Bıgı sansür, dıgıl faşizm!
Avni bugünleri görse “Bıgı sansür” der, Oğuz Aral ise her şeye rağmen enseyi karartmamayı öğütlerdi
25.05.2018
Pek çoğumuz Avanak Avni’nin o soluk sarımtırak renklerdeki çizimleriyle büyüdük. Aslında kendini ancak “bıgı”, “dıgıl” gibi tuhaf hecelerle ifade edebilen bu minik afacanın hikâyeleri çocukların anlayacağı hâller anlatıyor denemez. Bir kere Avni haylazdı, arsızdı, çapkındı. Aklı fikri sürekli boyundan büyük edepsizliklerdeydi. Ama naif ve pek bir sevimliydi kerata… Ve de çok komikti, şöyle insanın yüreğini ısıtan bir saflığa sahipti. Aslında GırGır’ın mizahını bu denli özel kılan da Oğuz Aral’ın kendi üslubuyla harmanladığı haylazlık ve masumiyet duygularıdır belki. Haddini hep masumca aştı, sözünü haylaz bir çocuk (Avni) veya – Oğuz Aral’ın kendine taktığı lakaba istinaden – “huysuz bir ihtiyar” gibi sakınmadı. Sövgüsünde hep şefkat vardı onun. Siyaset de zamanla bu ince mizahın merkezinde yer aldı. Hedef tahtasından kimler geçmedi ki…
İşte mizahın bu 45 yıllık çınarı, geçen sene yayımladığı bir karikatür üzerine 24 saatten kısa bir süre içinde sosyal medya üzerinden yürütülen linç kampanyası sonucu kapattırıldı. Karikatür hakkında açılan dava ise bu hafta sonuçlandı ve çizer Seyfi Şahin “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçunu işlediği gerekçesiyle 1 yıl 15 gün hapisle cezalandırıldı. Şahin hakkında verilen hapis cezası “yeniden suç işlemeyeceği konusunda olumlu kanaat oluşmaması” nedeniyle ertelenmedi. Yani Şahin yine kalemini alır, çizer ve karikatürcülük geleneğini sürdürüp “haddini aşar” diye cezaevine girecek…
Hatırlayalım, söz konusu karikatür 16 Nisan referandumu öncesindeki yoğun ortamda yayımlanmıştı. Sosyal medyada GırGır’a “paçavra”dan “alçaklık”a kadar sarf edilmeyen kelime kalmadı. Sonunda olabilecek kestirme yoldan, Sözcü’nün yayıncısı tarafından (baskılara 24 saat direnemeyen sözümona muhalif bir gazetenin yayıncısına ne demeli?) 12 Eylül’de sadece birkaç hafta yayınına ara verilen GırGır’ın bütün çalışanları işten çıkarıldı. Elbette devran döner, GırGır küllerinden yeniden doğar, bu dilediğini sansürleme hevesi mizahı susturmak isteyenlerin kursağında kalır. Burada mevzubahis – beğenilsin yahut beğenilmesin – popüler kültürün artık vazgeçilmez bir parçası hâline gelmiş, varsa eleştirisini daima açıktan yapan bir dergiye karşı 12 saatte bu denli nefretin örgütlenebilmesidir aynı zamanda. Bu anlamda GırGır’ın kapanması, Sözcü grubunun arkasında bir gün bile durmaması da eklendiği zaman, gözdağı ve tehdit kültürünün Türkiye’de ne denli etkili olduğunu gösteren en iyi örneklerden biri.
Ayrıca ne tesadüftür ki, o “ahlaksız” diye yerden yere vurulan GırGır, kapatılmadan bir hafta önce bugün gündemden düşmeyen ekonomik krizin geçen seneki belirtilerini kapağına taşıyarak emekçilerin sesi olmuştu. “Referandum gündemi ekonomik krizi gizliyor” diyerek yoksa birilerini en hassas yerinden mi vurmuştu, ne dersiniz?
