Gazetelerin ödeme duvarları kimin üstüne yıkılacak?
Türkiye’de yeni medya ortamına iyi ürün koymadan “Bizim okur aboneliğe para vermez” kolaycılığına girmek mantıklı değil
06.01.2018
Internet yayıncılığı ve gelir modelleri söz konusu olduğunda özellikle de Türkiye’de çok fazla örnek sunmak güç oluyor. Geçmişte Taraf’ın uyguladığı abone olmayanların günün gazetesinin dijital versiyonuna erişememelerine dayanan model ve günümüzde Sözcü’nün uyguladığı Reklamsız Sözcü gibi modeller ödeme duvarı dediğimiz mantığı tam olarak ya da kısmen karşılayan Türkiyeli modeller arasında sayılabilir.
Peki uluslararası alanda ve Türkiye’de ödeme duvarları Adblocker’ların hâkim olduğu bu piyasada yıkılacak mı yoksa güçlenecek mi? Ya da kimin üstüne yıkılacak? Oxford Üniversitesi’nden Richard Fletcher ve Rasmus Kleis Nielsen tarafından yapılan çalışma konuyla ilgili kimi kritik soruları yanıtlıyor. Fletcher ve Nielsen çevrimiçi haberlerin tüketimi için davranış ve tutumları yönlendirenin ne olduğu üzerine kurdukları ve altı ülkede (Fransa, Almanya, Japonya, İspanya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) yürütülen anket çalışmasında ortaya çıkan veriye dayandırdıkları araştırmaları üç temel soruya dayanıyor:
1. Kamusal medya yayıncılığını çevrimiçi haber tüketimi için kullananlar ödeme yapmaya daha az mı eğilimli oluyorlar?
2. Basılı gazetelere ödeme yapanlar, basılıya da hâlihazırda para ödedikleri için çevrimiçi habere daha fazla para ödemeye eğilimliler mi?
3. Genç insanlar çevrimiçi haberleri satın almaya hâlihazırda tükettikleri dijital içeriklere ödeme yaptıklarından daha fazla mı eğilimliler?
Araştırma sonuçları ikinci ve üçüncü sorulara olumlu yanıtlar veriyor. Yani basılı yayınları tüketenler ya da gençler çevrimiçi haber tüketimi konusunda da güvenilir bir hedef kitle olabilir; ancak kamusal yayıncılık alanından beslenen okur illâ ki bedava haber tüketmek isteyecek diye bir şey yok.
Ülkeler bazında araştırmanın sonuçlarına göre, ABD’li okurun %11’i çevrimiçi habere hâlihazırda ödeme yapmış durumda. İspanya’da bu oran %10,6, Japonya’da %9,7, Fransa’da %9,6, Almanya’da %7,3 ve Birleşik Krallık’ta %6,3. Kamu yayıncılığı geleneğinin –BBC özelinde— çok kuvvetli olduğu Birleşik Krallık aslında düşük oranı ile araştırmanın ilk sorusundaki kamu yayıncılığına alışkın olanların çevrimiçi habere para vermeme konusunda bir eğilimleri olabileceği hipotezini doğrular gibi görünüyor; ama bu yine de Britanya’da bir çevrimiçi ödeme pazarı olmayacağı anlamına gelmiyor. Yine de görüldüğü üzere %85’le %92 oranları arasında değişiklik gösteren henüz çevrimiçi bir habere para ödememiş olma oranı Netflix ya da Blu TV gibi birçok alternatifle eğlence sektörü kuşatılmışken gazeteciliğin bir sektör olarak mevcut duruma geçerli bir yanıt veremediğinin kanıtı gibi.
Tabii bir de niyet edenler var. Yani çevrimiçi haber satın almaya olumlu bakanlar. Bu grupta online haber içeriğine ödeme yapmaya en istekli görünen grup İspanyollar olarak görülüyor. Onları ise sırasıyla Japonya, ABD, Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık takip ediyor.
