhafazakar sağ seçmen ise parti tercihlerini bir kenara koyup Anayasa değişikliğini reddetmiş. AKP’nin kalesi olan Konya’da “Evet”in kaybı yüzde 12, Kayseri’de yüzde 15. MHP’nin ortalamanın üstünde oy aldığı Osmaniye, Kırşehir, Kırıkkale gibi şehirlerde ise “Evet”in kaybı yüzde 20’nin üstünde.
 
İstanbul, Ankara ve İzmir dahil 33 şehirde seçmenin yarıdan fazlası “Hayır” demiş. Bu iller ülke nüfusunun çoğunluğunun yaşadığı, eğitim düzeyinin, şehirleşmenin, sanayinin ve kültür hayatının daha ileride olduğu yerler.
 
Kim “evet” demedi sorusunun cevabı, bu şekilde yazının cevabını da vermiş oluyor: Türkiye’yi ileri taşıyacak toplum kesimleri ikna edilememişken, kalan halkın da ancak yüzde 51 desteği alınabilmişken rejim değişikliği mümkün değil.
 
Halkın çoğunluğu Erdoğan’ı bir lider olarak seviyor olabilir, ama bu sevgi, iktidara sınırsız OHAL uygulama ve sürekli hukuku çiğneme hakkı vermiyor. Halk normale dönmek istiyor ve Erdoğan normal bir ülkeyi meşru bir lider olarak yönetmek istiyorsa, bunu mevcut sistemin sınırları içinde yapmak zorunda. Referandumun sonucu budur.
 
 
* Atı (ç)alan Üsküdar’ı geçebilir mi?
 
Bu yazıya hazırlanırken, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gözlemcileri referandum hakkında çok ciddi eleştirilerle dolu bir ön-rapor yayınladı. Bu raporun Türkçe tam çevirisini yazının sonunda bulabilirsiniz.
 
AGİT özetle diyor ki, OHAL şartlarında yapılan, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı bu referandum uluslararası standartlara uymuyor, referandumdaki iki tarafın eşit şartlara sahip olmadığı bir durumda demokratik bir süreçten bahsedilemez. Türkiye’de bulunan gözlemciler bu eşitsizliği çok net bir şekilde görmüşler: Medyanın tek taraflı olduğunu ve sadece iktidar propagandası yaptığını, muhalefet partilerinin kamu yayıncısı TRT’ye bile eşit erişimlerinin olmadığını belirtiyorlar.
 
İktidar partisinin kamu kaynaklarını kullanarak “Evet” kampanyası yaptığını not düşen AGİT ve Avrupa Konseyi gözlemcileri, valilerin “Hayır” mitinglerini yasaklamasını, polisin “Hayır” diyenlere engel olmasını ve “Hayır” destekçilerinin saldırıya uğramasını bir bir yazmışlar.
 
AGİT raporunun son cümlesinde YSK’nin mühürsüz oy kararına dair çok ciddi bir ifade kullanılmış: Bu kararla seçimlerin güvenilirliği zayıflatıldı ve seçim kanunu çiğnendi.
 
AKP temsilcisinin talebiyle YSK’nin verdiği mühürsüz zarf ve pusulaların geçerli olması kararı Seçim Kanunu Madde 98’in açık ihlali. YSK Başkanı Sadi Güven’in savunma yaparken emsal gösterdiği kararlar, yasanın 2010’da değiştirilmesinden önce verilmiş; yani emsal niteliği sorunlu. Emsal niteliği olacak iki karar, 2014 yerel seçimlerinde AKP’nin başvurusuyla mühürsüz zarfların geçersiz sayıldığı YSK kararı ve Anayasa Mahkemesi’nin aldığı 2014 tarihli karar ise tam aksini söylüyor.
 
Doğrusu, seçimlerin güvenirliği Üsküdar’da at oynatmaya benzemiyor. Türkiye’nin ifade özgürlüğü ve hukuk devleti karnesi şimdiye dek uluslararası alanda çekingen sayılabilecek kınamalara yol açtı ama seçim güvenirliği ve adaleti, iktidarın meşru olup olmadığını sorgulatır. Türkiye’nin üyesi olduğu AGİT böyle bir referandum gözlem raporu açıklamışken, denenecek bir rejim değişikliğinin meşruluğu Edirne sınırında biter. Rapor sonrası ABD’den gelen ilk açıklamanın dili de bu. Hele bir de, AKAM Araştırma’nın sahibi Kemal Özkiraz’ın iddia ettiği gibi mühürsüz oylar Doğu ve Güneydoğu seçim sonuçlarını değiştirmek için kullanıldıysa, sandık başkanları buna göre seçildiyse, jandarmalar bunu sağlamak için sandık alanına girdiyse, seçim ihlalleri bu yüzden bölgede yoğunlaşıyorsa, rejim değişikliğinin Güneydoğu’da hangi sınırda bittiği bile belirsizleşir.
 
