Düşürülen Rusya uçağı ve Türkiye

Türkiye’de özellikle muhalif kesim hernekadar mevcut iktidarla Suriye’deki cihatçıları aynı kefede görme eğiliminde ise de, durum bu değil

ÜMİT KIVANÇ

05.02.2018

 
ÖN NOT: Değerli okurlar, aşağıda okuyacağınız verileri toplayıp yazımı tamamlamak ve göndermek üzereyken, P24’teki geçen yazımda sözünü ettiğim ve hareketini harita üzerinde gösterdiğim Türk Silahlı Kuvvetleri konvoyu yeniden yola çıktı ve geçen defa varmasına izin verilmeyen hedefi El-Eys’e vardığı söylendi. Bu, İdlib’teki gelişmelerin görünenden farklı yöne evrileceği anlamına gelebilir. Şimdilik, Rus uçağının cihatçılarca düşürülmesi ve bunun çevresinde olan biteni aktarıyorum.
 
Rusya Hava Kuvvetleri’nin bir Sukhoi-25 (Su-25) jeti, Serakib civarını bombalamak üzere alçaktan uçarken, Serakib ile Maaret el-Numan arasında düşürüldü. (Yerler için ilişikteki haritaya tıklayıp bakabilirsiniz.) Serakib, cihatçıların elindeki İdlib vilayetini kuzeyden güneye doğru kesen M5 karayolunu ele geçirmek için taarruz halindeki Suriye ordusu ve Rusya jetlerince son günlerde mütemadiyen bombalanıyor. Geçen hafta bomba düşen pazaryerinde 16 kişi ölmüş, kasabanın hastanesi de bombardımandan nasibini almıştı.

Önce Rus uçağının Ceyş el-Nasır (Nasır Ordusu) örgütünce uçaksavar ateşiyle düşürüldüğü haberi çıktı. Örgüt sözcüsü Muhammed Raşid, Anadolu Ajansı’na bizzat söyledi bunu!

 Ceyş el-Nasır, ÖSO bünyesindeki örgütlerden. Hama’nın kuzeyinde birkaç kasabada örgütlü. Örgüt şu anda Efrin’de TSK’nın denetiminde savaşanlar arasında yeraldığından, elindeki silahtan Türkiye’nin sorumlu olduğuna dair görüşler ortaya sürüldü. Ancak Ceyş el-Nasır kısa sürede gündemden düştü, çünkü eylemi İdlib’in hakimi Heyet Tahrir el-Şam üstlendi. HTŞ’nin “gayriresmî” medya birimi Ebaa News, örgütün “Mahmut Türkmenî komutasındaki hava savunma taburu”nun akşamüstü bir MANPADS (kabaca: omuzda taşınabilir uçaksavar) ile “uçağı düşürmeyi başardığını” duyurdu. Ajansa göre komutan, “Bu, halkımızın öcünü almak için yapabileceğimizin en hafifidir,” demişti. “İşgalciler semalarımızın bedelini ödemeden dolaşabilecekleri piknik [alanı] olmadığını bilmeliler.”

Pilot, Vladivostoklu Roman Filipov, vurulan uçaktan kurtulmayı başardı, paraşütü havadayken görüldü, izlendi, Han el-Subul yakınına indi ve burada, kendisini esir almak üzere gelen cihatçı grubuyla çatıştı, elindeki elbombasını patlatarak can verdi. Pilotun üzerinden çıkan belgeler ve kendisini yakalamaya gelenlere ateş ettiği kişisel silahı Steçkin tabanca ve şarjörlerinin fotoğrafları sosyal medyada paylaşıldı.

Bu, Rusya gibi bir “büyük güç” için az buz aşağılama değil. Üstelik hadise, Putin’in, “burada işimiz tamam, askerlerimizi çekiyoruz” mealinde konuşup bir tür erken zafer ilan etmesinin üstüne geldi. Taşınabilir uçaksavarla savaş uçağı vuran muhalifler cirit atar ve Rusya ordusunun belgelerini internette paylaşırken hangi zafer? Bu yüzden, Rusya’nın İdlib’te giriştiği intikam ve cezalandırma harekâtı muhtemelen beklenenden de acımasız olacak.
 