GırGır’ın 8-14 Şubat 2017 sayısı kapağı
GırGır, 2 Mart darbesini takip eden son derece çalkantılı bir süreçte kuruldu. O dönemin en önemli mizah dergisi, Cumhuriyet ile yaşıt, Aziz Nesin’li ve Rıfat Ilgaz’lı yazar kadrosuyla Akbaba’ydı. Oğuz Aral da Akbaba’nın tedrisatından geçmişti. Aral, “Geçim derdini, can sıkıntısını, aşk yarasını, karı-koca kavgasını şipşak keser. Her derde devadır, GırGır da GırGır” efsane sloganı ve halka daha fazla hitap eden tiplemeleriyle yeni bir akım yaratmaya çalışıyordu. Bunu da başaracaktı. Simavi ailesinin de desteğini alan Aral’ın GırGır’ı önce Akbaba’ya rakip oldu. Bu yıllardaki siyasi kutuplaşmadan tabii GırGır da nasibini aldı. Saflaşmalar keskinleşti, GırGır kendini biraz daha ortada bir çizgi korumasına rağmen politikleşti. Ancak GırGır’ın asıl altın yılları ise 80’lerdi. GırGır, hızla apolitikleştirilen toplumda 12 Eylül rejimi ve Özal’ın politikalarına karşı en önemli kalelerden biri olacaktı. Tirajları fırladı, dergi yeni kuşak karikatürcülerin de okulu oluverdi. 80’lı yılların boğucu, cansız, umarsız, lakayıt Türkiye’sine kendini ait hissetmeyen Mehmet Çağçağ ve Tuncay Akgün gibi çizerlerin kaleminden Bezgin Bekir, Timsah gibi toplumdaki lümpenliğe varan boşvermişliği yansıtan karakterler ortaya çıktı. Bu genç mizahçılar daha sonra adı Leman olacak derginin de ilk tohumlarını atıyorlardı. Yani bir başka deyişle, 12 saatte kapatılan GırGır Türkiye’de modern çizgiroman ve karikatür kültürünün de köşe taşını oluşturdu.
12 Eylül’de hâkimin pek gırgır kapatma gerekçesi…
GırGır’ın kapatılmasının daha önce tek bir emsali var, o da 12 Eylül döneminde kapakta yer alan bir çizim yüzünden.
Hâkim kapatma gerekçesini “Yaşlı, çirkin bir kadın üzerine bayrak çizerek Türk bayrağına hakaret” diye yazmış. Oysa Akay’a bayrak desenli elbisesiyle meydanlara çıkmasına izin veren de 12 Eylül cunta rejiminden başkası değildi.
Resimde türkü söyleyen kadın şarkıcı 12 Eylül’de bir nevi yerli bir “Marianne” figürüne dönüştürülmeye çalışılan ama o güne kadar aslında ortalama bir ses sanatçısı olan Müşerref (Tezcan) Akay. Akay’ın “Türkiyem, Türkiyem cennetim, benim eşsiz milletim” şarkısı 12 Eylül döneminde cezaevlerinde siyasî mahkumlara işkence amaçlı tekrar tekrar dinletilirdi. Hattâ Akay’a bayrak yasasına aykırı olmasına rağmen, sahneye Türkiye bayrağı desenli elbiselerle çıkma “ayrıcalığı” tanınmıştı. İşte bu koşullar altında Akay’ı bayraklı elbiseli bir “cadı” olarak kapağına taşımıştı GırGır (hattâ Leman da yıllar sonra bu ünlü karikatüre gönderme yaparak şu kapakla çıkmıştır). Hikâyenin geri kalanını bizzat Aral’dan dinleyelim:
Bu kadın 12 Eylül’ün şarkı-marş simgesiydi. Kocası Mahmut (Tezcan), bunun imaj-maker’ı olmuş. Kafasına bir fes, üstüne kırmızı bir bez, memelerinin üstüne bir ay-yıldız, al sana imaj. Ulan bir baktım, İzmir’de birazcık direnmeye çalışan işçilere karşı bu kadının şarkısı kullanılıyor, işte ‘Yurduma düşman girmiş’ falan diye. Kim ulan düşman? Düşman bizim İzmir’de direnmeye çalışan işçiler.
Kapağa koyduk karikatürü. Onun için ilk kapatılan yayın organı olduk elhamdülillah.
Önce dergiyi kapattılar, sonra kapatma gerekçesi aradılar. Kim kapatacak dergiyi, nöbetçi hâkim. Sabahın köründe nöbetçi hakime gitmişler, derginin kapağını dayamışlar burnuna, bunu kapat demişler. Adamcağız da bir şey bilmeden, bakmış kapağa, kapatma gerekçesini yazmış. GırGır’ın kapatma gerekçesinde aynen, ‘Yaşlı, çirkin, menhus bir kadının üzerine bayrak çizerek Türk bayrağına hakaret’ ettiğimiz yazıldı. Bu sebeple Türk adliyesi benim 2.5 yıl hapsime talip oldu.
