Cennetin kaybı
İsveç seçimlerinin dikkat çekici yönü, aşırı sağ “İsveç Demokratları”nın iktidara oynadıkları algısını yaratacak kadar ön plana çıkması
10.09.2018
9 Eylül 2018: Bu tarih, tüm Avrupa ve ötesi için önemli bir gündü. Zira, İsveç için seçim günüydü.
Ve İsveç'teki bu genel seçimlerde, 100 yıllık bir "gelenek", uçurumun kenarından döndü. Ülkenin bir asırdır en güçlü partisi olan Sosyal Demokrat Parti'nin (Sveriges socialdemokratiska arbetareparti-SAP) siyasi alandaki hâkimiyeti az kalsın elden gidiyordu.
Seçimlerin sonuçlarına göre, Sosyal Demokratlar, yaklaşık 5 puan kayba rağmen, yüzde 28,4 oy oranı ile hâlâ rakiplerine açık ara fark atıyor: en yakın rakipleri merkez sağ Ilımlılar (Moderaterna) yaklaşık yüzde 19,8 oy topladı. Ilımlıların da, 2014 seçimlerine göre 6 puana yakın bir oy kaybı söz konusu.
Ancak, İsveç seçimlerinin kilit noktası, bir yanda Sosyal Demokrat geleneğin, öte yandan da "geleneksel büyük partilerin" (hem Sosyal Demokratlar hem de Ilımlılar gibi merkez sağ) yaşadığı kriz değildi.
İsveç seçimlerinin en dikkat çekici yönü, ilk kez aşırı sağ popülist "İsveç Demokratları"nın (Sverigedemokraterna-SD) iktidara oynadıkları algısını yaratacak kadar gündemde ön plana çıkmasıydı. Kamuoyu araştırmalarından en az ikisi, SD'yi "iktidara geliyor" gibi gösteriyordu. Sonunda, İsveç Demokratları yaklaşık yüzde 17,6 oranında oy aldı.
Ancak, her hâlükârda, İsveç Demokratları, ülkenin en güçlü partilerinden biri hâline dönüşerek siyasetin rotasını belirleyen bir konuma oturdu. Bir kere, ülkenin üç büyük partisinden biri hâline gelerek, "asıl ana muhalefet" rolünü üstlenmiş oldular.
Şöyle ki, Meclis'te Sol ve Sağ kanadı oluşturan parti gruplarının sandalye sayısı (neredeyse) birbirine eşit. 144-143 şeklinde gerçekleşen Sağ ve Sol blok parlamenter dağılımını, "Sol blok lehine bir sandalye" şeklinde değiştiren ise, Türkiye kökenli siyasetçi Mikail Yüksel'in "diskalifiye" olması. Sağ bloktaki Liberal Merkez Parti'den aday olan Mikail Yüksel, seçimlerden kısa bir süre önce partisinden ihraç edilince, aday olduğu Göteborg'dan seçilmesine rağmen liste dışı kalmış oluyor. Böylece, Sosyal Demokratlar, Sol Parti ve yüzde 4 barajını kılpayı geçen Yeşillerin oluşturduğu Sol blok, virgül ve bir sandalye farkıyla "çoğunluğa" sahip.
Merkez sağın en güçlü partisi Ilımlıların, 2014 seçimlerine göre yüzde 6 puan kaybetmesi de, Sağ bloğun elini zayıflatıyor. Bu nedenle de, Sol blok tarafından bir azınlık hükümeti oluşturulması söz konusu olabilir. Elbette, azınlık hükümetinin, diğer bloğun Meclis desteğine ihtiyacı olacağından aşırı sağ popülist İsveç Demokratları da fiili olarak "ana muhalefet" konumuna yerleşmiş olurlar. Bunun önünü kesmek için de, "güçlü bir Büyük Koalisyon" formülasyonuna gidilmesi ve Sol-Sağ blok ortaklığında bir hükümet kurulması da mümkün. Tabii, bu seçenek de, aşırı sağ popülizmin "ana muhalefet" konumuna geçmesine engel olamıyor.
İsveç Demokratları'nın, "demokratlığı" sadece adlarında: 1988'de Neo-Nazi kökenlilerce kurulmuşlar. Bugünse, 1979 doğumlu, üniversiteden terk Jimmie Åkesson'un liderliğini yaptığı partinin başlıca "politikası", "göçmen karşıtlığı". İsveç Demokratları, tıpkı Avrupa genelindeki diğer popülist partiler gibi, toplumun korkuları, öfkeleri, kaygıları üzerinden "duygulara" hitap eden politikalar yürütüyorlar. İsveç'in ekonomik verileri aslında son derece iyi; ekonomik büyüme verileri diğer ülkelere göre iyi seyrediyor, işsizlik ise düşük ve ülkenin ekonomisi, dünyanın inovasyon konusunda en başarılıları arasında. İsveç toplumunda artan eşitsizlik de ciddi bir sorun değil.
