Daha az sıfat ve slogan, daha fazla gazetecilik

Ana akımdaki bol sıfatlı büyük puntolu, cinsellik soslu görsellere dayalı anlayışla Guardian’ın anasayfası arasındaki fark ne peki?

SARPHAN UZUNOĞLU

12.01.2018

Bir süredir P24’te gazetecilik ve özellikle de kaliteli, teknolojik trendlere uygun gazetecilik üzerine yazdıklarıma mail ya da Twitter mesajı yoluyla dönüşler alıyorum. Bu dönüşlerden yeni nesil haber odalarındaki haber yazım mantığına ilişkin yorumlar içeriyordu. Mesaj temel olarak sıfatların haber başlıkları ve haberlerde gereksizce kullanımına dair eleştiriler barındırıyor. Mesajda ele alınan örnek ise şöyle: Vizyona yeni giren ArifV216 filmi için atılan başlıkların çoğunda Cem Yılmaz’ın adının önünde “ünlü komedyen” sıfatı bulunuyor. Farklı mecralarda yayınlanan diğer haberlerde de adı geçen kimi aktör ya da aktrislerin de isimlerinin önünde “ünlü aktris” ya da “ünlü aktör” gibi tanımlamalara yer veriliyor.
 
“İşte o tartışmalı flaş sıfatlar!”
 
Ünlü oyuncu sıfatının herhangi bir şekilde tanımlayıcı olmadığı, dahası editörün kolaycılığa kaçan işçiliğine dayandığına dair görüşü aslında evrensel olarak kabul gören bir detay. Özellikle de başlıklar söz konusu olduğunda sıfatların cömertçe kullanımı, kalite gazeteciliği ile fenomen bir sosyal medya hesabının manidar yorumları arasındaki farkı anlamamızı zorlaştırıyor.  Yaptıkları gazetecilik konusunda olabildiğince iddialı olan haber odaları dahi, bazen sıfat girdabından okura seslenebiliyor. Bambaşka bir yazının konusu olabilecek “son dakika” etiketli haberler üzerine kurulu gazetecilikle aslında bu tür gazetecilik arasında bir fark bulmak çok zor.

Sıfatların kullanım alanlarıyla başlayalım. Örneğin politikacılar ya da kurumlar (spor kulüpleri, siyasi partiler vs.) tarafından yapılan açıklamalara bakalım. Burada en çok flaş, şok, önemli gibi kavramlara rastlıyoruz. Hemen üstte defalarca “son dakika” yazan görselleriyle her ne kadar yeni nesil haber odalarından olmasa da yeni medyada da önemli performansıyla öne çıkan Hurriyet.com.tr’de bir klasik haline gelmiş olan manşet üstü bölüme bakalım örneğin. “Ak Parti-MHP İttifakı İçin Flaş Açıklama” başlığı ile verilen haber, “İşte TBBM’deki Tartışılan Oda” başlığınca takip ediliyor. Ben bu yazıyı yazarken site kendisini yeniliyor ve tepeye bir başka sıfatlı başlık geliyor. Yukarıda tabii ki o alışıldık satırlar: “Son dakika!.. Önemli açıklama” Noktalama ve yazım açısından meseleye bakmayı bir kenara bırakıyorum; ama açıklamanın önemli olduğuna kim karar veriyor. Altta Erdoğan’dan yapılan bir alıntı var: “Milli bir mutabakat olacak.” Örneğin bu cümlede de bir sıfat var; ama o sıfat zaten Erdoğan’ın seçim ittifakı ile ilgili tanımı olduğu için zaten haberin parçalarından  biri. O nedenle o sıfatın orada olmasında sıkıntı yok. Ancak yine de bu başlık haberin içeriğine dair yeterli bir referans olmaktan uzak. Kırmızı kısmın üstünde “Erdoğan’dan seçim ittifakı açıklaması” gibi bir ifadenin bulunması haberi anasayfadan gelen okur için çok daha anlaşılır ve mantıklı kılabilirdi.