Netice olarak ortaya çıkan tabloya olumlu bir tablo olarak bakmak birçok anlamda ahmaklık olur. Dünyada da Türkiye’de de habere olan talebin antidemokratikleşmeyle arttığını ama bunun politik bir talep olmakla kaldığını görüyoruz ve bu birçok açıdan olumsuz bir durum. Guardian ve New York Times’ın abonelik kampanyaları, Brexit ve Trump’ın seçilmesi gibi durumlar karşısında büyük ilgi görürken, öte tarafta birçok çevrimiçi modelin korkunç ve agresif reklam modellerine dayanması ya da Türkiye örneğinde olduğu üzere sivil toplum ya da uluslararası toplum fonlarıyla ana akıma alternatif bir medya ekonomisi oluşmuş olması gibi örnekler gözlemlemek mümkün. Ancak sürdürülebilirlik bakımından Internet’in gayrimerkezileştirme, niş olanla karşılaştırma gibi çok övülen özelliklerinin okur gözünde henüz yeterince yer etmediğini de görebiliyoruz ki bu da bizim açımızdan pek de olumlu bir tablo değil.
Araştırmanın çıkarımlarından biri de insanların kapanan gazetelerin yerine başka basılı gazetelere odaklanmaları. Araştırmacılar bunun basılı medya ve televizyonun çevrimiçi medyadan daha farklı bir şey sunmasına bağlı olduğunu savunuyorlar. Peki öyle mi? Bir süredir Türkiye’de ve dünyada haber sitelerine ve ülkelerin ana akım haber kanallarının bültenlerine karşılaştırmalı olarak bakmaya çalışıyorum ve klasik ajanda belirleme fonksiyonunun bu mecralarda birbirine paralel olarak işlevini koruduğunu görüyorum.
Dünyada örneğin, Die Welt’in Internet baskısı ile basılı versiyonda aynı konu ile ilgili aynı kişi tarafından yazılmış içerikler arasında detay bağlamında büyük farklılıklar oluyor. Internet’in detaylandırma, daha etkileyici şekilde anlatma ve benzeri işlevleri çok iyi kullanılıyor. Hattâ aslında kalite gazeteciliği bağlamında Internet çok daha büyük olanaklar sağlıyor. Bir futbolcunun sakatlığına dair basit, basılı gazetede bir kulak kadar yer tutacak bir haber, snapchat’in haber bölümünde ya da bir uygulama üzerinde bambaşka bir estetik ve etkileyicilikle sergilenebiliyor.
Bu da, aslında işlerin karıştığı nokta oluyor. Kaliteli, estetik ve geniş içeriğin yer alabileceği yeni medya alanına nasıl işler konuluyor? Cevap ne yazık ki üzücü. Yeni medya alanı detaysız, kısa, ciklet kıvamında ve hafif tüketilebilir içeriklerin yüzdüğü bir havuza dönüşmüş durumdayken, basılı gazete kaliteli içeriklerin alanı hâline geliyor.
Bunun ardında ise hem yazının referansı olan araştırmanın ortaya koyduğu “okuma tecrübesine para yatırana hizmet etme refleksi” hem de oturmamış ekonomik modellerin yarattığı yeni durum yatıyor.
Yeni medya alanını hâlâ “basılı gazetenin bir versiyonu ya da fragmanı” olarak görmekte ısrar eden yaklaşım kendini zayıflatırken, okurların da hakikatle kurabileceği daha sıkı bağın önünü tıkıyor, olgunlaşmamış ve hattâ banal bir gazeteciliği “Internet gazeteciliği” olarak önümüze koyuyor.
Tam da bu yüzden, akıllı yatırımcılar haricinde birçok yatırımcının “üstüne yıkılacak” bir duvardan bahsetmek mümkün. Bunun elbette politik birçok sebebi de var. İyi ve kapsamlı bir içeriğin Türkiye’deki hukukî bedelinden bahsetmeden böyle bir yazıyı bitirmek mümkün değil. Ancak görece özgür bir alan olarak Türkiye yeni medya ortamına iyi ürün koymadan “Bizim okur aboneliğe para vermez” kolaycılığına girmek de mantıklı değil. İyi niyetli gazetecilerinse Batı’daki %10-%15 arası değişen “ödeme yapmaya sıcak bakanlar” havuzunu dikkate alıp, kısmî ödeme duvarlı ve melez ekonomik modellere daha sıcak bakmalarında fayda var.