“Özgürlük Adası” 25 yaşında
Meşhur Sziget Festivali 25 yaşına girmiş, Sziget bile çeyrek asırı devirmiş. Zaman çok hızlı akıyor…

14.08.2017
Macarca "Sziget", "ada" demek…
Benim için tek bir "Sziget" var; Buda ile Peşte'nin arasında, Tuna'nın ortasında yer alan "Margit sziget". Özellikle yazları Budapeşte'de olunca gittiğim park ada. 1970'lerde yapılmış bir otel dışında hemen hiçbir binanın olmadığı, sadece ağaçlar, çiçekler ve havuzlar dolu bir ada. Çimenlerin üzerine serilip bir çınar gölgesi altında, elinde kitap başının üzerinde sadece yapraklar ve gökyüzü kalakalmak için dünyadaki en ideal mekânlardan biri.
Margit Adası'ndan çok daha büyük ve çok daha başına buyruk bir ormanı barındıran diğer bir ada ise, Óbudai-sziget. Yani, Óbuda Adası…
Her yıl, Ağustos başında bu adada bir müzik festivali düzenleniyor. Bir haftalığına Óbudai-sziget, sanat, müzik ve eğlencenin hâkim olduğu bir "özgürlük adasına" dönüşüyor. Bu adaya gelenler, "festival vatandaşları", yani "Szitizen"ler olarak kabul ediliyor ve "Sziget pasaportu" ile adanın keyfini çıkarıyorlar.
Gençler ve "ruhu gençler" için hakikaten de rüya gibi bir festival Sziget. Dünyanın dört bir yanından insanlar, kültürler buluşuyor, tanışıyor ve hiçbir ayrım olmadan kaynaşıyorlar. 70 ülkeden yaklaşık yarım milyon insanın bir araya geldiği bir ortam… Tabii, Avrupa'da birçok böyle müzik festivali var. İngiltere'de Glastonbury veya Danimarka'da Roskilde gibi çok eski ve büyük festivaller örneğin…A ncak, Sziget'in özelliği gerçekleştiği mekân. Orman, çiçekler, havuzlardan ibaret bir adada gerçekleşiyor olması Sziget'i gerçekten de benzersiz kılıyor.
Tabii, bir yandan da, Sziget'i diğer müzik festivallerinden farklı kılan yönü, tarihi… 1993'ten beri düzenlenen bu festivalin kökleri, aslında daha da önceye dayanıyor. 1980'ler, Macaristan'da totaliter dönemin gevşemeye başladığı zamanlar olarak müziğin, eğlencenin, sanat odaklı toplantıların arttığı yıllardı.
Özellikle "totaliter" dönem diyorum: "Komünist dönem" demiyorum. Zira, "Komünizm"den çok totaliter bir siyasetin egemen olduğu zamanlardan söz ediyoruz. Ve gizli polisin, istihbaratın, muhbirlerin, tek parti egemenlerinin bunalttığı "istibdat" yıllarından sonra da, göreceli bir gevşeme yaşanınca, "özgürlük sembolizmiyle", Macarların kaçış alanı sanat, müzik, eğlence olmaya başlamıştı. Aslında 1980'lerde Macaristan'da "müzikle özgürleşme" hâli, sadece buraya ve bu döneme ait bir akım değildi; tüm Demir Perde ülkelerinde Caz, Rock gibi müzik türlerinin "özgürlükle" özdeşleşen yönü ve bu özdeşleşmeden kaynaklanan sembolik önemi büyüktü.
1953'te Stalin'in ölümüne kadar Sovyetler Birliği'nde caz yasaktı. 10 Şubat 1948'de SSCB Merkez Komitesi'nde alınan bir kararname ile, "Sovyet halkına yabancı ve formasyonlarına aykırı" olarak nitelenen caz müziğine ilişkin her şey yasaklanmıştı.
O dönemde propaganda vesilesi olarak atılan "Bugün caz dinliyor, yarın vatanını satacak" (Сегодня он танцует джаз, а завтра Родину продаст) gibi abartılı manşetler rejimin baskıcı tutumlarıyla dalga geçmenin vesilesi olmuştu.
Bir toplumda "yasaklar", her zaman ters tepiyor ve toplumsal zihin, "yasaklanan konu" ile şu veya bu şekilde daha fazla ilgilenmeye başlıyor. "Yabancı müziğe" yönelik yasak da, Sovyetler'de hem yasaklı müziklere, hem de bu müziklerle ilintilendirilen her türlü kültürel öğeye yönelik "obsesif bir ilgi" gelişmesine neden oldu.
Örneğin, Sovyetler'de 1940'lardan 1960'lara kadar "Stilyagi" (стиляги) adı verilen ve abartılı biçimde "Batı stili" ve dönem modasına uygun giyinen, Batı tarzı müzik dinleyenler akımı vardı. Sovyet yönetimi sonunda, bir "yeraltı kültürü" olarak gelişen Stilyagi ile uğraşmayı bırakmak zorunda kalmıştı. 1950'lerde, röntgen filmlerinin plağa dönüştürülmesi "tekniğinin" de, Macaristan'dan Sovyetler Birliği'ne geçtiği yönünde iddialar var.
