Köşeyazarı zararlısı

Köşeyazarı, oynanan bir roldür. İnsanlar bu role bürünür, onun içinde varolurlar. Fakat rol de, yazılan, öğrenilen, çalışılan bir şeydir

ÜMİT KIVANÇ

06.04.2018

 
Üzerinde tepinmeye pek meraklı olduğum mevzuların başında “köşeyazarı” müessesesi ve bu müessesenin gereksizliği geliyor, değerli okurlar. Kendimi bildim bileli özel ve kritik dönemlerden geçmekte olan ve, öyle görünüyor ki, bu defa yine böyle bir dönemden, artık bir yenisine daha geçilemeyecek şekilde geçmekle ve fakat ona da geçememekle meşgûl olan ülkemizde bu köşeyazarı denen canlı sanki daha da zararlı hale geldi. Gazeteciliğin hakikat anlatıcılığından uzaklaşması sürecinde Yeşilçam kötü adam’ına taş çıkartacak roller üstlenen köşeyazarının, kamuoyu ve “kanaat” oluşumu süreçlerinde insanlara verdiği zarar öyle böyle değil.

Köşeyazarı sadece yüzeysel ve yalan yanlış bilgileriyle ve nereden nasıl toparladığı ve ne hakla üzerimize boca ettiği belirsiz ve önyargılardan yapılma fikir parçacıklarıyla, dünyayı kavrayamama ve muhakeme yürütememe dallarındaki müzmin başarısızlığımıza yeni boyutlar katmakla kalmaz, bize tavırlar takdim eder, dayatır; kendi örgütlemediği ve siyasî bedelini ödemeyeceği bir tür siyaset yürütür. Bu siyasette o tek yetkili, genel başkan, genel sekreter, danışman, yol gösterici, teorisyen falandır; ağır başarısızlık durumlarındaysa birden o siyasetin muhalifi haline gelebilir. Köşeyazarının elini tutan yoktur. Nasıl haftaya okyanus kirliliği üzerine yazarak başlayabilir, hafta ortasını yerel seçim hesaplarıyla ilgilenerek getirebilir, perşembeyi Putin’le Trump’a, cumayı uzay araştırmalarına ayırabilir ve haftasonu için sinema yazısı kaleme alabilirse, şu veya bu potansiyel siyasî oluşuma, partilere, sivil toplum kuruluşlarına, milletvekilleri ve bakanlara, hükümete, devlete, komşu devletlere, ABD dışişlerine, Rusya genelkurmayına, NATO komutanlarına, AB bürokratlarına da yol gösterebilir, neyi nasıl yaparlarsa başarılı olacaklarını söyleyebilir.

Dünyanın bütün ekonomi, politika, sanat, spor vesaire aktörleri, onun konusu, muhatabıdır. Dolayısıyla, ABD’nin Uzakdoğu’daki muhtemel hamlesini, hoşnutsuzluğunu açığa vurmaya başlamış ahalisi karşısında Tahran’daki iktidar sahiplerinin ne halt edeceğini öngörmesinde tuhaflık yoktur. ABD’nin başkenti Washington’dur. Bizde siyaset ve Meclis varken merak edilen Ankara kulisleri gibi kulisler orada döner. Fakat Washington uzak olduğu için biz bunları merak etmeyiz. Bir de Pentagon ile CIA vardır. “Amerika”, esas olarak “Amerikan emperyalizmi”dir. Buna da denecek bellidir. Tahran’da da mollalarla Devrim Muhafızları, Besic’ler vardır, mollaların bir kısmı reformcu, bir kısmı tutucudur. Zenginler evlerinde parti verir, hali vakti yerinde, toplumsal statüsü özgüvenli olmalarına imkân veren kadınlar şık başörtülerini saçlarını gösterecek şekilde takar. Yakın zamanda Irak’la savaşmışlardı. Devrilen Şah’ın karısı Farah Diba’ydı. Lübnan Hizbullah’ı İran’a yakındır. Irak halkının çoğunluğu da Şii’dir. ABD’de bir de beyzbolla NBA vardır. Bir de, ABD ile İran nükleer anlaşma yapmışlardı. Köşeyazarının ABD ve İran konusunda döktürmesi için bu kadarı yeter de artar. Önemli olan, bir bilgi denizinin içinde yüzdüğü, istediği anda kulacını istediği yere atıp istediği bilgiyi avucuna alabileceği ve şanslıysak bize de bahşedebileceği hissini uyandırmasıdır. İfadesinden “bilmediğiniz ne işler dönüyor” mesajını hep almamız, pek iyi bildiğimiz şeyleri tekrarlasa bile tekrarından ayrıca memnuniyet duyduğumuz o hazzı bize verebilmesi gerekir.

