Bu takım hangi takım?
Net olarak söylenebilecek tek şey, İran ve Rusya’nın Suriye Savaşına çok fazla “yatırım” yaptığı ve kazanmadan çekilmeyecekleri…

21.02.2018
Türkiye'nin Suriye'deki ikinci askerî harekâtı olan Zeytin Dalı Operasyonu, 20 Şubat 2018 tarihinde birinci ayını geride bıraktı.
Bu cümlenin, "Türkiye'nin Suriye'deki ikinci askerî harekâtı" tamlamasının henüz birkaç sene önce dahi, kulağa ne kadar "uçuk kaçık" gelebileceğinin farkında mıyız bilemiyorum. Ancak, gerçeklik böyle.
Ve Zeytin Dalı Harekâtı, birinci ayını, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kadrosunun, "Bu takım bu maçı alır" yazısı basılı bir A4 kaâğıdının asılı olduğu bir beyaz tahta önünde verdiği çalışma fotoğrafı eşliğinde geride bıraktı. Tam da bu birinci ay arifesinde, Esad yönetimine bağlı Ulusal Güvenlik Güçleri milislerinin, YPG ile anlaşarak Afrin'e gireceği yönünde haberler uluslararası medyanın manşetlerinde yer aldı. Hattâ, Afrin'e ve ötesine, tüm Türkiye-Suriye sınırına, 4 bin Suriye Ordusu askerinin yerleşeceği de öne sürüldü.
Bahsi geçen Esad yanlısı paramiliter güçler Quwat ad-Difa’ al-Watani; yani Ulusal Güvenlik Güçleri. Bu milisler, bizzat İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani tarafından eğitilmiş, yetiştirilmiş paramiliter gruplardan oluşuyor. Özellikle, "şehir savaşı" üzerine eğitim görmüşler.
İran ve Hizbullah bağlantılı, Esad Yönetimi'ne bağlı milislerle sınır komşuluğunun Türkiye'nin ulusal güvenliği bakımından anlam ve ehemmiyetini takdir eden ve yorumlayan vardır Ankara'da. Bu arada mebzul miktardaki medyatik "askerî uzmanlarımızdan", bugüne kadar bir tane de, Suriye ve İran Ordusu, askerî güçleri uzmanının çıkmamış olduğunu da, tarihe not düşelim.
Her koşulda, böyle bir adım gerçekleşirse, şu sonuç doğacak: 2012'den beri ilk kez, Afrin ve Suriye'nin bu bölgesinde, Esad Yönetimi'ne bağlı askerî güçlerin varlığı söz konusu olacak.
Milis veya değil; Türkiye Silahlı Kuvvetleri de, Zeytin Dalı Operasyonu sürdükçe, YPG ile beraber İran, Hizbullah ve Suriye bağlantılı, Şii ideolojisinde askerî güçlerle çarpışmak durumunda kalacak.
Bu da demektir ki Ankara, çatışma veya diyalog; hangi yöntemi kullanmayı tercih ederse etsin artık, Moskova ve Washington'un yanısıra, Tahran'la eşit derecede muhattap olmak durumunda. Ve tabii, doğrudan veya dolaylı olarak da Şam ile.
Afrin'e askerî operasyon düzenlenmeden önce, orada bir tek YPG vardı. Ve YPG'nin politik kanadı PYD ile, Türkiye'deki aktörler yoluyla diyalog kurmak mümkündü. Şimdi, "Afrin Meselesi" ve ötesinde, Kürt Sorunu'nda, dış aktörlerin de rızası ve iradesi olmadan çözüm imkânsız. Hele ki Esad Yönetimi, Afrin'e şu veya bu şekilde kalıcı biçimde yerleşirse; Şam, 1998'de beri ilk kez Türkiye'nin Kürt Sorunu'nda, doğrudan söz sahibi olacak. Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkışa zorlanmasından 20 yıl sonra, Şam'ı yeniden Kürt Sorunu'nun başlıca bir aktörü hâline getirmenin manasını da bir düşünen çıkar herhalde.
Ayrıca, İran eğitimli milislerle Afrin veya çevresinde çatışılırsa, 1821-23'te II. Mahmut dönemindeki Osmanlı-İran Savaşı'ndan sonra (dolaylı olarak da olsa), ilk Türk-İran çatışması yaşanacak.