Kim sorumlu?
 
“Gazap” faslına dair kimsenin şüphesi yok da, uçak düşürme eyleminden kimin sorumlu tutulacağı bahsi biraz karışık görünüyor. Moskova Devlet Üniversitesi öğretim üyesi, siyaset bilimci Doktor Kerim Has, Nezavisimaya gazetesinin ilgili haberine dikkat çekti. Gazete yazarı Vladimir Mukhin, sahiden ne olup bittiğini anlamaya çalıştığını belli eden yazısında, Su-25 düşürüldükten sonra cereyan etmiş olabilecek birtakım manevralara ışık tutttu.

Önce, uçağı Ceyş el-Nasır’ın düşürdüğü, ama örgüt militanlarının uçağı Suriye uçağı sandığı duyurulmuştu. Oysa Su-25’in üzerinde Rusya uçağı olduğunu açıkça gösteren gerekli işaretler vardı ve uçak alçaktan uçuyordu, teşhis edilmemesi imkânsızdı. Bilahare eylemin HTŞ tarafından üstlenilmesine, Rusya yetkililerinin de bunu resmen kabullenmesine rağmen, birtakım Rus uzmanlar, Mukhin’e göre, uçağı Türkiye’nin elinin altındaki bir grubun düşürdüğü görüşündeydiler. Suriye ordusu ve İranlı milislerin Rusya desteğinde yürüttüğü, Ankara’nın itirazlarına rağmen hız kesmeyen İdlib harekâtına karşı misilleme niteliğindeydi eylem, bu uzmanlara bakılırsa. Nezavisimaya yazarı, Türk yetkililerin İdlib harekâtına ısrarlı eleştirilerine ve bunların devletin resmî ajansı AA tarafından boyuna aktarıldığına işaret etti. Habere göre, Rus uzmanlar, uçağı düşüren taşınabilir uçaksavarı cihatçılara kimin verdiğini araştırıyorlar: ABD mi, Türkiye mi? Yoksa militanlar bu silahları Suriye ordusundan mı ele geçirdiler? Tabiî Rusya yetkilileri de; ve bu arayışlarda söz bir şekilde ABD’ye geliyor. Ancak Suriye’deki durumun karışıklığından ötürü kimse kimseyi açık, bariz kanıtlarla suçlayamıyor.

Ve bazı Rus uzmanlara göre Türkiye ihtimali de var! Gazetede, “askerî uzman Albay Vladimir Popov”un görüşü aktarılıyor: “Şurası açık ki, Rusya uçağı Türkiye yanlısı savaşçılarca bile bile vuruldu.” Popov, eylemden doğrudan doğruya “Erdoğan ve çevresindekileri” sorumlu tutuyor. Albay, devletinin bu işe gerekli tepkiyi göstermeyişini ise “Türk Akımı”ndan elde edilecek çıkarları kaybetmeme arzusuna bağlıyor. “Rusya Federasyonu’nun siyasî düzlemde Erdoğan’ın eylemlerini eleştirmeye son verişinin açıklaması” da Türk Akımı’nda, Popov’a göre.

Kanıt yok ama bir an için iddiayı önümüze alalım ve böyle bir çıkar ilişkisinin şu anda pek çok şeyi belirlediğini kabul edelim; bu ilişki sürdürülebilir mi?

Suriye’nin zaten bin türlü eziyetin çekilmekte olduğu bir köyündeki çocuklar veya kırk defa bombalanmış bir kasabasının yerle bir edilen hastanesi, şüphesiz, iki devlet için de, Türk Akımı benzeri bol kazançlı projelerin getirisiyle karşı karşıya konduklarında görünmez hale gelirler. Yine de birşeyleri görebilmek için Suriye içlerine uzanalım.
 
