Bildiğimiz devlet neye dönüşüyor?

Trump’ın adalet bakanı özel hapishane şirketleriyle çalışmayı sürdüreceklerini açıklar açıklamaz sözkonusu şirketlerin hisseleri fırlamış

ÜMİT KIVANÇ

25.09.2018

CoreCivic, özel hapishane şirketi. Evet, tuhaf. Ama öyle. ABD’de.

Obama baştayken, bu özel hapishane işine son verme niyetini açıklamış, şirketin hisselerinin değeri bir gecede yarısına inmişti. Donald Trump seçimleri kazanır kazanmaz da aynı hisselerin değeri birden yükselişe geçmiş.
Hâlihazırda ABD mülteci toplama (gözaltı) merkezlerinin üçte ikisi, özel hapishane şirketlerinden soruluyor. Çocuklar ailelerinden ayrılıyor, tacize tecavüze uğruyor, gözaltına alınan mültecilere bin türlü eziyet ediliyor. Ve… ABD halkının yarısı bu rezillik karşısında ayağa kalkmış, sokağa dökülmüşken, öbür tarafta, CoreCivic’in hisseleri iki haftada yüzde 14 değer kazanıyor!

Bu CoreCivic, daha önce başka bir ad (Corrections Corporation of America, CCA) altında faaliyet gösteren, yıllık cirosu yaklaşık iki milyar dolar olan, ABD sathına yayılmış 61 tesiste faaliyet gösteren bir şirket. Kendi hapishaneleri de var, devlet hapishanelerinin “işletmecisi” olarak da iş görüyor.  İki yıl önce, 34 eyalet hapishanesi, 14 federal hapishane, 9 mülteci gözaltı merkezi, 4 nezarethane, bu herifler tarafından çalıştırılıyordu. Sözkonusu 61 tesisin 50’si şirkete ait. (Bugünün sayılarını merak etmedim doğrusu. Azalmadıklarını biliyoruz. Bunlar yeterince fikir veriyor.)

Mevzuyla yakınlık kurabileceğimiz bir ayrıntı: Eyalet yönetimleri şirkete kazanç garantisi veriyorlar! Eğer “tesis” yeterli sayıda mahkûm-tutukluyla doldurulamazsa farkı devletler ödüyor! Nasıl? Osmangazi Köprüsü mübarek! Verilen garantilerden biri, hapishaneyi yüzde 96 doldurma şartını içeriyor meselâ.

CoreCivic’in en büyük hissedarı, 2015 sonu itibarıyla, ABD’nin ikinci büyük yatırım danışmanlık şirketi The Vanguard Group. Ötesini araştırmadım, manzara öylesine tahmin edilebilir ve sıkıcı ki…
 
Bazı kötü adamlar
 
Amerikan işçi hareketinin efsaneleşmiş kahramanlarından birinin adını taşıyan solcu Mother Jones dergisi/sitesi, daha sonra CoreCivic olacak CCA’nın bazı mühim simalarını sıralamıştı: ABD’nin ilk siyah Yüksek Mahkeme üyesinin oğlu, silah imalatçısı firmanın yönetim kurulu başkanı, eski Federal Hapishaneler Bürosu direktörü. Kurucuları da (çoğunu ilgili Wikipedia maddelerinden topladığım bilgilere dayanarak) anarsam, merakımın niye erken aşamada tıkandığını, yolda kaldığını anlarsınız sanırım. Thomas W. Beasley, Cumhuriyetçi Parti Tennessee örgütü başkanı olmadan önce, Vietnam, Panama Kanalı ve Nikaragua’da görev yapmış subay. Sonra hukuk okuyup avukat olmuş. Cumhuriyetçilerin yerel lideriyken, o allahın belası 1980’lerde, başka iki kişiyle birlikte bu hapishane işletme işine girişmiş. Biri, West Point Askerî Akademisi’nden oda arkadaşı Robert Crants. Ana tarafından çeyrek kızılderili. Subaylıktan sonra Harvard’da işletme master’ı yapmış. Tennessee’de evvelâ emlak işine girmiş, sonra televizyon istasyonları kurmuş. Bayağı bir girişimci yani! Öbürüyse, “sahadan” biri: eski gardiyan, hapishane müdürü Terrell Don Hutto. Parayı Hospital Corporation of America (Amerikan Hastane Şirketi) kurucusu Jack Carroll Massey’den almışlar. Bize pek bir şey ifade etmeyen ve insanlığ(mız)ın geldiği aşamada normal karşıladığımız “hastane şirketi” gibi şeyleri geçip daha tanıdık sulara yüzecek olursak, özel hapishane şirketi kurulsun diye para yatıran şahsın aynı zamanda 1964-71 arasında Kentucky Fried Chicken’ın sahibi olduğu bilgisiyle oyalanabiliriz belki. Ama şunu eklemeden olmaz: Bugün Donald Trump için para basan Mar-a-Lago golf tesisi, otel, lokanta vs. kompleksinin kurulduğu, okyanus manzaralı araziyi Trump’a bu Massey satmış.