"Takım" derken
Darbe girişimi felaketini yaşadıktan sonra, keşke daha "sivilleşme" ve askerî temaların geri plana çekildiği bir döneme girilmiş olsaydı. Böyle olamadı; Suriye İç Savaşı, 2011'den beri öyle bir "Türkiye'nin iç meselesi" ve "iç politika malzemesi" hâline döndürüldü ki, bu alışkanlıktan ne yazık ki, vazgeçilemedi.
Sanki, yaklaşık iki yıl önce bir darbe girişimi yaşamamış gibi, "hâki renkli" bir gündemle yatıp kalkıyoruz.
"Bu takım bu maçı alır" yazısının olduğu resme geri dönelim.
İletişim ve medyatiklik çağında, belli ki bir "üstünlük mesajı" verilmek isteniyor. Ancak, "Bu takım bu maçı alır" denildiğinde, "maçın eşitler arası" veya daha doğrusu "türdeşler" arasında yapıldığı dikkate alınmamış belli ki… Bu ifade ile, "TSK'nın Afrin'de kendisi gibi bir devlet ordusu/düzenli askerî güçlerle çatıştığı" mesajı verilmiş oluyor: oysa ki, niyet herhalde böyle değildi.
Niyet, zaten hangi konuda neydi verilmek istenen mesaj? Neydi hedef?
Her ne idiyse bir ayda, Suriye İç Savaşı, tam manasıyla, "Suriye Uluslararası Savaşı'na" dönüşmüş oldu.
Daha önce de, Suriye'de "küçük ölçekli bir dünya savaşı" yaşandığını söyleyip yazıp çiziyorduk. Ancak, şu an yaşanan, bu dünya savaşının, Suriye'yi saha alarak "düşük yoğunluklu" fazından daha yükseklere tırmanır hâle gelmesi.
Ve artık, Suriye Savaşı, sonu görülmeyen, "son" hedefi olmayan bir savaş hâline geliyor: IŞİD'ın yenilmesi halinde, Suriye İç Savaşı'nın sonuna gelineceği varsayılıyordu, artık böyle bir "son" nokta yok… Ve bu "sonsuzluğa" sadece bir ay içinde geldik.
Ortaya çıkan tabloda, Suriye sahasında, Esad yönetimi, ABD, Rusya, İran, İsrail vetabii Türkiye'nin tarafı olduğu bir savaş söz konusu.
Son bir ayda, Suriye Savaşı'nda yaşanan, sadece bazı olayları, şöyle bir anımsayalım:
-20 Ocak'ta, Rusya'nın örtük biçimde onay verdiği, TSK ve Özgür Suriye Ordusu'nun ortak biçimde savaştığı, Afrin'de YPG'ye karşı gerçekleşen Zeytin Dalı harekâtı başladı.
-30 Ocak'ta, TSK'nın şu açıklamayı yaptı:
"30 Ocak 2018 tarihinde İdlib kuzeyinde intikâl hâlinde olan konvoyumuza, bölücü terör örgütü mensubu silahlı teröristlerce bombalı araç ile yapılan saldırı sonucu konvoyda görevli bir kahraman sivil görevli personelimiz şehit olmuş, bir kahraman silah arkadaşımız ile bir sivil görevli personelimiz yaralanmıştır."
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hayatını kaybeden sivil personelin Devlet ve Su İşleri (DSİ) çalışanı Yasin Tanboğa olduğunu, yine DSİ çalışanı Mahmut Pakyürek'in ağır, Uzman Çavuş Ömer Güneş'in de hafif şekilde yaralandığını açıkladı.
İngiltere merkezli Suriyeli muhalif oluşum Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de konvoyun "Suriye hükümetine yakın güçler" tarafından hedef alındığını ve bir tank taşıyıcının kullanılamaz hale geldiğini iddia etti.
Ümit Kıvanç'ın, P24'teki "29-30 Ocak: Dün gece neler oldu?" başlıklı yazısında tüm boyutlarını aktardığı üzere, o gece yaşanan "esrarengiz" gerilimde, Suriye ve Rusya Ordusu önemli rol oynadı.
Hürriyet'in Ankara Temsilcisi Yardımcısı Uğur Ergan, 31 Ocak tarihli, “İdlib’de Konvoya Saldırı” haberinde El Ais’e giden bu Türk konvoyuna “güvenlik amacıyla Heyet Tahrir el-Şam güçlerinin eşlik ettiğini” yazdı.