İdlib’te HTŞ-Türkiye ilişkisi
 
Tabiî beklenir ki, İdlib’teki konuma esasen oradaki cihatçıların değil Ankara’nın plan programı açısından bakılsın. Aksini yapacağım. İdlib’e hakim olan örgüt, El-Kaide’den kopma Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) açısından bakmayı önereceğim. Çünkü bir sonraki aşamada neler olabileceğini böylece daha iyi anlayacağız. Zaten, bu konuda herhangi bir TC yetkilisinden güvenilir bilgi alma şansımız yok.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin cihatçı hakimiyetindeki İdlib vilayetine önce ufak bir ekiple, sonra “gözlem noktaları” oluşturmak üzere askerler, zırhlı araçlar, tanklar ve iş makineleriyle girmesi, HTŞ içerisinde tartışmalara yolaçtı. Hele TSK konvoylarına HTŞ araçlarının eskortluk ve kılavuzluk etmesi, bu tartışmaları büyüttü.

Çünkü Türkiye’de özellikle muhalif kesim hernekadar mevcut iktidarla Suriye’deki cihatçıları bütünüyle aynı kefede görme eğiliminde ise de, durum bu değil. Biraraya gelişler, ittifaklar hep belli şartlara bağlı, çapı, derinliği gündelik olarak değişebilen ilişkiler. Burada TSK’yı “İslâm’ın son ordusu” olarak takdim eden pankartlar etrafa asılıyor, ama Türk ordusu, ortalama cihatçının gözüne hiç de kayıtsız şartsız emri altına girilecek “İslâm ordusu” olarak görünmüyor.

HTŞ’nin önemli “din âlimi” şahsiyetlerinden Ebu el-Fergali kısa zaman önce “Türkiye ile ilişkiler” meselesine açıklık getirerek tabanı ikna etme gereğini hissetti ve, örgüt liderliğinin yaklaşımını, “Üç seçeneğimiz vardı,” diye özetledi: “1) Türk ordusuyla savaşabilirdik ki, bu askerî bakımından bizim yararımıza olmazdı. 2) Fırat Kalkanı’ndaki gibi, bırakırdık kendi kararlarını versinler, bunlara göre davransınlar. Bu durumda sonunda kendimizi onların nüfuzu altında bulurduk. 3) Bırakacaktık,  cephe hattında bazı mevziler alsınlar ki, böylece birinci ve ikinci şıkka engel olabilelim.”

El-Fergali, HTŞ’nin hangi koşullarda Türkiye ile savaşabileceğine de açıklık getirdi. “Türklerle ilişkimizde üç kırmızı çizgimiz var,” dedi, “bunlar aşılırsa savaş olabilir.”

Bunları şöyle sıraladı: “1) Herhangi bir yörenin yönetimine karışılmayacak. 2) Ne zaman ve nerede savaşacağımıza onlar karar veremez. 3) [İdlib’e] getirecekleri kuvvetler bizimkilerden fazla olamaz ki, bizim hakimiyetimiz güvence altında olsun.”
Tabiî, esas olarak örgüt camiasına yönelik olan bu sözlerin doğruluğunu sınama şansımız yok. TSK İdlib’e girerken HTŞ ile anlaşmaya varıldığından kimse şüphe edemez, ancak anlaşmanın koşullarına dair el-Fergali’nin dediklerini de bütünüyle veri alamayız. Yine de şöyle diyebiliriz sanırım: Aşağı yukarı anladık vaziyeti.
 
HTŞ her şeye hakim mi?
 
