Gazeteciler hakikatin geri dönüşüm işçileri mi?
Üst düzey iki yetkilinin paylaştığı çelişkili verilerin aynı sitede bir saat içinde yayınlanıyor olması nasıl bir gazetecilik anlayışıdır?
30.01.2018
Ulusal çıkar haberciliği, medya sahipliği, nitelikli medya çalışanı yetişmemesi, farklı seslere açık bir medya yapısının oluşamaması, şeffaf bir gazetecilik kanunu olmaması veya gazetecilik endüstrisinde görünen şirketlerin legal olarak aslında alandan kaçıyor olması. Türkiye’de gazeteciliğin yapısal ve içeriksel sorunları dendiğinde aklımıza ilk gelen başlıklar bunlar oluyor.
Bu başlıkların her biri ile ilgili sayısız içerik yazılıp çiziliyor. Bunu bazen akademik düzeyde bazen de fikir yazılarıyla akademisyenler ya da gazetecilik alanına entelektüel bağlamda kafa yoranlar yapıyor. Ancak gazetecilik, kocaman bir yapının parçası. Haberin kaynağına ilişkin tartışma tüm dünyada olduğu üzere Türkiye’de de kolay kolay yapılamıyor. Bunun birkaç sebebi var. İlki, gazetelerin dijital transformasyonu, dönüşen gelir modelleri ve düşen tirajlar neticesinde istihbarat servislerinin ve gazetecilik pratiğinin içinin boşal(tıl)mış olması. İkincisi, mevcut siyasal durum ve gönüllü ya da atanmış komiserlerin baskıları gereği gazetelerde eşik bekçiliği sisteminin yaşadığı dönüşüm. Üçüncüsü ise, büyük veri çağı olarak adlandırılan bu dönemde gazeteciliğe kaynak olabilecek verinin niteliğine ilişkin henüz doğru düzgün bir tartışma yapmamış olmamız.
Bana kalırsa saydığım ilk iki yapısal problem birbiriyle içkin ve kısa ya da orta vadede gazetecilerin yürüteceği bir iç tartışmayla çözülebilecek gibi görünmüyor.
Gelin bu üç faktörü birden sorgulayabileceğimiz bir vakayı ele almayı deneyelim. Şu günlerde Afrin’de olan bitenle ilgili tutarlı ve doğru bilgi almak çok zor. Her ne kadar bir tür mutabakat medyasından söz etsek de, enformasyonun farklı eşiklerde farklı siyasal hesaplar ve perspektiflerle büküldüğünü anlamak güç değil. Dahası, siyasal iletişimin klasikleşmiş kaynakları arasında da Ragıp Duran’ın 29 Ocak tarihli yazısında belirttiği üzere çok kritik bilgiler söz konusu olduğunda bile çelişkiler ortaya çıkabiliyor. Sağlık Bakanı ve Cumhurbaşkanı verdikleri istatistikler bağlamında çelişebiliyorlar. Aslen iyi gazetecilik burada başlıyor, örneğin Oxford Union konuşmalarında CNN’den Jeff Zucker’ın Twitter ve Facebook’la ilişkili olarak söylediği ve üçüncü kategori için daha çok geçerli gibi görünen, “bu mecralar haberin ilk kez ortaya çıktığı mecralar, CNN ise aslında ne olduğunu neden ve ne zaman olduğunu, en önemlisi de ilgili haberin doğru olup olmadığını söyleyen bir mecra” sözlerini ele alalım.
Bir gazeteci için elbette kaynağın kimliği, bilgiye erişim kapasitesi ve dolayısıyla statüsü önemlidir. Ancak üst düzey iki devlet görevlisinin paylaştıkları somut verilerin çelişmesine rağmen aynı haber sitesinde bir saat içerisinde yayınlanıyor olması nasıl bir gazetecilik anlayışına işaret eder? Zucker’in ortaya koyduğu anglosakson gazetecilik anlayışının, günümüz standartlarına yansıtılması hâlinde aslında bir Tweet kullanıcısından bir siyasetçiye dek gazeteciliğin temel kurallarından olan çoklu teyit kuralının uygulanmadığını görmemiz mümkün oluyor.