Sedat Ergin'in, "Heyet Tahrir el-Şam" tarifini alalım; oldukça diplomatik bir tarif bu çünkü. Daha da "dikensizini", gerçeklerden uzaklaşmadan bulmak da zor:
"Heyet Tahrir el-Şam, terör örgütü olarak kabul edilen El Nusra’nın 2017 başında Suriye’de başka grupları da içine alıp genişleyerek kurmuş olduğu bir Selefî organizasyonu… El Nusra, Afganistan kökenli El Kaide’nin Suriye uzantısı olarak ortaya çıkmış olan bir grup."
-3 Şubat'ta, İdlib'de, cihatçı grup Heyet Tahrir el-Şam (TSK Konvoyu'na eşlik ettiği öne sürülen), Rus Sukhoi-25 uçağını düşürdü.
-6 Şubat'ta Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, "İdlib’de tesisine devam edilen 6 numaralı gözlem noktasındaki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına 05 Şubat 2018 tarihinde, terör örgütleri tarafından gerçekleştirilen roket ve havan saldırısı neticesinde bir kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş, hayati tehlikesi olmayacak şekilde kahraman beş silah arkadaşımız ile bir sivil görevli personelimiz yaralanmıştır" denildi.
-ABD askerî yetkilileri, 7 Şubat günü Suriye hükümetine bağlı yüzlerce savaşçının Fırat Nehri'ni geçerek, Deyr ez Zor vilayetindeki Hişam kasabası yakınlarında, Amerikan askeri danışmanlarının da bulunduğu YPG mevzilerine topçu saldırısı başlattıklarını açıkladı.
-Bu olayın ardından, ABD güçlerinin aynı gün, Deyr ez Zor yakınlarındaki bir hava saldırısı gerçekleştirdiği ve bu saldırıda, Rus özel güvenlik şirketleri ya da milis yapılarına mensup 13 paralı askerin öldürüldüğü öne sürüldü.
-10 Şubat'ta İsrail, Beit Şean'da kendi hava sahasında, İran'a ait olduğunu iddia ettiği bir insansız hava aracını vurdu. Ardından da, aynı gün İsrail Ordusu, Suriye'de hem Esad hem de İran'a ait 12 askeri hedefe saldırdı. Bunun üzerine gene aynı gün, Suriye'ye ait uçaksavar füzeler, bir İsrail askerî uçağını, Hayfa yakınlarında düşürdü.
-Lübnan'ın İran destekli grubu Hizbullah, uçağın düşürülmesinin, "İsrail'in bir daha asla Suriye hava sahasını ihlal edemeyeceği" yeni bir dönemin başladığı yönünde bir açıklama yaptı. Rusya'nın bu noktada araya girerek İsrail'in, Suriye'ye karşılık vermesini engellediği ifade ediliyor. İsrail ve Suriye de, tansiyonu düşürme yolunda sinyaller verdi.
-18 Şubat günü, Münih Güvenlik Konferansı'nda, İsrail Başbakanı Binyamin Nethanyahu, konuşması esnasında düşürdükleri İran'a ait insansız hava aracının parçalarını çıkarıp, İran heyetine doğru salladı.
-Şimdi de, Ankara tarafından, Afrin'e Suriye güçleri konuşlandığı takdirde, Türkiye'nin buna karşılık vereceğine yönelik açıklamalar yapılıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 19 Şubat'ta Rusya lideri Vladimir Putin ile telefonda görüştü. Cumhurbaşkanlığı kaynakları, görüşmede başta Afrin ve İdlib olmak üzere Suriye’deki son gelişmelerin ele alındığını belirtti.
Erdoğan Putin'e, Suriye yönetimine bağlı güçlerin Afrin'e gireceği iddialarıyla ilgili olarak, "Suriye rejimi bu yola girerse sonuçları olur" dedi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriye yönetimine bağlı güçlerin Afrin'e konuşlanacağı haberleriyle ilgili, "Rejim YPG’yi korumak için giriyorsa Türk askerini kimse durduramaz" şeklinde bir açıklama yaptı.
–Gene aynı gün, Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, ülke ismi vermeden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Suriye ordusunun İdlib'deki harekatını durdurmaya çalışan ülkelerin asıl amacının Nusra Cephesi'ni desteklemek olduğunu söyledi.