Buna karşılık, İsveç Demokratları'nın çizdiği ülke portresine bakarsınız, sanki "battı batacak" gibi bir tablo söz konusu. Ve tabii, tüm sorunların sorumlusu olarak gösterilenler de göçmenler. Åkesson'un, göçmen karşıtı söylemlerini ateşli konuşmalarla dile getirmesi, popülarite kazanmasındaki en büyük etken. Ve Novus Araştırma Şirketi'nin verilerine göre, İsveç Demokratları'nın göçmen politikaları, yani "sıfır göçmen" politikası, diğer partilerinkine göre çok daha fazla destek buluyor. Ve, ülkenin siyaset gündemi de "göçmen" konusuna giderek daha fazla kilitlenir hâle geliyor.
En kalabalık göçmen grubu Finliler ama…
Yaklaşık 10 milyon nüfusu olan İsveç'in yaklaşık yüzde 18'i "yabancı" kökenli; yani, İsveç'te her altı kişiden biri ülke dışında doğmuş. Göçmenlerin bir kısmı diğer İskandinav ülkelerinden; örneğin, ülkenin göçmenlerinin büyük bir kısmı Finlandiya kökenli. Irak ve Suriye kökenliler de, Finlerin ardından ülkedeki en kalabalık göçmen gruplarını oluşturuyor.
2015'te Avrupa genelinin gündemi olan "mülteci krizi" İsveç'i de etkileyen ve gündemi ülkedeki "yabancılara" odaklayan başlıca dönüm noktası oldu. 2015'te, İsveç'in 160 bin mülteciyi kabul etmesi ile beraber, ülke gündeminde "yabancıların yarattığı sorunlara", "yabancıların işlediği suçlara" olan odaklanılması süreci de başladı. Ülke, 2014'teyse 81 bin ve 2015'ten sonraki yıllarda, her sene yaklaşık 25 bin mülteci İsveç'e kabul edilmişti.
İsveç'te son zamanlarda yapılan kamuyu araştırmaları toplumun dörtte üçünün, ülkeye yeni gelen mültecilerin "entegre olamadıklarını" ve toplumun üçte ikisinin de, mültecilerin "İsveç modelini bozduğuna" inandığını gösteriyor. Göçmen kökenliler arasında da, İsveç Demokratları'na destek veren ciddi bir kesim olması da başka bir ironi.
Asıl mesele, "göçmenler" konusu halkın algılarını bu kadar şekillendirirken, bu konuda gerçekten "politik çözüm üreten" olmaması; sağ partiler, İsveç Demokratları'nın çizgisine doğru savrulurken, sol partiler de yeni ve farklı söylem geliştiremiyor. Tıpkı Almanya'da yaşandığı gibi İsveç'te de, İsveç'te bir yanda yeni gelen mültecilere yönelik ciddi sorunlar hakikaten var; öte yandan var olan sorunlarla tamn manasıyla yüzleşilmediği için o meseleler, "normalde" olabileceğinden çok daha büyük travmalar yaratıyorlar.
İsveç'teki "yabancılara" yönelik "algısal gerçeklik", kendisini ABD Başkanı Donald Trump'ın meşhur, "Dün gece İsveç'te ne olduğuna bakın" çıkışı ile de ortaya koymuştu. Anımsatırsak, Trump'ın başkan seçilmesinden kısa bir süre sonra, Şubat 2017'de Florida'da gerçekleştirdiği bir mitingde; "Ülkemizi güvenli tutmalıyız. Almanya'da olanlara bakın. Dün gece İsveç'te ne olduğuna bakın; bu olanlara kim inanırdı ki?"
İsveç'te bu konuşmanın yapıldığı günün öncesinde ve hattâ o günlerde, güvenliğe yönelik ciddi bir sorun yaşanmamıştı: İsveç eski dışişleri bakanı Carl Bildt, "İsveç? Terör saldırısı? Bu adam ne çekmiş ki?" diye bir Tweet ile Trump'ın sözlerine hayli sert bir karşılık da vermişti. Her ne kadar o dönem Trump'ın bu sözleri ile dalga geçilse de, "dün gece İsveç'te birşeyler olduğu hissi" algılarda gerçekten de varlığını sürdürüyor.
Trump'ın kendisi, Şubat 2017'deki sözlerini, "dün gece olan" şeklinde sözlerine, o akşam Fox News'da "İsveç'te göçmenler nedeniyle artan suç oranlarını" değinen bir haber program izlediği yönünde bir açıklama getirdi. "O gece", Fox News'un programcılarından Tucker Carlson, Ami Horowitz adlı bir film yapımcısıyla söyleşi yapmıştı.
