Bu Cinayete Hepimiz Tanığız

Haluk Şahin’in ilk romanı Babiâli’de Cinayet, alt başlığındaki ‘’Gazeteciyi Kim Öldürdü’’ sorusu üzerine…

ASLI TUNÇ

16.05.2017

Bir anlatı türü olarak polisiye ve gerilim romanlarını daima sevmişimdir.  Kuşkusuz bu türün içinde Agatha Christie, Patricia Highsmith, Edgar Allan Poe, John le Carré’, Stieg Larsson ve Ruth Rendell’den, Ahmet Ümit, Celil Oker, Selçuk Altun ve Mehmet Murat Somer’e dek geniş bir yelpazede tadına doyulmaz sayısız romanı saymak mümkün. Doğrusu Sevgili Haluk Şahin’in bu türde yazdığı Babıali’de Cinayet – Gazeteciyi Kim Öldürdü? adlı ilk romanı önce beni polisiye meraklısı bir okur olarak cezbetti. Ancak okudukça cinayet eyleminin bir gerilim unsurundan çok, geçmişle iç hesaplaşma ve yüzleşme olgularının çevresinde dönen bir motif, bir aksesuar olduğunu fark ettim. Romanda cinayet alelâde bir mekânda değil medya dünyasında ele alınıyor ve bir kurbandan çok bir mesleğin nasıl katledildiği metaforik olarak anlatılıyor. Bir başka deyişle Haluk Şahin medya eleştirmeni, iletişim hocası, gazeteci gibi kimlikleriyle en iyi bildiği ortamı yani basını ve onun nasıl çürüdüğünü öyküsünün merkezine yerleştiriyor.
 
Profesör Haluk Şahin benim kişisel akademik serüvenimde daima genç bilim insanlarını destekleyen, yüreklendiren, başarılarına içtenlikle sevinen saygın bir hoca figürüdür. Aynı zamanda Bozcaada’da güneş doğarken denize karşı ozan Homeros’un İlyada’sını farklı dillerde okuyacak kadar da mitolojiye, şiire ve edebiyata meraklıdır. Anlatıya olan merakını Haluk Hoca ilk kez bir cinayet romanı olarak ortaya koymuş. Roman gerçekten Amerikalıların dediği gibi bir “page-turner” yani bitirmeden elinizden bırakamıyorsunuz. Roman Küre gazetesinin ünlü, etkili yazarı, gazete patronunun gözdesi, iş takipçisi Kahraman Karaman etrafında geçiyor ve hikâye onun gözünden basındaki iş ilişkilerine, değişen gazeteci profiline, iktidar-basın ilişkilerine değinerek ilerliyor. Belki eskilerde Cağaloğlu’nun dar sokakları cinayet romanları için daha iyi bir mekân sunabilirdi ancak bu romandaki plaza dünyası, yaldızlı odalar, özel şoförlü arabalar, şık kokteyller günümüz medyasının karanlık yanlarına doğrusu daha gerçekçi bir ışık tutuyor.
 
Ölüm son sayfaya dek havada asılı bir tehditken, her sayfada farklı düzlemlerde katledilen bir mesleğe tanıklık ediyor okur. Yalan haberlerle, çıkar ilişkileriyle, ortada dönen büyük paralarla, algı yönetimiyle kurgudan öte bir son dönemlerin medya evrenini tanımlıyor yazar. Bu romanın hayalî bir katil üzerine değil bir mesleği katleden bir anlayışla hesaplaşmak üzere yazılmış olduğunu anlıyoruz. Haluk Hoca’nın basın içinde yaşadığı kişisel kırgınlıkları, öfkeleri ve gözlemleri romanın satırlarına sinmiş adeta. Sol-devrimci çizgiden gelen kahramanının inandığı değerlerden nasıl “döndüğü”nü, nasıl çıkarcı ve bencil biri hâline dönüştüğünü anlatırken bir okur olarak yazarın öfkesini hissetmemek mümkün değil.
 
Benim romanda en sevdiğim tema ise iç hesaplaşma oldu. İşkenceci bir polisin vicdan temizleme mücadelesi ve eski devrimci dostların kesişen öyküleri anlatıya derinlik katan yan unsurlar olmuş. Polisiye türünün öğelerini başarıyla harmanlayan yazarla birlikte hunharca katledilen bir mesleğin izlerini sürüyoruz. Ve emin olun bu cinayetteki mağdurları ve katilleri gayet iyi tanıyoruz.