“Akdeniz kare ası’’ tamamlandı
Emmanuel Macron, Fransa Cumhurbaşkanlığını kazandı: Popülizm kaybetti mi peki? Cevap, biraz karışık…

13.05.2017
Yapılan yorumların geneline bakılırsa, dünya genelinde popülizm dalgasının yükselişi, Fransa’da durdu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda, aşırı sağcı aday Marine Le Pen, yaklaşık yüzde 34 oy aldı ve korkulan zafer gerçekleşmedi. Hattâ, Le Pen'in beklendiğinden de az destek bularak, oy oranını yüzde 40'lara yükseltememesi "pozitif bir gelişme" olarak yorumlandı.
Emmanuel Macron ise, henüz 39 yaşında. Bu genç ve hırslı banker de, sanıldığının aksine popülist kampanya yürüterek; yani, Le Pen’inkine anti-tez bir popülizm profili çizerek seçimlerde başarı sağladı. Bu anlamda, Fransa seçimleri de, bana kalırsa, popülizmin yenilgisi değil; "farklı tür" bir başarısı oldu.
Öncelikle, Avrupa genelinde (ve ötesinde) son yıllarda üst üste yinelenen "sisteme meydan okuyanın kazanması" trendinin, Macron'un zaferi ile kırıldığını öne sürmek mümkün değil.
Avrupa genelinde, İspanya’da Podemos’tan Yunanistan’da SYRIZA’ya, Slovenya’da Stranka modernega centra’dan İtalya’da Cinque Stelle hareketi gibi, “geleneksel politik sisteme” meydan okuyan sağ veya sol popülist hareketler kazanıyor. Bu hareketler veya liderler (ki bu hareketlerin hepsi karizmatik lider odaklı) SYRIZA ve Podemos örneğinde olduğu gibi sol, Slovenya’nın Stranka modernega centra merkez sağ veya şimdi de Cinque Stelle (ve şimdi de Macron) örneğinde olduğu gibi ideolojik olarak "ne sağ ne sol-hibrit" bir çizgi sergileyebiliyor.
Ancak, tüm bu hareketlerin, liderlerin ortak noktaları, sisteme karşı meydan okumaları ve bunu da "aşırı sağ popülizme" karşı durarak veya alternatif oluşturarak yapmaları…
Ayrıca, tüm bu hareketlerin “karizmatik liderleri” var. Sadece bu hareketlerin değil, aynı zamanda "anti-tezleri" oldukları veya alternatif oluşturdukları aşırı sağ popülist hareketlerin de "lider odaklı" olduğuna dikkat çekelim.
Evet, popülizm literatüründe, karizmatik liderlerin popülist hareketlerin varlığı ve başarısı için “elzem” olmadığını öne sürenler var. Amerika’da Tea Party’nin (Çay Partisi), karizmatik lideri olmadan da yükseldiğine vurgu yapanlar da.
Bu noktada, 2009'dan itibaren Tea Party’nin tabanda güçlenmesinin sonunda, 2017'de Donald Trump’ın ABD başkanlığının yolunun taşlarını döşediğini de ileri sürmek mümkün. Kaldı ki, bireyselliğe özellikle vurgu yapan bir siyasi ve toplumsal kültürü olan ABD’de bir popülist hareketin, başlangıçta “karizmatik lidersiz” gelişmesi aslında beklenebilir bir durum. Unutmayalım ki popülizm, döküldüğü kabın (yani kültürün) şeklini alan bir ideoloji. Dolayısıyla, farklı ülkelerde farklı biçimlerde karşımıza çıkması son derece doğal. Bir kültürde “sekülerliğe”, diğer birinde “Hıristiyanlığa”, bir başkasında “Müslümanlığa” vurgu yaparak, “popülist ahlakî değerler bütününü” toplum geneline empoze edilebiliyor.
Son kertede, bana kalırsa, popülizmin sihrinde, liderlerin rolü büyük. Dediğim gibi, Avrupa’da son dönemde yükselen tüm popülist hareketlerin ön planında liderler var. Macron örneği de, “hareketi olmayan bir karizmatik liderin" yükselişi. Ve, "imkânsızı başararak", partisi olmaması rağmen Cumhurbaşkanı olabilmesi, sadece birkaç ay içinde diğer tüm adayları sollaması, yine bir popülist rüzgâr alameti.
Macron, gençliği ve "sistemin dışından gelen yabancı" algısı ile rakiplerinin önüne geçebildi. Bu algının en büyük sebebi, Macron'un "profesyonel mânâda" politika ile uğraşmış biri sayılmaması. Buna karşın, bir "teknokrat" profiline uymayacak kadar da, "renkli" biri imaj veriyor.
Veya, biyografisini yazan gazeteci Anne Fulda'nın kitabının ismindeki gibi Un Jeunne Homme Si Parfait (Öylesine Mükemmel bir Genç Adam Ki).
Bu tabii, benim kişisel görüşüm değil; Macron'un nasıl algılandığı… Popülist siyasette de, herşey algılar üzerine kurulu.
Önce "resmî CV"sine bakalım Macron'un.