Ulan bre!…”
İşçilerin hayatları Aral’ın yıllarca en çok üstünde durduğu ve fikri takip yapmaktan asla vazgeçmediği konuların başında gelmiştir. GırGır’ın kapatılmadan bir hafta önceki kapak çizimi Aral’ın geleneği sürdürmesi açısından büyük önem taşıyor “Benim için 12 Eylül döneminde ne yapabildiğimizin iki önemli işareti var,” derdi Aral:
Birisi, şimdi adını anımsayamadığım bir araştırmacı. Bir gün beni aradı, işçi hareketini anlatan bir çalışma yaptığını, ancak 12 Eylül döneminde işçi hareketlerine ilişkin o dönemde hiçbir gazetede hiçbir haber-yazı bulamadığını, bulabildiği tek şeyin GırGır’daki karikatürler olduğunu söyledi ve bunları kitabında kullanmak için izin istedi. Ne demek, buyurun kullanın dedim. Gerçekten de 2-3 yıl boyunca başta Cumhuriyet olmak üzere anlı şanlı gazetelerimizin hiçbirinde işçi hareketleriyle ilgili hiçbir haber çıkmadı. Benim için ikinci önemli işaret, tam hatırlamıyorum, ikinci veya üçüncü yılda çıkan bir haberdi, iki üç yıl sonra Cumhuriyet gazetesinde Şükran Ketenci ilk defa bir işçi ya da sendika haberi yazdı. Ben sanmıyorum ki Şükran o süre boyunca yazmamış olsun. Yazmıştı elbet ama yayımlanmamıştı. Bunun üzerine Şükran’a Avni albümümü imzalayıp yazı için teşekkür ederek gönderdim.”
Karikatürün alamet-i farikası itaatsizlik
Türkiye’de son yıllarda Misvak dergisi ve muhtelif muadilleri ile yeni bir akım, biatçı karikatürcülük anlayışı teşvik edilmeye çalışıldı. Dergide muhalif kimliğe sahip kişilere karşı öyle kof ve bayağı karikatürler var ki – aynıları iktidara karşı yapılsa ardı ardına hapis cezaları ve kapatma kararlarının yağması işten bile değil. Ancak, yazmadan geçmeyelim, biatçı anlayış ile karikatür arasında da doku uyuşmazlığı var. Karikatür muziptir çünkü, haddini aşar; yaramazdır, tıpkı Avni gibi aklı fikri yapacağı haylazlıklardadır. Ne salt mizahtır, ne de basit bir çizimdir. İlla komik olacak diye bir kaide yoktur zaten, ama serkeştir. İnsanın damarına basar, canını yakar. İtaatsizlik, karikatürün alamet-i farikasıdır. İyi bir karikatürcü, karşısına Aşil çıksa, zaafının topuğu olduğunu sezer. Rahatsızdır. Her işte bir bit yeniği arar, bulur ve teşhir eder. Gözü, etrafındaki kötülüklerden, aksiliklerden başka bir şeyi görmez. Enseyi karartmaz yine de, nikbindir. Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanır
Fakat, eninde sonunda, karikatür alt tarafı bir karikatürdür. Ne bir siyasi doktrindir, ne ideolojik bir manifesto, ne de felsefe külliyatı. Dergiyi bir kenara koyup ya da internet tarayıcınızın penceresini kapatıp günlük hayatınıza gönül rahatlığıyla devam edebilirsiniz. Bazılarımız Yeni Akit’in, Salih Memecan’ın karikatürleriyle öyle yapmıyor muyuz?
Eğer Avni mahkemenin bir karikatürcüye hapis cezası verdiğini görse, kuşkusuz ilk diyeceği “Olmadı Bıgı sansür, dıgıl faşizm!” olurdu. Ardından da kulağına çocuğunun artık yayımlanmadığını fısıldadığımız Oğuz Aral kalemini kaldırıp lafa girer, enseyi karartmamayı öğütler, “Ko dötüne rahvan gitsin. Bu ülkede bir Cem çıktı. Bir Marko Paşa çıktı. Bir Akbaba çıktı. Sonra bir GırGır çıktı. Aldı götürdü… Bir daha çıkmayacak mı? Çıkacak. Şimdiden kim olacağını tahmin edemeyeceğimiz biri, alıp götürecek, sırtlanıp yüklenecek, silip süpürecek” diye müjdelerdi. “En son ve en güzel sözümü söyleyeceğim,” derdi sonra tam da “ama nasıl?” sorusu kafamızı kemirirken.
“Her karanlığa bir meşale gerek çünkü.”