Macaristan'ın kendisinde de yasaklar hiç tutmadı; buna karşılık, yasaklamalarda da hep yeni yollar denendi. Örneğin, 1960'larda Batı müziğine ilginin gittikçe artması ve yasakların hiçbirinin işe yaramaması sonucu, sonunda "yandaş" müzik gruplarının desteklenmesi yoluna gidildi. Resmî bir devlet dairesi olan "Müzik ve Dans Komitesi" tarafından televizyon ve radyolara "uygun bulunan" müzik grupları ve şarkıcıların sadece Macarca müzik yapması teşvik ediliyordu. Böylece, Pop, Caz ve Rock'a "göz yumulsa da", en azından dil bakımından "yerli ve milli" müzik yapılması sağlanmaya çalışılıyordu. "Protest" müzik tarafında kalan müzisyenlerin konserleri yasaklanıyor ve "kamusal alandaki" tüm izlerinin silinmesi için çaba gösteriliyordu.
1980'lere gelindiğinde, Budapeşte başta olmak üzere, Macaristan'ın kentlerinde, "underground" kulüpler açılmış, alternatif müzik yapanların sayısı artmıştı. Alternatif müzik de, "Avrupa ile bütünleşme", "kapalı kapıların açılmasının" sembolü hâline gelmişti. Sziget Festivali'nin, 1989'da sınırların açılması ve "Demir Perde"nin inmesinden dört yıl sonra hayata geçmesinde öncülük eden Péter Müller gibi isimler de, Budapeşte'nin alternatif-yeraltı müzik dünyasından gelen kişilerdi.
Sziget'i ilk organize edenler, "Kultúra Ország" (Kültür Ülkesi) gibi, bir hafta süreyle, sadece sanat-müzik ve her türlü kültürel öğenin, ayrımsız olarak tamamen eşit katılımcılar arasında paylaşılacağı bir ütopya yaratmak arzusundalardı. Ancak, bu ütopya, dönemin hızla değişen Macaristan'ının gerçeklerinden bağımsız değildi. 1980'lerde ve öncesinde "alternatif" ve muhalif olan kimi müzisyenler, hızla sağa kaymaya ve muhafazakârlaşmaya başlarken kimileri de, "muhalifliklerini" yeniden tanımlayarak artan "Amerikan etkisi" ve kapitalizme karşı çıkmaya başladılar. Sziget'i organize edenler arasındaysa, "felsefe öğrencileri ve banka yöneticilerini" bir araya getirmek gibi hayalleri dile getirenler de vardı.
25 yıl sonra, Sziget'in dönüştüğü hâle baktığımızda, gerçekten de "banka yöneticileri ve felsefe öğrencilerini" bir araya getiren bir festival söz konusu. Bir yandan, "ütopik bir yanı" var Sziget'in; Macaristan'ın popülizm ve zenofobinin pençesinde kıvrandığı, muhafazakâr sağ ve aşırı sağın ülke politikasında seçmenlerin yüzde 80'ine yakının desteğini aldığı bugünlerde, bu festival, hâlâ özgürlük, birliktelik, ayrımcılık karşıtlığı gibi "inişe geçen" değerleri savunması açısından önemli. Ve bahsettiğimiz gibi, mekân olarak da dünya genelindeki müzik festivallerine fark atan büyülü bir atmosfere sahip. Öte yandan, Sziget Festivali'nin bankaların sponsorluğunda, "politik seçkinlerle" her daim dost olmaya çalışan, "sisteme entegre" bir yönü de var.
Gene de, Türkiye'de müzik festivallerinin sayısının giderek azaldığı, "yerli ve milli" sayılmayan etkinliklerin giderek kısıtlandığı ve gençliğin "kültürel" bir kuşatma yaşadığı bugünlerde Sziget, açıkçası herşeye rağmen bir "hayal adası" gibi gözüküyor şahsen gözüme…
Gene bardağın dolu tarafına bakarsak, 25 yılında Sziget'in en büyük başarılarından biri, Roman müzisyenlere alan açmak oldu. Festivalde oluşturulan "Roma Sátor" (Roman Çadırı), her türlü farklı tarzda müzik yapan Roman müzisyenleri bir araya getiren ve dünya genelinden bir dinleyici kitlesi ile buluşturan bir alan.
Ancak, kesin olan şu ki, sadece gençliğin değil, hepimizin "özgürlük adalarına" değil; özgür hayatlara, yepyeni özgürlük hayallerine ve yeni ütopyalara, çok daha açık zihinlere, kalıpları kırmaya ihtiyacımız var. Sziget, 25. yaşında her şeyden çok, 1960'lar, 1970'ler, 1980'lerin dünya genelindeki özgürlük idealizmine, "adacıklara sıkışmayan", bir hafta gibi gibi sınırlı zamanlarla kısıtlanmayan özgürlüklere, yeni düşüncelere ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu anımsatıyor bana.