Zirve: Aktörler berbat, oyun mühim

Çin, Rusya, Japonya… Aslında Washington-Pyongyang Zirvesi’nden bahsederken, bu üç büyük gücün de içinde yeraldığı oyunu kastediyoruz

ÜMİT KIVANÇ

13.06.2018

ABD adına şımarık, cahil TV yıldızı emlakçının, Kuzey Kore adına sülalesinin kutsal dağdan neşet ettiğini ileri süren bir ilâhî varlığın imzaladığı anlaşma, dünya tarihine geçecek, tarihî bir belge mi? Değilse ne? Kısa süre önce sadece Kore Yarımadası’nı değil, Uzakdoğu’nun tamamını yakacak bir savaşa tutuşmaları ihtimali üzerine yazıp çizdiğimiz iki devlet başkanının oturup barışı hedefleyen bir anlaşma imzalamış olması niçin kimsede sevinç, ferahlama, umut, hattâ merak yaratmıyor? Çünkü kimse aktörleri ciddîye alamıyor.

On ay kadar önce, P24’te, “ABD-Kuzey Kore arasında olanları izlemeliyiz,” diye yazmıştım, “çünkü sahici bir felakete doğru gidiyor olabiliriz.” ABD Başkanı Donald Trump’ın “dünyanın şimdiye kadar hiç görmediği” cinsten bir “ateş ve gazap”tan sözettiği günlerdi. Gerçi Washington’ın tepelerinden, bu nâralarla aynı anda, “rahat uyuyun, sıkıntı yok” mesajları geliyor, “nükleersiz de hallederiz”ci bir ekip ortayolu bulmaya çalışıyordu.

Pyongyang’daki hava, ortam ve hissiyat, her zaman olduğu üzre, bütünüyle belirsiz, bilinmez, sis pus ardındaydı: 1 milyon 210 bin kişilik mevcudu ve 7 milyon 700 bin kişilik paramiliter desteğiyle Kuzey Kore ordusu, durmadan yenilerini denediği balistik füzelerine takabilecek evsafta nükleer başlık üretebilmiş miydi? ABD kıyılarını vurabilecek füzelere sahip oldukları doğru muydu?

Bilinenler de vardı: Kuzey Kore, devamlı sorun edilen nükleer kapasitesi bir yana, sınır boyuna dizdiği topları, güneye doğru kazdığı tünelleriyle, saldırıya uğradığı ilk anda Güney Kore’ye muazzam can kaybı verdirebilecek konumdaydı. Bu yılın başında, yine P24’te, derlediğim bilgileri aktardım ve soruna dikkat çekmeye çalıştım; “tatsız şaka gibi” demiştim, ama işin şakaya gelir tarafı yoktu.  Kuzey Kore diktatörü Kim Jong Un, “Nükleer bombanın düğmesi masamda ve bu fantezi değil hakikat,” diye bir tehdit mesajını ortaya savurmuş, 200 kelimeden ibaret sözcük dağarcığıyla dünyanın muhtemelen gelmiş geçmiş en cahil devlet başkanı Trump ona, “bendeki düğme seninkinden büyük, üstelik çalışıyor” karşılığını vermişti. (Kuzey Kore ordusunun yapısını ve Güney Kore’ye yönelik olarak meydana getirdiği tehdidi merak ediyorsanız bu yazılara göz atabilirsiniz.)
 
Beklenmedik imzalar
 
Sonra birden rüzgâr döndü, tam da Washington’da çarpıcı isim-görev değişiklikleri izlenir ve çeşitli güç merkezlerinin güdeceği varsayılan başkan, ekibini bir nevi savaş kabinesine dönüştürürken, Güney ve Kuzey Kore arasında dostluk-uzlaşma adımları atıldı. Kuzey’in lideri Kim Jong Un ile Güney’in lideri Moon Jae-in, iki ülke sınırı arasındaki Panmunjom Ateşkes Köyü’nde biraraya geldiler, elele tutuşup sınır çizgisini bir o yana bir bu yana aştılar. Ve dünya, ABD-Kuzey Kore zirvesini bekler hale geldi.