Tabii yine Hurriyet.com.tr’nin ve muadillerinin Türkiye yeni medya gazeteciliğine kazandırdığı ve en alternatifinden en bulvar gazetesi tipi olanına tüm gazetelerin taçlandırdığı “Bu tuzağa sakın düşmeyin” türü ifadelerle kurulan başlıklar veya görselleri bugün gazeteciliğin vazgeçilmezi konumunda.
 
Yıl 2018 ama tasarımda seviye 1998
 
Şu bir gerçek ki Türkiye’deki yeni medya yayıncılığı standardı oldukça düşmüş durumda. Daha da kötüsü, Internet sitesi tasarımları da çoğunlukla bu “son dakika ve bol sıfat haberciliği” denebilecek haberciliğe göre belirleniyor. Kırmızı, sarı ve siyahın metin ya da arkaplan rengi olarak vazgeçilmez unsurları olduğu haber görseli standardıyla fotoğrafın anlatıcı rolünü tamamen etkisizleştiren ya da fotoğrafı haberin bir unsuru olmaktan çıkaran yaklaşım burada en çok suçlanması gerekenlerden. The Guardian ya da New York Times gibi başarısını kanıtlamış yaygın medya organlarının dijital versiyonlarına ya da sadece dijitale dönük yayın yapan vice.com gibi sitelere baktığınızda Türkiye’deki dağınık bir kumaşçı dükkânına benzeyen web siteleriyle, iyi tasarlanmış ve okur tecrübesine odaklanmış siteler arasındaki farklılığı görmek mümkün. Hele ki her görsel için ayrı yazı tipi kullanan, herhangi bir standarda dayanmayan web siteleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’de yeni medya yayıncılığının estetik olarak hâlâ 90’lar seviyesinde olduğunu söylemek mümkün.

 
 
Hürriyet gibi okur temsilcisi bu kadar sağlam çalışan ve birçok gazetecinin hâlâ saygı duyduğu bir yayından, okur temsilcisi işlevselliğine ihtiyaç duymayan nicelerine dek özellikle ana akımda yaygın olan bu bol sıfatlı büyük puntolu, azıcık da cinsellik soslu görsellere dayalı anlayışla Guardian’ın anasayfasına baktığımızda gördüğümüz şey arasındaki fark ne peki?

Tabii ki The Guardian’la Hürriyet arasında kıyas yapmak biraz zor, zira Türkiye’deki birçok gazetecinin haber yapamadığı şeyleri The Guardian haber yapıyor. Bunun sebebi ifade özgürlüğü krizi olduğu kadar elbette habere yatırımdan da geçiyor. Ama haberi sadece bir “içerik” olarak düşünürsek, biçim söz konusu olduğunda haberin ana sayfadaki ve içerdeki sunumu bağlamında yapacağımız karşılaştırma bize çok şey söyleyecektir. Bir tarafta, haberin konusunu, ana aktörünü olabilecek en bilgilendirici şekilde veren bir yaklaşım öte tarafta ise bilginin tamamen kayıp olduğu bir yaklaşım.
 
Sonuç olarak Türkiye’de gazeteciliğe ilişkin tartışmanın, biçim ve içerik bakımından tekrar yapılması şart. Meselenin yalnızca kutuplaşmış siyaset ve gazetecilik ortamı olmadığı aşikâr. Unutmadan; her meslekte geniş meslekî eğitimler verilirken, kapasite ve kalite geliştirme çalışmaları yapılırken, Türkiye’de işverenlerin de daha ziyade sendikasızlaştırma, sansür ve benzeri meselelerle uğraşmasını da vurgulamadan geçmek olmaz. Bu yeni nesil alternatif haber odalarının preker çalışanları için de böyle, ana akım haber odalarında performans rejiminin ücretli köleleri için de. Gazeteciliğin hızlı ölümünü bu şekilde daha ne kadar seyredebiliriz, kestirmek güç, aksi hâlde hepimiz gazeteciliğin cenazesinde saf tutacağız. Üstelik mevcut durum gösteriyor ki bazılarımız, ki bunların bir kısmı memleketteki en iyi yazarlar ve gazetecileri de içeriyor, cenazeye cezaevinden katılmak zorunda kalacak.