Araya şunu katmalıyım ki, bütün İdlib’in hakimi gibi konuşan ve davranan HTŞ’cilerin bu iddiası, büyük ölçüde doğru olmakla birlikte, tamamen doğru değil. Maaret el-Numan gibi, ahalisi tamamen sıkı muhalif olan bir kasabaya hiçbir zaman tamamen hakim olamadılar meselâ. Orada sık sık, HTŞ aleyhine sokak gösterileri tertiplendi. Ahali HTŞ’cileri, karargâh olarak kullandıkları okula çekilip öfkeli kalabalığı dağıtmak için havaya ateş açmak zorunda bırakmıştı. Daha dün, bir sebeple kızdırdıkları yerel halktan kişiler, HTŞ’nin elindeki kontrol noktasını basıp, HTŞ bayrağını indirdiler, yerine, birçok muhalif grubun kullandığı, kırmızı yerine yeşil şeritli “devrim bayrağı”nı astılar. İdlib şehrine 6-7 km ötedeki Biniş’te, bu bayrağı yakıp, kendilerini protesto eden göstericilerden birini öldürdükleri için, HTŞ’ciler, henüz bir-iki gün önce motosikletlilerin de katıldığı gösteriyle protesto edildi. Yerel halk, HTŞ’cilere karşı giriştiği protesto gösterilerinde, Suriye ordusu askerlerini aşağılamak için kullandığı sloganı kullanıyor, HTŞ’cilere “Şebbiha” diye bağırıyor. Bu yazı yazılırken Rusya uçaklarınca yerle bir edilen Kefrenbil’in ahalisinin HTŞ’ye muhalefeti yüzünden yerel ilerigelenlerin örgüt tarafından sık sık hapsedildiği biliniyor. Kimi yerlerde örgüt, yerel yönetim yetkilerini kendi kadrosu dışındaki birileriyle paylaşarak etkinliğini sürdürebiliyor. Meselâ Türkistan İslâmî Partisi gibi, esas olarak El-Kaide merkezine biatlı, kalabalık silahlı grupların, merkezin asla onaylamamasına rağmen El-Kaide’den koptuğunu ilan eden HTŞ otoritesine ne kadar tâbi olduğunu bilemiyoruz. Yani HTŞ’nin İdlib’te “sahaya hakim” olduğunu söylerken, bütün bu kayıtlarla birlikte söylüyoruz.

HTŞ’nin “saha hakimiyeti”ni -biraz da Ankara lehine- geriletebilecek olan bir gelişme, iki gün önce İdlib’te varlık ve faaliyet gösteren on bir silahlı grubun ortak operasyon odası kurduklarını ilan etmeleri. Bunun, uçağın düşürülmesi üzerine başlayan yaygın Rusya+Suriye bombardımanından önce olduğunu unutmadan, muhtemel önemini vurgulayalım. Ortak operasyon odasında biraraya gelenler arasında, Ahrar el-Şam, Feylak el-Şam, Nureddin Zengi Hareketi gibi başrol oyuncuları ile İdlib vilayetinden Kırklar Tugayı, Ceyş el-İzzet, Elit Ordu, 1. Piyade Bölüğü, Ceyş el-Ahrar, Ceyş el-Nasır, İkinci Ordu gibi ÖSO grupları yeralıyor. Bu operasyon odasının hedefi “Tiranlığa son ve Allah’ın zaferi”, adı da “İşgalciyi Kovalım”.

Bunları kabaca, Ankara’nın söz geçirebileceği veya söz geçirmesi -Moskova tarafından- beklenen gruplar olarak tanımlayabiliriz.
 
Ankara’ya biçilen rol
 
“İdlib’te Ankara’nın rolü” bahsini hatırlatmalarla sürdürelim.

Rusya, Astana’da varılan “çatışmasızlık bölgeleri” anlaşması gereği, Ankara’dan İdlib’te yirmi kadar gözlem noktası kurmasını bekliyor. Ankara bugüne kadar Efrin sınırındaki dördü hariç vaat ettiği gözlem noktalarını kurmadı. Dolayısıyla, İdlib’teki cihatçı silahlı örgüt hakimiyetini kıracak, bunların faaliyetlerini kısıtlayacak herhangi bir adım atmadı.

Buna karşılık İdlib’ten, Ankara’nın zaptürapt altına alması beklenen cihatçıların bölgelerinden Rusya’ya yönelik ciddî saldırılar yapıldı. 6 Ocak gecesi Hmeymim ve Tartus’taki Rusya üslerine tam on üç Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) ile saldırıldı, bunlardan altısını Rusya “elelektronik savaş birimleri”nin yolundan saptırmayı başardığı, yedisinin de roketlerle imha edildiği resmen açıklanmış, ancak üste iki Rus askerinin hayatını kaybettiği, birkaç uçağın da hasar gördüğü ortaya çıkmıştı. 2016 Ağustos’unda Serakib üzerinde bir Rusya nakliye helikopteri düşürülmüş, içindeki beş askerî personel ölmüştü.

Şimdi Su-25’in düşürülmesini Moskova, pek çok açıdan bardağı taşıran irice damla sayıyor olmalı.