‘Nasıl birden barış yoluna sapıldı’ diye kafa yormaya kalmadan, bu defa Trump zirveyi iptal ettiğini açıkladı. Uluslararası siyaset yeniden şöyle bir çalkandı. ‘Ne oluyor’ denirken, zirveyi hazırlayacak heyetlerin bir yandan görüşmekte olduğu öğrenildi. Sonunda biraraya geldiler.

Geliş süreci gibi buluşma da pek tuhaf gerçekleşti. Daha önce sözü edilmemişken, iki liderin bir belge imzalayacağı duyuldu. Fakat bu belge imzalanırken, basın odasındaki gazeteciler altına fiyakalı imzaların atıldığı kağıtlarda ne yazdığını öğrenebilmiş değillerdi.

Sonradan öğrenebildik ki, belgede iki devleti somut taahhüt-yaptırım altına sokan hiçbir ibare, hiçbir tarihlendirme, hiçbir somut ayrıntı yok. Pyongyang, Kore Yarımadası’nı nükleer silahtan arındırma işini tamamlayacağını bildiriyor, Washington da ona güvenliğine dair güvence veriyor, ilişkileri geliştirecekler, vs… (Mühdan Sağlam’ın Duvar’daki yazısında anlaşmanın içeriğine dair ayrıntılar yeralıyor.)
Kuzey Kore ve potansiyel nükleer silahlarından, ABD’nin bu ülkeye yönelik askerî harekâta kalkışabileceğinden sözedilirken çoğu zaman Kore Yarımadası ahalisinin hissiyatı, kaygıları, talepleri gözardı ediliyor. Oysa burada mutlaka halledilmesi gereken büyük bir insanî sorun var en başta. Aynı zamanda, Kore Yarımadası için atılacak bir barış ve uzlaşma adımı, genel olarak dünyada barışçıl çatışma çözümü için yüreklendirici bir yeni ve önemli örnek oluşturacak.
 
Güvenilmezler
 
Ne var ki, yakından izleyenlerin doğru dürüst inanmadığı, başarılı olsun isteyenlerin muhtemel ileriki aşamalarını kestiremediği barış adımı, kimseyi ikna edemiyor, kendine bağlayamıyor.
Bunun şüphesiz başlıca sebebi, iki devletin başındaki yöneticiler. Başkalarının gözüne son derece akıldışı gözükebilecek saiklerle karar alabileceği tahmin edilen Kim Jong Un’un sözüne güvenmek kolay değil. Öte yandan, sözüne güvenilmezlik, şu andaki ABD Başkanının pek çok olumsuz özelliği arasında öndegelenlerden biri. Böylesine büyük bir barış adımının hemen öncesinde savaş kabinesi kurmuş siyasetçiye kim neden nasıl güvensin? Paranoyayı ulusal kültürünün ve savunma konseptinin merkezine oturtmuş bir fantastik liderle anlaşmaya oturmadan hemen önce İran’la nükleer anlaşmadan çekilivermek, uluslararası taahhütlerinden birer birer sıyrılmaya çalışmak, Trump’ın, dolayısıyla Trump başkanlığındaki ABD yönetiminin güvenilirlik puanını sıfıra yaklaştırdı.

Oysa Kore Yarımadası’nda kalıcı barış ortamının tesisi için, Kuzey’in nükleer programının sona erdirilmesi, tesislerinin sökülmesi, silahlarının ortadan kaldırılması yetmiyor. Güney Kore’de ABD askerleri var, bunlar nükleer güç kullanabilir durumda; Pyongyang da haliyle bunların gitmesini talep ediyor.

Kore Yarımadası’nda sahici barış ve giderek iki Kore’nin birleşmesi gibi bir hedefe ulaşılırsa bu bütün insanlık açısından önemli bir adım olur, herkesin kendi kimliğine çekildiği ve birbirine karşı düşmanlaştığı günümüz dünyasının kötü gidişatını yavaşlatabilir, kimbilir, belki durdurabilir. İşte bu yüzden yeryüzünün pek çok yerinde pek çok insan, televizyon veya bilgisayar başında, Kim ile Trump’ın siyah arabalarla buluşma yerine gidişlerini, yanyana yürüyüşlerini, hallerini tavırlarını dikkatle ve umutla izledi.