Köşeyazarı, oynanan bir roldür. Rolün adıdır. İnsanlar bu role girer, role bürünür, onun içinde varolurlar. Fakat rol de… ne de olsa yazılan, öğrenilen, çalışılan bir şeydir. Belki şöyle dememiz daha doğru: köşeyazarı, bir edâdır. Bu edâyı yeterince inandırıcı şekilde takınabildiğiniz ve yitirmediğiniz sürece, başarılı, tutulan, hemen hepsi birbirinin tıpkısı yazılardan oluşturulmuş kitapları bolca satan, gülen pozları şuraya buraya konabilen köşeyazarı olabilirsiniz. Tribün önünde hasma vurdukça vurmalısınız; yumruğun tekrarından sıkılan boks seyircisi mi olurmuş!

Fakat başlıbaşına… haydi nazik olalım, sadece gayrisamimi diyelim, bu hayat tavrı bünyesinde, köşeyazarının önemli hüneri daha somut bir başka daldadır ve burada köşeyazarının asıl siyasetçiliği devreye girer. Köşeyazarı, şüphesiz seçtiği yola ve hedef kitleye göre boyutları, sürekliliği, getirisi değişmekle birlikte, kendine özel bir at koşturma alanı yaratabilmelidir. Ve bu işi hem başarıyla, yani çok destek toplayarak, otorite haline gelerek hem de sürdürülebilirlik güvencesiyle yapabilmek için, atı da koşturacağı meydanı da iyi tanımalıdır.

Köşeyazarı şanslıdır, çünkü bu çok da titizlik isteyen bir çalışma değildir. Önyargıları, birikmiş kinleri, nefretleri, inandıkları mitoslar ve masallar, inanmadıkları halde yüksek sesle tekrarlamaktan veya kendileri bizzat yapmasa da tekrarlanmasından zevk aldıkları kelimeler, cümleler, motifler, öyküler, iddialar kolayca tesbit ve tasnif edilebilir bir hedef kitle, köşeyazarının yalnız “alet çantası”nın en gerekli unsuru değil, bundan böyle içinde yaşayacağı akvaryumun suyu, havasıdır.

Stadyumlu şehir sokaklarında Galatasaray maçı olduğu gün sarı-kırmızı, Beşiktaş’ın maçı varsa siyah-beyaz atkı satan adamlardan köşeyazarının farkı, bir gün onu bir gün bunu satma şansının olmayışıdır. Beşiktaş atkısı satarken görülürse Galatasaraylılar ondan bir daha atkı almaz. Atkıcı bir gün onu, ertesi gün bunu satabilir, ama taraftar dediğin insan, bir gün onu, başka gün bunu takamaz. Köşeyazarı zaten atkı satamaz, çünkü o burada bizzat formanın yerine talip.