Vurulan uçaktan koltuğuyla kendini fırlatmayı başararak paraşütle atlayan Rus pilotun akıbetinin bilinmediği dakikalarda, pek çok haber kaynağında yeralan bilgiye göre, Rusya Türkiye’ye başvurdu; pilota ulaşılabilmesi için. Bu çaba muhtemelen, pilotun cenazesinin alınabilmesi gayretine dönüştü. Burada Ankara’ya tayin edilen konum, oynaması beklenen rol, Rusya uçağını düşüren cihatçılarla varsayılan ilişkisine dayanıyor. Bu konumdan, bu rolü oynayarak, aynı anda bunlar yokmuş gibi diplomatik ilişki sürdürmenin gerektirdiği canbazlık Ankara’da var mı, kestirmek zor.

İdlib’teki gelişmelere bakınca iki önemli hükme varabiliriz: bir, Ankara-Moskova ilişkileri bu gelişmelerden doğrudan etkilenecek; iki, Suriye denkleminde Ankara artık bütünüyle “cihatçılardan sorumlu” konuma yerleştirildi.

Efrin harekâtını da bunlardan bağımsız düşünemeyiz. Nitekim, Rusya uçağının düşürülmesinin ardından Rusya’nın Suriye hava sahasını Türk Hava Kuvvetleri’ne kapattığı iddiaları dolaşmaya başladı. Hattâ Efrin’den yaralı askerleri tahliye edecek helikopterlere bile Rusya askerî yetkililerinin zorla izin vermeye başladıkları  ileri sürüldü. Bunu kesin olarak öğrenemedik. Ancak THK uçaklarının en azından bir süre Suriye üzerinde uçmadıkları anlaşıldı. Buna Rusya’dan gelen kısıtlamanın değil Türkiye’nin kendi kararının yolaçtığı iddiaları pek inandırıcı görünmüyor. Belki “kısıtlama” değil de “anlaşma” demek daha doğrudur; bilemiyorum. Efrin harekâtında iki tarafa da mâkûl gelecek denge bulunması yine de mümkün görünüyor; ancak İdlib için aynı şey söylenemez.

Pazar günü ve gecesi boyunca İdlib’te yaygın ve uzun süreli bir bombardıman gerçekleştirildi. Yalnız Pazar akşamı, geceyarısını bulmadan, on beş-yirmi köy ve kasabaya yüz seksen kadar hava akını yapıldı. Ayrıca kıyıdaki Rusya gemilerinden de roketler atıldı. Bombalanan yerleri burada sıralamayacağım. Bunun yerine haritadaki kırmızı noktalara göz atabilirsiniz. (Kırmızı oklar Suriye ordusu+İranlı milisler, yeşil oklar cihatçıların karşı saldırısı, üstte TSK konvoyu güzergâhı ve varış noktası.) Yalnız Maaret el-Numan ile Serakib’in arasında yeralan Han el-Subul’a dikkat çekeceğim. Burası, Rusya askerî yetkililerince, uçağı düşüren cihatçı grubunun üslendiği yer olarak tesbit edildi ve ilk andan itibaren yoğun şekilde bombalanıyor. Donanmanın roketlerinden de en çok burası zarar gördü. Geçen yıl kimyasal saldırıya uğrayan Han Şeyhun da başlıca hedefler arasında.

Rusya ve Suriye uçaklarının intikam ve cezalandırma bombardımanı, İdlib’te zaten süren harekâtın üzerine eklenmiş oldu. Bu durumda Suriye ordusu ve İranlı milislerin ilerleyişi hızlanır mı, göreceğiz. TSK konvoyunun “çatışmasızlık gözlem noktası” kurmak üzere İdlib’in içine dalması bu harekâtı nasıl etkileyecek, henüz bilmiyoruz.

Yoğun bombardımanlar sebebiyle İdlib’te okullar üç gün tatil edildi. Aynı anda Hatay’ın “sınır ilçeleri” Reyhanlı, Kumlu, Hassa ve Kırıkhan’da da “yarıyıl tatilinin bir hafta uzatılması”nı, uğursuz bir tesadüf olarak mı görmeli yoksa harlı bir ateşin her tarafa sıçraması gibi mi?