Fakat ne yazık ki bu zirveye dair büyük umutlar beslemek kolay değil. En başta, sürecin yönetiminin ve süreç boyunca gidişatı doğrudan etkileyebilecek karar yetkilerinin bahsettiğimiz iki liderin elinde bulunuşundan ötürü.
 
“Önce ben”
 
ABD Başkanının “uluslararası taahhütlerine sadık bir lider olmadığına” dikkat çeken Fehim Taştekin’e göre Trump, “Önce Amerika … sloganında kendini bulan bencilli[k] … neyi gerektirirse onu yapıyor”. Bendenizse, bundan bile şüpheliyim. Başkanın daha çok “Önce Trump” gibi bir slogana sarıldığını sanıyorum. Trump’ın, bu çok önemli ve simgesel zirve dahil her olaya yaklaşımında öznel etkenlerin büyük ölçüde etkileyici olduğuna dair bir hissiyatım ve izlenimim var.

Kendime dayanak da buldum. Foreign Policy’de Van Jackson, “Soğuk Savaş’tan bu yana en önemli diplomatik an” olarak nitelediği zirveye Trump’ın yaklaşımının “tamamen gayriciddî” olduğunu ileri sürdü ve onun “yoz, bencilce güdülerini biliyoruz” dedi. Jackson’a göre zirve bir “fars” ve Trump büyük büyük laflar ederek ortaya koyduğu taahhütlerin herhangi birini yerine getirecek ehliyette değil. Jackson’ın da aktardığı üzre, bu tarihî zirveye nasıl hazırlandığı sorulduğunda, “Çok fazla hazırlanmam gerektiğini sanmıyorum. İş tavırda biter,” diye cevap veren bir başkanın ehliyetinden sözetmek bile lüks kaçabilir. Jackson birkaç adım daha atıyor ve Trump’ın herhangi bir konuda yaptığı ettiğini ciddî ciddî yorumlayıp siyasî sonuçlar çıkarmaya çalışmanın mânâsızlığına kadar vardırıyor yargısını. Onun karar ve tavırlarında siyasî görüş veya hedef aramayı  “gerçeklerden kaçma” diye niteliyor.

Siyasette, hele uluslararası ilişkilerde görüş, söylem ve tavır değişiklikleri, politikaların eğilip bükülmesi, yön değiştirmesi elbette normal. Ancak “ateş ve gazap”tan, son zirveden sonraki basın toplantısında aynı “ateş ve gazap”çı adamın ağzından çıkan “tehdide yer yok”a izahatsız, özeleştirisiz gelindiğinde, sadece birtakım kişilere güven sıfırlanmıyor; onların kahramanı olduğu hadisenin gerçekliğine dair de şüpheler doğuyor.

Yukarıda sözünü ettiğim yazısında Mühdan Sağlam, görece iyimser yaklaşımla, “Zirveden bir şey çıkmadı” yargısına “kulak asılmamasını” önerdi. Nükleer askerî faaliyetin sonlandırılmasını da içeren geniş kapsamlı bir anlaşma için elbette zamana ihtiyaç olduğunu belirten Sağlam’ın, zirvenin somut olarak nasıl cereyan ettiğini -masadaki yapma çiçeklere kadar- tasvir ettiği yazısına meraklısı göz atabilir. Zirve haber ve yorumlarında -şaşırtıcı şekilde- hak ettikleri ağırlıkta yer bulamayan başka etkenlere de bu yazıda değiniliyor: Çin, Rusya, Japonya. Evet, sözkonusu “etkenler”, birer siyasî-askerî güç. Yani aslında Washington-Pyongyang Zirvesi’nden bahsederken, bu iki devletle birlikte sözkonusu üç büyük gücün içinde yeraldığı oyunu kastediyoruz. Bir nevi dünyanın yeniden şekillendirilmesi.

Türkiye’de içinde bulunduğumuz -daha doğrusu sürüklendiğimiz- seçim süreci ne yazık ki kafayı kaldırıp başka yerlere bakmamıza izin vermiyor. Yoksa, sözkonusu zirve, Kim ile Trump’ın kişisel halleri-tavırları yüzünden hafife alınacak mevzu değil, aksine, pek çok başka önemli konuya kapı açabilecek, tarihî bir sürecin ilk adımı, muhtemelen. Belki başarısız ilk adımıdır – öyle de olsa önemli sonuçlar yaratacak.