Siyasi bir hareket tarafından desteklenmiyor ve bir hareketle bağlantılı değil dedik. Ama bu durum, madalyonun sadece bir yüzü. Zira, Macron'un politik geçmişi yok değil: 2006-2009 arası sosyal demokrat Parti socialiste (Sosyalist Parti) üyesi olmuş ve ardından da, çeşitli bürokratik-siyasi görevler üstlenmiş. 2011’de, o dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan François Hollande’ın ekonomi danışmanlığına getirilmiş. Hollande, 2012’de cumhurbaşkanlığına seçilince de Macron, onun “sağ kolu” konumuna yani cumhurbaşkanı genel sekreter yardımcılığına yükselmiş. Daha sonra da, 2014’te, başbakan Manuel Valls'ın ikinci kurduğu kabinede, "Ekonomi, Endüstri ve Dijital İşler Bakanlığı"nı üstlenmiş. Bakanlığı esnasında da, Fransa'da gerçekleştirmesi özellikle güç bir şeyi, "reformculuğu" başaran bir profil sergilediği yorumları yapılmış. Ve Macron, bu kısa fakat güzel bir el yazısı ile yazılmış, tüm sorulara yanıt veren sınav kâğıdı gibi "derli toplu" siyasi kariyerine 2016 Ağustos'unda, Fransa Cumhurbaşkanlığı adaylığı için görevinden istifa ederek bir es verdi.
Ve En Marche! (Yürüyoruz!/İlerliyoruz!) kampanya hareketi ile kendi başına ilerlemeye başladı. Yani, En Marche'ın ta kendisi Macron. Partisi de, kampanya esnasında ve şimdi, Macron seçildikten sonra "En Marche"; yürüşte. "Kervan yolda düzülür" misali, parti de kendi kendini yeni oluşturuyor.
Macron'un seçilmesinden birkaç gün sonra En Marche, 428 adaylık bir liste açıkladı. Bu liste, 11 ve 18 Haziran'da gerçekleşecek parlamento seçimleri için. Macron'un da "popülist bir fenomen" olduğunu kanıtlayacak şekilde, adayların çoğunluğu "profesyonel politikacılar" değil. Hiç akla gelmeyecek, çok ilginç ve eklektik isimlerden oluşuyor bu liste.
Öncelikle, çoğu isim genç ve listenin yarısı da kadınlardan oluşuyor. Listedekilerin çoğu, daha önce politikanın içinde yer almış isimler değil dedik. Bu durum, "sıradan vatandaş" ile iletişim açısından iki sebeple özellikle önemli: birincisi, siyaset "halka açılmış" oluyor. Klasik parlamenter/milletvekili şablonuna uymayan, "sistem dışı" kişiler, birden siyasetin merkezine taşınıyor. Üstelik de, bu kişiler "özerkler". Siyasi hareket de "yeni" olduğundan, parti disiplini, parti söylemi altında ezilmek, buna uymak zorunda değiller. Bireysel çıkışlar yapabilir, kendi profillerini harekete özgürce katabilirler. Açıkçası, gene "popülizm" gözlüğü ile bu durumu okursak, "dünyayı kötülerden kurtaran ‘’A takımının’’ oluşturulması gibi birşeyden bahsediyoruz. Bu (en azından algıda) dinamik ve idealist süreci bir de; klasik parti sistemlerinin, lider veya çevresine kendini beğendirme, kendini onaylatmaya dayalı örnekleriyle karşılaştırın. Ve yahut, sürekli kendi promosyonunu yapmaya, lobiciler-sponsorlar-hamilere dayalı/odaklı sistemlerle karşılaştırmalı olarak düşünün.
Dahası Macron "sürprizlerle dolu" listesi ile, bir kampanya vaadini yerine getirmiş oluyor. Zira, kampanyası boyunca, politikada "hep aynı yüzler, hep aynı isimler, hep aynı söylemlerin" var olmasından şikâyet ediyordu. Şimdi, En Marche, hakikaten de, yepyeni bir liste sunuyor.
Bu tarzı, sisteme karşı bu meydan okuyuşu, İtalya'da Cinque Stelle hareketini başlatan Beppe Grillo, İspanya'da Podemos'un ana figürü Pablo Iglesias ve Yunanistan'da SYRIZA lideri Alexis Çipras'ın çıkışında da görmüştük. Bu anlamda, bana kalırsa, Macron'un seçilmesi ile "Akdeniz Kare Ası" tamamlandı. Tüm bu ülkelerde, merkez partilerin üzerinden bir Tsunami veya bir nevi yıkıcı dalgalar geçiverdi.
"Akdeniz Kare As"ı demişken; Akdeniz'in bölgesel bütününü gözardı etmek mümkün mü?
Bir zamanlar, başka bir Fransız da vardı: Fernand Braudel.
1940'ta Nazilerce hapsedilen tarihçi… Almanya'da Lübeck'te iki yıllık esareti boyunca, La Méditerranée et le Monde Méditerranéen à l'époque de Philippe II (Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, 2. Filip'in Dönemi Boyunca) adlı eserini kaleme aldı. Özgür kalınca da, 2. Filip ötesinde, tüm Akdeniz dünyasının flora ve faunasını, doğasını zamandan âzâde biçimde yansıtan bu yapıtı basıldı. Kütüphanelere, akademik iletişime dayanamadan sadece "hafıza" ve biraz da Lübeck'in yerel kütüphanesinden sağlanan kitaplarla hayata geçip de, gelmiş geçmiş en etkili tarihçilik örneklerinden birinden bahsediyoruz. Bu nokta da, Braudel'in bile kitap-kalem-kâğıda erişiminin, Nazilerce dahi yasaklanmadığına dikkat çekelim.
O zamandan bu zamana; ne 16. yüzyıldaki 2. Filip döneminde, ne daha öncesi ne daha sonrasında, "bölgesel iletişim ve etkileşim" yok olmadı. Akdeniz'in de önemli bir parçası olan, dahası tarih boyu, Ortadoğu kadar (ve daha çok) Balkan ve Batı bağları bulunan Türkiye bakalım, Macron ve öncesi rüzgârdan nasıl etkilenecek? Popülizmin, farklı farklı rüzgâr esintilerini incelemeye Macron’un, bu genç ve tuhaf adamın profiline bakan bir yazı ile devam edeceğiz. Dalga dalga…