Ami Horowitz, İsveçli değil veya İsveç'te yaşamıyor; İsveç konusunda bir uzmanlığı da yok. Kendisi, yarı İsrailli bir Amerikalı; University of Southern California'da siyaset bilimi ve felsefe okumuş. Berkeley Üniversitesi'ne gidip, önce "IŞİD'a destek" ve sonra "İsrail'e destek" sloganları attığı ve "İsrail'e desteğin" daha çok tepki aldığını iddia ettiği kısa filmleri var. Ancak, Horowitz'i asıl ünlendiren; Stockholm Sendromu adlı 10 dakikalık filmi. Bu filmde, Horowitz, İsveç'te Ortadoğu kökenli göçmenlerin ülkede "yükselen suç dalgasına neden olduğunu" tezini savunuyordu.
İsveç'te suç oranı düşse de, suçun yaygınlığı algısı artıyor
İstatistiklere bakılırsa, İsveç'teki suç oranı düşüyor. Evet; özellikle cinsel saldırılara yönelik verilere bakıldığında, İsveç'te kayda geçen taciz ve tecavüz vakaları, Avrupa ortalamasından yüksek. Ancak, bu oranların yüksekliğinin ardındaki başlıca sebep, mağdurların resmî makamlara şikayette bulunmaktan çekinmemesi olarak gösteriliyor. Mültecilerin karıştığı şiddet olayları yok mu? Elbette ki var; dahası, Avrupa'dan IŞİD'e katılıp savaşmak için Suriye ve Irak'a gidenler arasında İsveç kökenliler birinci sırada: yaklaşık 300 İsveçli, IŞİD savaşçısı olmak için ülkesini terk etmiş. 10 milyonluk bir ülke için 300 kişilik katılım büyük bir krizin işareti gibi gözükmeyebilir. Türkiye için bu rakamın, Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın verilerine göre 900'ü aştığını unutmayalım: hattâ Türkiye; Rusya (Kafkaslar dolayısıyla), Suudi Arabistan, Ürdün ve Tunus'un ardından IŞİD'a en çok katılımın yaşandığı ülkelerden.
İsveç özeline baktığımızda, radikalleşme ötesinde, son yıllarda, özellikle de Suriye Savaşı'yla beraber ülkeye gelen "yeni göçmenler/mültecilerin" entegrasyonunda yaşanan meselelerin, çarpan etkisiyle toplum üzerinde etkili olduğunu gözlüyoruz.
Tüm bu gelişmeler, elbette sadece İsveç'e özgü değil. Macaristan ve Polonya gibi, "göç adresi "olmayan ve mültecilerin minimum sayıda bulunduğu ülkelerde de, popülist siyasetin başlıca konusu "yabancı korkusu" ve göç. Ancak daha önce belirttiğimiz gibi, İsveç Demokratları'nın İskandinavya ve Avrupa genelinde güçlenen diğer popülist hareketlerden farklı kılan, kurucularının Neo Naziler olması. Bu kadar alenen ırkçı kurucuları olması, İsveç'in bu popülist hareketini farklı kılıyor.
Ve tabii, İsveç'in siyaset geleneğinin, dünyanın en sağlam insan hakları, haklar ve özgürlükler temellerinden birine dayalı olması da, orada yaşanan gelişmeleri hepimiz için enteresan hâle getiriyor. İsveç'in haklar ve özgürlükler alanında irtifa kaybı, İsveç'in zenofobi ve ayrımcılığa teslim olması; dünya geleninde insan hakları, haklar ve özgürlükler alanında önemli bir alan kaybı demek. Diğer bir deyişle, İsveç'te popülizmin tetiklemesiyle yaşanan olası bir siyasi buhran, "bulaşıcı olacak" Avrupa genelinde ve tüm dünyada da kendini hissettirecektir.
Tabii, İsveç Demokratları'nın çıkışını, Türkiye'de Milliyetçi Hareket Partisi'nin 24 Haziran seçimlerinde, kamuoyu anketlerine ters köşe yaptıran, neredeyse sıfır kampanya ile beklenmedik oranda oy toplamasıyla karşılaştırmalı okumak gerekir.
Unutmayalım ki, Türkiye'de de artan bir negatif "Suriyeli algısı"var. "Yabancıların gelişi ile Cennet'in/Cennet'in kaybedildiği" hissi, sadece İsveç'e özgü değil; bu algının İsveç'te sebep olduğu siyasi dönüşüm, toplumsal öfke, Türkiye'de de kendini muhakkak ki hissettiriyor, daha hissettirecek de…
İsveç seçimlerine bakınca Türkiye'ye çıkarılacak hisse ise işte tam bu:
Türkiye'de de, milliyetçilik, önümüzdeki dönemde, gerek Ülkücülük gerekse de Ulusalcılık üzerinden yeni çıkışlar yapabilir. Ekonomik krizin ve var olan siyasî sıkışmışlığın da etkisiyle, başta Suriyeliler olmak üzere "yabancılar", "yabancı görülenlere" yönelik öfke, hoşnutsuzluk, tahammülsüzlük, Türkiye'de milliyetçiliğin "yeni baharında" etkili olabilir.