Dahası gazeteciler, siyasetçilere soru-cevap meselesi iyice kısıtlandığından soru da soramaz hâle geldiğinden mesele iyice karmaşıklaşıyor. Hattâ öyle ki, bir yanda zamana karşı yarış içerisinde yayınlanması gereken haber – zira birçok yayın kuruluşu anbean son dakika etiketiyle haberleri giriyor olacak – öte yanda, muhtemelen dijital geliri çok düşük reklamlar gösterilsin diye girilecek bu habere hiçbir medya kuruluşunun yatırım yapmaması işi iyice içinden çıkılmaz hâle getiriyor. Bu da bir tür “altını çizdi, vurguladı, ifade etti, belirtti” haberciliğinin doğumuna, gazeteciliğin temel ilkelerinin de yenilgisine yol açıyor. Yani buradaki “çürüme” yalnızca politik bir korkaklık, etik bir sefalet değil aynı zamanda profesyonellik eksikliği ve ekonomik sürdürülemezlikten kaynaklanıyor. Daha da kötüsü, haberin değeri ve niteliği tartışmaları burada öne çıkıyor.
Sonuç olarak önümüzde farklı bir yapı var. Sürdürülemez ekonomik model, büyük veri ve nitelikli iş gücünün yokluğu biraraya geldiğinde bir spor haberini bile doğru düzgün yapamayan bir medya çıkıyor ortaya. Hattâ Twitter’a veya Facebook’a Hürriyet’ten ya da Milliyet’ten daha fazla değer vermesinin koşulları böyle böyle olgunlaşıyor. Basit bir örnek verelim. Fenerbahçe camiasının bu dönemlerde en çok tartıştığı şey Acıbadem’in forma sponsorluğu. Ancak, KAP’a konuyla ilgili bir açıklama yapılmamış. Bir kongre üyesi de haklarını kullanarak kulüpten bilgi almış ve kulübün reklam için aldığı miktarı belirlemeye çalışmış. Şu tweet serisi dünün en çok konuşulan içeriklerindendi sosyal ağlarda. Ancak çok ünlü spor muhabirlerinin belli ki bu bilgiye ulaşabilecek ya kaynakları ya da nitelikleri yok, daha da kötüsü orada da farklı bir iktidar yapısı işliyor ve sorular sorulamıyor olabilir.
Bahsettiğimiz yapının içerisinde iyi gazetecilik ürünlerine her gün daha az rastlamamız, büyük haberlerin bile hâlâ devlet içerisinden sızdırılan belgelere dayanıyor olması ve dünyada zirveye doğru koşan veri gazeteciliği gibi yeni gazetecilik trendlerinden Türkiye’deki medya profesyonellerinin ısrarla uzak duruşu bu süreci daha da acıklı hâle getiriyor. Böyle olunca da medya basın bültenleri, basın toplantıları vs. eşliğinde, bir grup siyasal ve kurumsal iletişimcinin kum havuzuna dönüyor. Kurumsal ve siyasal iletişim uzmanları kendi kurallarını koyup, parasını verdikleri, haberleri patronlarına ve kitlelerine okutuyorlar.
Hepimiz 5N1K’dan mahrum kalmanın yanı sıra bana kalırsa sadece “kim” sorusuna odaklı bir sistemin içinde sıkışıp kalıyoruz. Haberin değeri de o kim sorusunun yanıtına göre şekilleniyor. Yanıbaşımızda olan bitene dair en önemli haberi de aramızdan biri değil Robert Fisk yazıyor ve gücü yetenlerimiz, cesaretli olanlarımız o haberi çevirip mecrasına koyuyor. Bu üç kategoriyle açıklanamayacak durumu nasıl düzeltebileceğimiz ise ayrı yazıların konusu.