Türkiye 7 Haziran’dan beri çok kötü yönetiliyor. Sokağa çıkma yasakları, yıkılan şehirler, bombalı saldırılar, sivil ölümleri, istihbarat zafiyetleri, göz göre göre gelen bir darbe ve uzadıkça bir yönetim şekline dönüşen OHAL… Eğer AKP ve MHP seçmeni bu gidişatı idam cezasıyla taçlandırmak(!) istiyorlarsa, sıradan bir diktatörlüğün vatandaşları olmaktan da gocunmasınlar. Ama Erdoğan’ı seven ve gidişattan rahatsız muhafazakarların hatırı varsa, dost acı söylemeli: OHAL-tipi başkanlık Türkiye’nin yönetim sistemi olmamalı.

 

 
Fırsat eşitsizliği, tek-taraflı medya yayını ve temel özgürlüklerin kısıtlanması Türkiye'deki anayasa referandumunun adil şartlarda gerçekleşmesine engel oldu
 
Ankara, 17 Nisan 2017
 
Uluslararası gözlemciler tarafından yapılan açıklamaya göre Türkiye'nin 16 Nisan Anayasa referandumu adil olmayan şartlarda gerçekleşti, kampanyanın tarafları eşit fırsatlara sahip değildi. Sürecin teknik şartları yerine getirilmiş olsa da, seçmenlere değişiklik hakkında tarafsız bilgi verilmedi ve temel özgürlüklerin sınırlanmasının olumsuz etki yarattı.
 
Avrupa Parlamenterler Meclisi Temsilciler Kurulu Başkanı Cezar Florin Preda “Bazı bölgeler hariç, referandum gününde büyük sorunlar yaşanmadı ancak seçim alanında sivil toplum gözlemcilerinin olmamasından üzüntü duyduk” dedi. “Genele baktığımızda, referandumun Avrupa Konseyi standartlarında olduğunu söyleyemeyiz. Yasal düzenlemeler gerçek bir demokratik sürecin gerçekleşmesi için uygun değil.”
 
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Birimi (AGİT, DKİHB) gözlemci heyeti başkanı Tana de Zulueta “Referandum, OHAL altında ve demokrasinin şartı olan temel özgürlüklerin kısıtlandığı bir siyasi ortamda gerçekleşti, iki taraf seçmenlere ulaşmak konusunda eşit haklara sahip değildi” dedi. “Gözlemlerimize göre, 'Evet' kampanyası medyada baskındı. Medyaya yönelik sınırlamaları, kapatılan basın kuruluşlarını ve tutuklanan gazetecileri buna eklenince seçmenlerin farklı görüşlere erişimi kısıtlandı.” diye konuştu.
 
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) bu sürece dair bazı kararlar almış olsa da, gözlemciler seçimlere yönelik mevcut yasal düzenlemelerin demokratik bir referandumun yapılmasına yeterli olmadığını belirtti. Valiler ise OHAL yetkilerini toplanma hakkı ve ifade özgürlüğünü kısıtlamak için kullandı.
 
Preda “Bir olağanüstü hal durumu asla hukuk devletini zayıflatmak için kullanılmamalı.” dedi.
 
Referandum hakkındaki yasal düzenlemeler ne medyanın kampanya sürecini tarafsız olarak aktarmasını sağlıyor, ne de partilerin kamu yayıncısından eşit olarak faydalanmasını. YSK'nin taraflı yayınları cezalandırma yetkisi kaldırılırken, iktidar partisine ve cumhurbaşkanına fazladan yayın hakkı veriliyor.
 
Açıklamada, mevcut yasaların siyasi partilerin referanduma katılımını sınırladığı ve diğer ilgili tarafların katılımını düzenlemediği belirtildi. Buna ek olarak YSK, sivil toplum kuruluşlarının ve meslek odalarının kampanya düzenlemesine de izin vermedi.
 
Zulueta “‘Evet’ kampanyasına devlet yetkilileri ve yerel makamlar aktif olarak dahil olduğu için kampanyaların çerçevesi sınırlı ve adaletsiz oldu.” dedi. “Devlet kaynaklarının kampanya için kullanıldığını, ve ‘Hayır’ kampanyasının engellendiğini gözlemledik. Kampanya söylemi, ‘Hayır’ı destekleyenlerin terörist sempatizanı olduğu ifadesiyle lekelendi. Pek çok kez ‘Hayır’ destekçileri polis müdahalesine ve fiziki saldırılara maruz kaldı.”
 
Uluslararası gözlemciler tarafından ziyaret edilebilen sınırlı sayıdaki seçim alanında referandum gününde düzen ve gerekli şartlar sağlanmıştı. Bazı durumlarda AGİT gözlemcilerinin sandık açılışı ve oy kullanımını gözleme talebi engellendi veya sınırlandı. Seçim alanlarında polis varlığı, hatta belirli yerlerde, polislerin seçim alanına girişte kimlik kontrolü yaptığı gözlendi. YSK'nin günün geç saatlerinde ilan ettiği ve geçerli oy kriterlerini ciddi şekilde değiştiren karar, önemli bir güvenlik teminatını zayıflattı ve yasaya aykırılık oluşturdu.