Almanya’da seçime doğru-3

Türkiye-Almanya ilişkilerinde ekonomik yaptırımlar ve “AB kartı”

SEZİN ÖNEY

22.09.2017

24 Eylül'de Almanya'da seçimler var. Seçimlere kadar bir dizi yazıyla, Almanya-Türkiye ilişkilerinde ne oluyor, olabilir ve Almanya ile Avrupa Birliği'ndeki politik gelişmeleri inceleyeceğiz
 
Ağustos sonunda, Anadolu Ajansı'nın geçtiği bir haber-analizin başlığı şöyleydi: "Almanya'da ekonomik gelişme yoksulluk üretiyor".

Bu tarz söylemlere, hükümete yakın medyada sık sık rastlıyoruz.

"Almanya başta olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri, ekonomik ve siyasi çöküş yaşıyorlar."

Öte yandan da Ankara, ilişkilerin gerçekten bozulacağını düşünmüyora benziyor.  İktidarın okuması, bu politikanın Merkel hükümetinin seçimlere yönelik bir taktikten ibaret olduğu. Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse de Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın bu yönde açıklamalar yaptılar. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Avrupa ülkelerinin ülkemize yönelik eleştirilerinin çoğunluğunun kendi iç siyasetleriyle ilgili olduğunu biliyoruz. Hollanda'nın 16 Nisan halk oylaması sürecinde tamamen gereksiz bir şekilde ilişkilerimizi germesinin sebebinin kendi seçimleri olduğunu gördük. Geçmişte Fransa ve Avusturya gibi ülkeler de benzer yöntemlere başvurmuşlardı. Şimdi aynı taktiği Almanya'nın izlediğini müşahede ediyoruz. Seçimlerden sonra ben inanıyorum ki onlar da normale dönecek" demişti.
 
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin yansıttığı bakış açısı da aynı yönde. Zeybekçi, Temmuz sonunda Reuters Ajansı'na verdiği mülakatta şöyle demişti:

"Türkiye-Almanya krizi geçicidir, ekonomilere kalıcı hasar verecek sözleri söylerken dikkat edilmeli, Almanya kastı aşan sözleri tekrar gözden geçirmeli… Ülkelerin ekonomik yaptırım gibi şeyleri yapması fiziken mümkün değil, bu nedenle Türk-Alman ilişkilerinin etkileneceğini sanmıyorum. Alman vatandaşları için Türkiye’ye seyahat uyarısı yapılması yönündeki açıklamalar talihsizdir, turizmde kayda değer bir etkilenme öngörmüyorum. Türkiye turizmde 2017 yılında, 2012’de yakaladığı zirveyi geçecek diye düşünüyorum. Türkiye’deki tüm Alman yatırımları %100 Türk hükümeti, devleti, hukuku ve kanunlarının garantisi altında. Almanya ile yaşanan kriz nedeniyle GB güncellenmesinin etkileneceği yönündeki açıklamaları Almanya kendi adına yapıyor, süreç ilerledikçe bu sözler yeniden değerlendirilecektir."

Benzer şekilde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ekonomi danışmanı Cemil Ertem de, 13 Eylül'deki Reuters mülakatında "24 Eylül'deki Almanya'daki seçimlerden sonra iki ilişkilerinin normale dönmesini beklediğini" söylemişti. AKP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehdi Eker de, geçtiğimiz günlerde, "Almanya, en önemli ticaret ortaklarımızdan biri ve yakın ekonomik ilişkilerimiz var. Alman makamların alacağı bir inisiyatifle ilişkilerin normalleşeceğini düşünüyorum" dedi.

Almanya'nın böyle bir "onarıcı inisiyatif" almaya niyeti var mı? Diğer bir deyişle, Almanya'nın politikası kalıcı mı, yoksa bir blöften mi ibaret?

Geçen bahar çeşitli kereler, Almanya Dışişleri Bakanlığı mensuplarının da aralarında bulunduğu farklı taraflarla, "Türkiye'ye yönelik Almanya politikasının ne olacağını" konuşmuştuk. Edindiğim izlenim, Almanya'nın ilişkilerinin gidişatından memnun olmadığı ancak, 24 Eylül genel seçimlerine kadar da bir adım atmayı tercih etmediği idi.

