Büyük veri, küçük hesaplar ve seçimler

“Araç mesajdır” ifadesinin karşılığına yeni bir cümle koyabilir miyiz? “Araç, kitlenizin büründüğü kimliktir” demek söz konusu olabilir mi?

SARPHAN UZUNOĞLU

05.05.2018

 
Bir önceki yazıda Sosyal ağda "seçmenin nabzı" yoklanabilir mi? başlığı altında sosyal ağ kullanıcılarının tercih ve eylemlerinin seçimlerin sonuçlarını tahmin etme konusunda bize ne kadar yardımcı olup olamayacağı konusunu ele almıştım. Yazı, temel olarak fizikî eylem ve dijital eylem arasındaki bağın gerçekçiliği, dijital kampanyalar için kullanılan grassroot (aşağıdan ve kendiliğinden oluşan) hareketlerin alternatifi olarak kurumlarca oluşturulan astroturfer (yapay çim kavramından geliyor) hesapların aktivitesi gibi meselelerin manipülasyon potansiyellerinin yarattığı kimi engelleri ele alıyordu.
 
Yeni medya alanında New York Times’da yayınlanan yazılarıyla da tanınan akademisyen Zeynep Tüfekçi’nin 2014 tarihli Big Questions for Social Media Big Data: Representativeness, Validity and Other Methodological Pitfalls isimli makalesini tekrar okuduğumda ise bazı noktaları atladığımı ve sosyal medya üzerinden elde edilen ve üzerinden seçmen davranışına dair yorumlara varılan veriye ilişkin çok daha eleştirel bir bakış açısı elde edebileceğimizi gördüm.
 
Tüfekçi’nin analizi temel olarak sosyal ağlar üzerinden yapılan veri analizi ve araştırmaların belirli bir sosyal ağ etrafına toplandığı (kamuya açık verisi ve araçların kolay kullanılabilirliği gereği Twitter); platformların ekolojilerinin, yani platformdaki tartışmanın işleyiş biçiminin çoğu zaman atlandığını, bir içeriğe ilişkin aksiyon alanlar dışındaki kitlenin davranışı ile ilgili veri edinmenin zor olduğu; hashtag’ler gibi temel bileşenler üzerinden yapılan analizlerde de davranış ile kurulabilecek bağların her zaman gerçekçi olmayabileceği gibi tespitler içeriyordu. Özellikle son saptamada verilen Gezi dönemindeki aktivistler tarafından boyanan merdiven, merdivenin sonradan griye boyanması ve ardından ortaya çıkan hashtag’in gördüğü talep düşük olsa da merdiven boyamanın ulusal çapta önemli bir eylem hâline gelişine ilişkin verilen örnek, temel olarak benim ilk yazımda verdiğim dijital ve fizikî eylem meselesinde farklı bir boyutu ele almam gerektiğini ortaya koyuyor.
 
Zira aktivizm alanında çalışan birçok kişinin sıklıkla şikâyet ettiği slacktivism (tıklayarak aktivizm yapma) hastalığını genele yayarak ele aldığımızda da seçmen ya da aktivist davranışına ilişkin “dijital eyleme geçmeyenin hareketliliği” meselesini oldukça geri planda tutmuş oluyoruz. Bu nedenle tek ağa dayalı, hele ki söz konusu Twitter gibi bir ağ olduğunda, analitik odaklı çalışmaların güvenilirliği hem siyasi özneler için hem de akademisyenler için azalıyor.
 
Burada da “mecralar arası” bir denge yakalama ihtiyacı ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde Dokuz8Haber’de Mehmet Şafak Sarı imzasıyla yayınlanan Erken seçime giderken hangi aday ve parti daha popüler? başlıklı haber Google Trends verilerine dayanıyordu ve politikacıların isimlerinin Google’daki aranma oranları üzerinden bir tür “popülerlik” analizi yapıyordu. Bu elbette bir “kamuoyu yoklaması” olamaz ve bize seçimlerin sonucuna ilişkin bir şey söyleyemez. Zira, haberde arama oranlarında yükseldiği görülen Abdullah Gül ismi anaakım ve dijital bağımsız medya üzerinden sürekli olarak topluma servis edildi. Bu tür bir veride yakalanabilecek olan en temel unsurlardan biri “dip dalga” olarak ele alabileceğimiz adaylardır. Yine aynı haberde CHP’nin 15 vekilinin İyi Parti’ye geçmesi sonucu oluşan durumun yarattığı CHP’ye yönelik aramalardaki artış da ana akımda da yer alan bir mevzuya ilişkin toplumsal alakayı ölçmektedir.
 
Şimdi meseleye “popülerlik” algısı ile bakarken kelimenin ne ifade ettiğini gözden geçirelim. Biz Türkiye’de “popülerlik” kavramına hep olumlu bir algı yüklüyoruz. Bu nedenle Sarı’nın popüler anahtar sözcükler üzerine yaptığı araştırma Google aramalarının “pozitif” sonuçları olabileceği algısı yaratabilir. Oysa Google’ın trend’leri ve popüler kavramının buradaki kullanımını eleştirel olarak ele almalı ve bunun anlamının “çok kişi tarafından gerçekleştirilen ve gündem olan” şeklinde okunması alışkanlık hâline getirilmeli. Bunun türlü sebepleri var. İlki Abdullah Gül’le ilgili atılan tweet’lerle ilgili belki bir olumluluk/olumsuzluk analizi yapabilirsiniz; ama Google aramalarının pozitif ya da negatif veya nötr bir fikre dayanarak yapılıp yapılmadığı konusunda pek de kesin konuşmak mümkün değildir.
 
Mecralar arasılık meselesine geri dönelim. Şu kesin ki bir politikacının tek bir mecradan kocaman bir sosyal ağ kampanyasını sürdürmesi günümüzde mümkün değil. Tüfekçi’nin makalesinde belirttiği “araştırmalar için geçerli olan mesele”, siyasal iletişim pratisyenleri için de geçerli. Ancak bir siyasetçinin sadık takipçi kitlesi ve kendisi arasındaki ilişkiyi gözlemlemek ve bu ilişkinin farklı mecralarda nasıl şekillendiğini anlamak bakımından “çok mecralı” bir araştırma bize çok şey söyleyebilir. Örneğin bir platformda siyasetçinin fotoğrafının altında kalpler ve ilginç söylemler varken, Twitter’ın eleştirel ve hattâ bence biraz da ciddileşmiş havasında farklı bir söylem görmek mümkündür. Bu da mecranın siyasal tartışmaya verdiği yönle ilgili bir şeyler söyler bize.
 
Peki burdan nereye varacağız? McLuhan’ın “Medium is the message” (araç mesajdır) ifadesinin karşılığına yeni bir cümle koyabilir miyiz? “Araç, kitlenizin büründüğü kimliktir” demek gibi bir şey söz konusu olabilir mi? Yani bir önceki yazıda çerçeveyi biraz daraltmak pahasına öne sürdüğüm sosyal ağda seçmen profillemesi yerine partinin siyasal iletişim politikasını profilleme olanağı olduğu tezi fazla mı tutucu? 
 
Netice olarak büyük veri çağında yaşıyoruz ve hepimiz “olacak olanlar” konusunda malumat sahibi olmak istiyoruz. Bugün büyük veri analizi ve yapay zekâ, döviz kurlarının önümüzdeki aylardaki ortalama durumundan futbol maçı sonuçlarına birçok konuyu analiz etmek için kullanılabiliyor. Sosyal ağ analizleri de elbette kullanılabilir. Ancak aslolan, sosyal ağları kendi özellerinde değerlendirip çıkarımları da onların “çapında” ele almak.