Wikipedia’da doludizgin dolaşmaya son verelim, özel hapishane faslına dönelim. Bugün CoreCivic olmuş “ıslah” şirketi, işte, tam da Ronald Reagan döneminde, “yatırım fırsatı” arayan girişimci ruhlu kötü adamlar tarafından kurulmuş. Reagan, Thatcher, Özal döneminde.

Dünyanın bugününü belirleyen, bu dönemde yaşadığı değişimdir.
 
Özelleştikçe dönüşüyor
 
ABD özel hapishane şirketlerinin en büyüğü GEO Group. Bu da, yöneticileri son yıllık toplantılarını Başkan Donald Trump’ın Florida’daki “Uluslararası Glof Kulübü”nde yapan, güzide bir şirket. Trump seçilsin diye harcadıkları paranın yalnız sıkı yasal kısıtlamalar altına seçim kampanyasına destek maksadıyla aktarılabilen, senetli-sepetli kısmı, 575 bin dolar. Bunun 100 binini de, Obama’nın, barındırdıkları şiddet yüzünden özel hapishane uygulamasına son vereceğini açıkladığının ertesi günü vermişler. Simgeselin ötesinde bir jest olmalı.

Nitekim, Trump’ın adalet bakanı özel hapishane şirketleriyle çalışmayı sürdüreceklerini açıklar açıklamaz sözkonusu şirketlerin hisseleri fırlamış.

Bu 100 bin dolarlar filan sizi yanıltmasın. Hapishane işinde dönen para bu ölçekte değil. GEO, Teksas’ta bir mülteci gözaltı merkezi ihalesi almış meselâ, bedeli 110 milyon dolar. Tesisten yılda 44 milyon dolar kazanç elde edilmesi bekleniyor. Polisin amiri konumundaki yetkililerin “yüzde 96 doldururuz, olmazsa fark bizden” garantisi verdiği hapishane “işi”!

Bunca ayrıntıyı, meselenin nasıl “normal” işlem muamelesi gördüğünü hissedip dehşete düşelim diye aktardım. 1980’ler, kapitalizmde devletin tanımının, çünkü yapısının değişmeye başladığı dönemdi. Bu değişim hâlâ sürüyor. Eğitimin özelleşmesi kısmen gürültü kopardıysa da öğrenci velilerini sağlam, sonuç alıcı direnişlere yöneltmedi. Sağlık “sektörü”nün yerleşmesine, “özel hastane”nin sıradan yerleşik müessese haline gelişine direnmeye yoksulların gücü yetmedi. Her ikisinde de, devletle mesafeleri ne olursa olsun, zenginlerin, kıçı rahatların vicdansızlığı, düşüncesizliği önemli kolaylaştırıcı rol oynadı. Enerji üretim ve dağıtımının, su temin ve dağıtımının “kamusal iş” olmaktan çıkarılması, çok daha sessiz sedasız gerçekleşti. Suyun pet şişede satılması muazzam bir simgedir. Irak Savaşı’yla birlikte öğrendik ki, aslında “ABD ordusu” dediğimiz savaş gücünün bir kısmı düpedüz özel firmaya bağlı “çalışan” statüsünde silahlı adamlardır. O arada, birçok ülkede bizzat “devletin ordusu” kabul edilen kurumlar da “profesyonelleşme” sürecine girdi, “paralı askerlik” sıradan olgu haline geldi. Şimdi işte, özel hapishane konusunu konuşuyoruz.

Şurada kısaca bazı ana hatlarını hatırlattığım değişim sürecine önemli bir başka olgu eşlik etti. Hattâ belki bu sürece şeklini veren etkenlerden biri olarak rol oynadı: Şirket yöneticilerinin, kapitalistlerin bizzat ülkeleri yönetici konumlara gelmeleri, siyasetçilerin yerini almaları. Oysa, denecektir, o siyasetçiler, en azından belirleyici kısmı, onların adına ve yerine iş görmek için oralarda değiller miydi? Siyasetçilik mesleği ne olacak bu gidişle?
Bizdekilerin çok zorlanacağını sanmam. Özel hapishane işine bayıla bayıla girecek olan çoktur.

Mühim mevzular. Bu kadar çıtlatmış olayım da hep beraber üzerine düşünmeye başlayalım yavaş yavaş. Eski modellerimiz, teorilerimiz çok sağlam zeminlere oturuyor, çok haklı dayanaklardan güç alıyor olabilir. Fakat dünya değişiyor ve değişimleri kavrayabilmek lazım. Bütün bu özelleşme furyası, bildiğimiz -beğendiğimiz, doğru bulduğumuz, demiyorum- devlet-toplum ilişkisini ortadan kaldırdığı gibi, seçilmişler otokrasilerinin kitle desteğiyle yükseldiği ve ilk iş, geçerli devlet tanımının ve meşruiyetinin temeli, zemini ve çerçevesi olan “hukuk” kavramını ortadan kaldırdığı bugünün yüksek debili akışı bizi bildiğimiz anlamıyla bir “toplum”un var kalmayabileceği aşamaya sürüklüyor.
Yakın gelecek üzerine düşünebilmek için korkarım sandığımızdan çok daha az zaman var.