Şimdi gözüken o ki, Almanya'da Angela Merkel hükümetinin rengi verilenden çok daha öte bir netlik ve sertlikte bir "yeni Türkiye politikası" hazırlığı varmış. Hollanda seçimleri örneğinden ders de çıkarılmış ve Türkiye'nin de, "böyle sürekli içinde ve dışında tansiyon yükselterek devam edemeyeceği" hesabıyla bu politikanın uygulanmaya konması geciktiriliyormuş. Ne var ki, bir önceki yazıda da belirttiğimiz gibi insan hakları aktivisti Peter Steudtner'ın tutuklanması, yeni Türkiye politikasının da çekmeceden çıkarılmasını hızlandıran dönüm noktası oldu.

Ancak, Almanya tarafında Hollanda ile olduğu gibi pek öyle "kısa vadeli bir soğukluktan" bahsetmemiz zor. Dahası, Türkiye ve Almanya'nın ilişkilerinde olup bitenler ve olacaklar ile, Avrupa Birliği ilişkilerinde olup bitenler ve olacaklar yakından ilintili. Hattâ, bu Türkiye-Almanya-Avrupa Birliği ilişkileri iç içe geçti diyebiliriz. Bunun en açık biçimde ortaya çıktığı zaman da, 3 Eylül Pazar günü gerçekleşen, seçimlerin iki başlıca rakibi Angela Merkel ve Martin Schulz'un tartışmasıydı.

Merkel'in bu tartışmadaki tavrını, "durdu durdu vurdu" olarak tanımlasak yeridir. Türkiye politikası ile "renk vermeyi" başta Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel olmak üzere diğer hükümet üyelerine bırakan Merkel, eylül başına kadar konuyla ilgili fazla açıklama yapmıyordu. Temmuz sonunda Gabriel, Türkiye ile ilişkilerin "baştan aşağı değişeceği" yönünde açıklama yaptığında da, Merkel sadece bu politikayı desteklediğini, "gerekli ve kaçınılmaz" yorumunu yaparak işaret etmekle yetinmişti. 

Ancak, eylüle gelindiğinde, en sert kırılmanın işareti Angela Merkel'in bizzat kendisinin ağzından dökülüverdi. Schulz ile "sözel olarak kapıştığı", "Das TV-Duell"de Merkel, "Türkiye'nin asla Avrupa Birliği’ne alınmayacağını" söyleyiverdi. Merkel'in, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinden ziyade, "ayrıcalıklı ortaklığına" sıcak baktığı biliniyordu ama bu kadar sert biçimde tüm kapıları kapatması ve üstüne üstlük, yeniden Şansölye seçilmesi hâlinde, diğer AB ülkelerini de "Türkiye ile müzakereleri durdurmaya ikna edeceğini" bir seçim kampanyası vaadi haline getirmesi oldukça sert bir çıkıştı.
Gerek Merkel, gerekse de Berlin'deki tüm iktidar çevresinin verdiği mesaj aynı: kalıcı, istikrarla uygulanacak bir devlet politikası söz konusu. Ankara'nın tavrında ciddi değişiklikler olmadıkça da, Berlin'in tavrı da değişmeyecek.

Şansölye Merkel'in Gümrük Birliği konusundaki açıklamaları önemli; zira,   Merkel, şimdiye kadar Türkiye konusunda fazla konuşmamayı yeğlemişti. Merkel'in de yeni Türkiye politikasını çerveleyen şekilde konuşması ve "‘Artık ilişkileri böyle devam ettiremeyiz’ dedik" şeklinde kesin biçimde konuşması önemli bir işaretti. Evet, bir yandan, Merkel kendi hükümeti, partisi ve tüm Bundestag genelinde, hâlâ "diyalog" sözcüğünü de konuşmasının arasına sıkıştıran yegâne isimlerden idi. Ancak, Merkel'in de, "diyalog" kelimesini kullanması,"Türkiye ile mevcut sorunları diyalog yoluyla çözmeye çaba gösterdikleri, ancak sonuç alamamaları üzerine, Ankara üzerinde etkisi olabilecek ekonomik önlemler almak zorunda kaldıkları" biçimindeydi. Merkel, gayet net biçimde şunu söylüyordu: “Kesin olan şu, Türkiye ile Gümrük Birliği’nin genişletilmesi, iyileştirilmesi söz konusu olmayacak, ilişkiler derinleşmeyecek, katılım öncesi mali yardımlar da ancak nereye ulaştığından emin olduğumuz takdirde verilecek.”