Lavrov, Güvenlik Konseyi'nde Suriye hükümetinin "insanî yardım amacıyla bu iki bölgede en az bir ay süreyle harekatlarını durdurması" çağrıları yapıldığını hatırlatarak, insani durumun özellikle abartıldığını öne sürdü.
Lavrov, "şu anda Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) adıyla varlığını sürdüren Nusra Cephesi'nin", BM Güvenlik Konseyi tarafından "terörist bir örgüt" olarak tanımlandığını ve şu an İdlib ve Şam'ın dış mahallelerinden Doğu Guta'nın bu örgütün denetiminde olduğunu kaydetti.
-Esad Yönetimi, 18-20 Şubat arasında, abluka altında tutmakta olduğu Doğu Guta bölgesine ağır hava saldırıları düzenledi. Saldırılarda 70 kişinin hayatını kaybederken, 400 kişi yaralandığı söyleniyor.
Doğu Guta'ya yönelik saldırılar, Halep'e uygulanan taktikle, bombalama yoluyla "yıldırıp terk ettirme" olacağa benziyor. Doğu Guta'nın, tamamen Esat Yönetimi tarafından sarılı olması, bir çıkış koridoru sağlanana kadar, son 48 saatte yaşananların günlere uzayacağını düşündürüyor.
Tüm bu tablo, öncelikle, 7 yıllık Suriye Savaşı'nın, Lübnan Savaşı gibi sonuçsuz biçimde en az 15 yıllık bir zaman dilimine uzayabileceğinin işaretlerini veriyor. Yani, tıpkı 1975'te başlayan Lübnan Savaşı'nın 1990'a kadar uzatmalı biçimde sürdüğü şekilde, ülkede asıl yönetim yapısının değişmeden "kimin hangi köşeyi kapacağı" çatışmasının yıllara yayıldığı bir ortam söz konusu olabilir.
Üstelik, Suriye'ye taraf olan güçlerin sayısı, beklentileri, aralarındaki çelişkileri Lübnan Savaşı'na taraf olanlardan çok daha fazla.
Diğer bir deyişle: Lübnan Savaşı'nda, İran-Irak-Suriye-İsrail arasında yaşanan güç çekişmesi; Suriye Savaşı'nda ABD-Rusya-Türkiye-İran (ve tabii Esad Yönetimi), sayıları binlere ulaşan paramiliter gruplar, hâlâ varlığını sürdüren IŞİD, El Kaide kökenli Hayat Tahrir el Şam, YPG ve diğer Kürt gruplar, arasında yaşanan güç çekişmesinin yanında çok daha "çözümlenebilir" kalıyordu.
Şu anda net olarak söylenebilecek tek şey, Suriye Savaşı'ndaki "büyük oyunculardan" İran ve Rusya'nın, bu savaşa çok fazla "yatırım" yaptığı ve kazanmadan çekilmeyecekleri. Bu iki büyük güç de, Esad Yönetimi ile ittifak hâlinde.
İronik biçimde, Türkiye'yi Suriye Savaşı'nın ilk yedi yılında güçlü kılan, Batı İttifakı'nın (hâlâ) bir parçası olmasıydı. Bugün bile, Batı İttifakı-Türkiye bağlarının bu kadar üzerinde tepinildikten sonra dahi, Ankara'nın İran-Rusya-Suriye ile muhataplığında hala en büyük kozu, Batı ortaklığı (idi). Ne var ki, gelecek yedi yıla da uzayabilecek Suriye Savaşı'nda, Ankara'nın tek "müttefiği", desteklediği Sünni-"cihad eğilimli" paramiliter gruplar şu anda. Suriye'nin paramparça olmuş Sünni-Şii mezhepsel dengeleri düşünüldüğünde; hele de, Afrin'de yeni sınır komşusu Suriye-İran destekli askerli gruplar olacaksa, Ankara'nın "paramiliter tercihi", Türkiye'nin Doğu Akdeniz-Güneydoğu-Doğu aksını artan biçimde "savaşın hinterlandı" ve parçası yapabilir.
Ve hangi takım kimin takımı, kim hangi takımdan; "gerçeklikler" Türkiye'nin içinde ve dışında iyiden iyiye karışabilir…