Avrupa Birliği’nde “hukuk devleti” krizi
AB, Polonya’ya yaptırım ve ceza için düğmeye bastı, ama nasıl sonuçlanacağı meçhul
22.12.2017
Brüksel
Avrupa Birliği, tarihinde eşi benzeri olmayan bir krizle boğuşuyor.
Üye ülkelerden biri olan Polonya’nın Avrupa değerlerinden kararlı ve ısrarlı bir biçimde uzaklaşmaya başlaması üzerine ciddi yaptırımlar öngören Lizbon Antlaşması’nın 7. maddesini ilk kez işletme kararı aldı.
Bu noktaya bir anda gelinmedi şüphesiz.
Polonya’da Ekim 2015 yılında iktidara gelen aşırı milliyetçi ve muhafazakâr Hak ve Adalet Partisi (PIS) önce basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlama yoluna yöneldi.
Ardından yargıya el attı. Yargının bağımsızlığını ciddi şekilde tehlikeye atan bir dizi kanun çıkardı. Bunların arasında en önemlileri, Yüksek Mahkeme (bizdeki Anayasa Mahkemesi’nin muadili) ve Hâkim ve Savcılar Milli Konseyi (Türkiye’deki Hakim ve Savcılar Kurulu’nun benzeri) üyelerinin atanmasıyla ilgili.
İktidar yeni değişikliklerle, Yüksek Mahkeme üyelerinin yüzde 40’ını emekliye sevk etme ve yerlerine yeni üyeler atama imkânına kavuşuyor. Adalet Bakanı da, hâkim ve savcıları atayan Milli Konsey’in 25 üyesini görevden alma ve 35 yeni üye atama yetkisini elde ediyor.
Bu adımlar, adalet mekanizmasının iktidarın siyasi kontrolü alınması girmesi ve bağımsızlığını yitirmesi anlamına geliyor.
AB’ye göre, son gelişmelerle, Polonya’da hukuk devletinin ciddi ve ısrarlı olarak ihlal edilmesi riski doğdu.
Polonya’nın Avrupa hukukundan uzaklaşmaya yönelmesinden itibaren AB Komisyonu, Varşova’yı defalarca uyardı. İktidarın Brüksel’den gelen ihtarlara kulaklarını tıkaması ve bildiğini okumaya devam etmesi üzerine düğmeye bastı ve Lizbon Antlaşması’nın yaptırım ve ceza öngören 7. Maddesinin çalıştırılması için karar organı Konsey’e çağrı yaptı.
Peki, bundan sonra ne olacak? Prosedür nasıl işleyecek?
İlk etapta, Polonya’ya geri adım atması için 3 aylık bir süre verilecek. Olumlu netice alınmaması halinde, 28 üye ülkenin temsilcilerinden oluşan Bakanlar Konseyi’nin, “Polonya’da hukuk devletinin ciddi ve açık olarak risk altında olduğu” saptamasını yapması gerekiyor. Bunun için, üye ülkelerin 5’te 4’ünün, yani 28 ülkeden 22’sinin onayı şart.
Hukuk devletinin ciddi risk altında bulunduğu tespitinin kabul edilmesi durumunda ikinci aşamaya geçiliyor. Polonya’nın AB organlarında oy hakkının elinden alınması dâhil bir dizi yaptırımın yaşama geçmesi için, Konsey’de Polonya dışındaki 27 ülkenin oy birliğine ihtiyaç var.
Tabii, bu noktada büyük bir engel var. Zira, benzer konularda AB’nin eleştirilerine hedef olan ve yarın sıranın kendisine gelebileceğini düşünen Macaristan’ın Başbakanı Viktor Orban, Polonya’ya yaptırım uygulanmasına karşı çıkacağını şimdiden ilan etti bile.
Macaristan’a, aşırı sağın koalisyon ortağı olduğu Avusturya gibi başka bazı üye ülkelerin de katılma ihtimali söz konusu. Bu durumu daha da karmaşık hâle getiriyor elbette.
AB Komisyonu da muhtemel bir tıkanmanın bilincinde. Bu yüzden, Polonya’ya karşı alternatif cezalandırma yolları üzerinde duruyor. Polonya’nın AB fonlarında alacağı yardımları, “AB’nin karar ve değerlerine saygılı davranma şartına bağlamak” gibi. Bu seçenek, “Polonya’yı cüzdanından vurmak” olarak tanımlanıyor.
Çünkü Polonya 2004 yılında üyesi olduğu Avrupa Birliği’nden bugüne kadar en fazla yardım alan ülkelerden biri. 2007-2013 yılları arasında 81 milyar avro, 2014-2020 dönemi için de 82 milyar avro almış durumda. Bu sayede, milli gelirini iki katına çıkarmış, büyümesini artırmış, işsizliği azaltmış…
Bu nedenle, Polonya’nın AB fonlarına erişimini askıya almanın etkili bir yol olabileceği görüşü yaygın.
Tabii, Polonya ile yaşanan bu krizin alt yapısında başka faktörler de var. Örneğin, Varşova’nın hiçbir mülteci almayacağını peşinen ilan etmesi gibi. AB, almayı tasarladığı mülteci sayısını belirli bir kotaya bağlı olarak üye ülkelere paylaştırmak istiyor. Ancak, başta Polonya olmak üzere, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya gibi ülkeler bunu reddediyor.
Bu da, AB içindeki “dayanışma” ilkesine büyük darbe vuruyor.
Zor bir süreç başladı.
AB, sessiz kalması hâlinde bunun bir zayıflık ve suç ortaklığı anlamına geleceği kaygısıyla sonuna kadar gitmeye kararlı görünüyor.
Polonya’daki aşırı milliyetçi iktidar da, en azından bu aşamada yumuşama sinyali vermiyor.
Kimse, AB tarihinde ilk kez yaşanan böyle bir krizin nasıl sonuçlanacağını kestiremiyor.
Polonya’ya ve AB ile yaşadığı gerilime bakınca, Türkiye ile ilgili aşırı benzerlikler de akla gelmiyor değil doğrusu!