İbrahim Kalın ise, Merkel'in Türkiye’ye yönelik Gümrük Birliği'nin "genişletilmeyeceğine" yönelik açıklamaları üzerine "Bunları seçim atmosferinde yapılmış popülist değerlendirmeler olarak değerlendiriyoruz" demişti. 

Almanya, Türkiye'nin başlıca ticaret ortağı: iki ülke arasındaki ticaretin cirosu 35 milyar dolar kadar. Ve Almanya, bir yandan Türkiye'nin ihracat yaptığı başlıca ülke; öte yandan da, Çin'in ardından en çok ithalat gerçekleştirdiği adres. Ve bu ithalat ürünleri genelde teknoloji alanında olduğu için, vazgeçilmeleri zor. 2016'da Almanya, Türkiye'ye en çok turist gönderen ülkeydi. Ve Türkiye'de iş yapan 6400 kadar Alman şirketi var. Bu tabloda açıkça, Almanya'nın Türkiye üzerinde bir ekonomik avantajının olduğu gözleniyor.

Ankara'daki yaklaşım, son kertede Almanya'nın "para konuşur" deyip, ticari herhangi bir kayıp yaşamak istemeyeceği ve ilişkilerin kaldığı yerden devam edeceği. Eğer Almanya, ekonomik yaptırımlarda ısrarcı olursa da, "biz de gider başkasından alırız" deyiverilmesi. Ancak Ankara'da, Almanya ile ekonomik restleşmenin somutlaşması hâlinde bilançonun ne olacağına dair bir "kâr-zarar analizi" ve "kriz yönetimi için hesap kitap" yapılmışa benzemiyor. Örneğin, ithal edilen ürünlerin Almanya'dan değil de, başka ülkelerden alınması gerçekten mümkün mü; bu yola gidilirse maliyet ne olur?

Tersine, "nasılsa olmaz, olursa da bize bir şey olmaz" yaklaşımı hâkim.

Açıkçası, 2014'te gördüğüm bir film tekrarlanıyor gibi hissediyorum.

O filmden bir replik vereyim:

"Merkel, Moskova'nın tavırlarını kabul edilmez bulduğunu ve Rusya karşısında, Almanya'nın ekonomik çıkarlarını feda etmeye hazır olduğunu açıkladı."

Ve, Rusya'ya üç yıldır ambargolar sürüyor. Üstelik de, Avrupa'nın ve tabii Almanya'nın "en yumuşak karnı" olan enerji meselesine rağmen… Rusya'nın elinde enerji kartı, başında da Almanca'yı anadili gibi konuşan, kurnaz mı kurnaz Vladimir Putin vardı. Sonuç bu oldu.

Kaldı ki, Rusya hiçbir zaman, Almanya'nın "içişlerine" dönüşmedi…

Takdir okuyucunun, sizce seçimler sonrası; Almanya'ya "ama ortak ekonomik çıkarlarımız var" konulu ziyaret yapıldığında, cevap ne olur?

Bence, Ankara'dan Berlin'e gidip şeker kaplı mesajlar veren, "ama ekonomi" diyen "iyi polislerin" koluna kalın bir "yapılacaklar dosyası" verilir: En başında, Türkiye'de tutuklu Almanya vatandaşlarının serbest bırakılmasından, Almanya'nın "dışişleri olma çizgisine" geri dönmeye "ivedilikle gerçekleştirileceklerin" yer alacağı bu dosyanın gereği de, Ankara tarafından ne kadar ve ne zaman yapılabilir?

Ama tabii Almanya, "seçim döneminde popülist değerlendirmeler yapıyor!"