Bunun dışında iki iş esas olarak birbirine benzer. Yani takım atkısı satan adam ticareti yalnız bir kulübün renkleriyle sınırlı tutsa bir nevi köşeyazarı sayılabilirdi. Böylelikle, binasının bulunduğu semte hiç gitmemiş olmasına rağmen kulübün kimleri transfer edeceğine ilişkin tahminlerini herkesle paylaşabilir, geride sağda kimin, ileride solda kimin oynamasının daha isabetli olacağına dair kesin hükümlerini ortaya atabilirdi. En azından maça yeni getirilmeye başlanmış veletler, hep stadın dibinde karşılaştıkları için sahaya yakın saydıkları bu adamın neye dayanarak fikirler yürüttüğünü sorgulamaz, hele gelecek yıl Messi’nin takımlarında oynaması ihtimalinin bu şahsın uyduruğundan ibaret oluşuna asla inanmak istemezlerdi. Oysa köşeyazarı bunu kendi de çok istediği için uydurmuş olabilirdi. Onun da masumiyeti sözkonusu olabiliyor kimi zaman…

Örneğimizdeki veletler, futbol dünyası hakkında pek fikri olmayan ama takım tutmaya başlamış ve futbola bu tutkuyla yaklaşan bireyler olmaları nedeniyle, köşeyazarından dünyayı, olacakları ve olması gerekenleri öğrenen yetişkinlerden pek farklı değildirler. Satıcı onlara duymak istediklerini söyler. Onlar da memnun olur ve bunları başkalarına tekrarlarlar. Köşeyazarı bir nevi pop yıldızıdır. Konsere gittiği yörenin özel şivesiyle bir-iki kelime edip, şarkı arasında oranın meşhur yemişinden bahsedip alkış alan sahne yıldızının yaptığı neden fırsatçılık, oportünistlik, riyakârlık vesaire olsun? Koskoca köşeyazarı, ne yapıyorum, ne ediyorum, demiyorken! Bu dediğim nereye varır – yok!, sırtına binerek yol kat ettiklerime acaba… haksızlık ediyor olmayayım – asla!, dünyanın en önemli meselesi gibi dilime doladığım şeyi insanların önüne dikip başka bir sürü şeyi görmelerini engellemem doğru mu – ne münasebet!, ABD’nin Rusya’nın, hattâ AKP ve CHP’nin ne halt edeceğine dair en ufak fikrim yokken “bence şu olur” diye ahkâm kesmemin anlamı nedir – bu soruyu geçelim… Onun yerine, benim şu atkı satıcısı örneğinin yamukluğu üzerine gidelim. Zira atkıcının aynı zamanda tribün amigoluğu yaptığı pek görülmez. Halbuki köşeyazarı…

Dar alanda iktidar kurabilen kişidir köşeyazarı. Kolay saldırılabilir, hazır formüllerle suçlanabilir hasımlar bulup, esas büyük meselelerin yaratıcısı esas büyük hasımlarla şu an için kaybedilmesi mukadder mücadeleye girişmektense, hazır malzemeden kendi imal ettiği hedeflere atış yapmakta mahirdir. O, ilk taşı atan olmaya taliptir.

Türkiye’de mâkûl miktarda hukuklu ve özgürlüklü, az buçuk demokratik bir siyasî hayatın var edilebilmesi için nasıl mevcut siyaset tarzının yok, mevcut siyasetçilerin emekli edilmesi gerekiyorsa, hem doğru dürüst gazetecilik hem de dünya ile sağlıklı ilişki için şu köşeyazarı illetinden de kurtulmak şart. Köşeyazarı, insana, topluma zararlı bir ilişkinin adı. Yalnız o kahrolasıca iktidar konumunun değil.
 
(NOT: Yıllar önce, Medyakronik’te, “köşeyazarı” üzerine, “Bir biyonik adam olarak köşeyazarının portresi başlıklı bir dizi yapmıştım. P24 Medya Kitaplığı yayınları arasında yeralan gazetecilik kitabım O Meslek Bunalımda, yine, özel bir köşeyazarı bölümü içeriyor. Meseleye -kendini vazifeli saydığı mevzularda hakikate anında ihanet edebilen, aklı mütemadiyen nasıl alkış alacağına çalışan, birilerinin sırtına basarak yükselmeye uğraşan köşeyazarını şüphesiz mesele saymak gerekir- siz de benim gibi takıksanız kitabıma göz atmanızı tavsiye edebilirim.)