ABD’nin “dönüm noktası” seçimi

Bu seçimler sıklıkla “Trump’ın yönetiminin oylandığı bir referandum” olarak niteleniyor

SEZİN ÖNEY

06.11.2018

Bu başlığı, gazeteciliğimiz boyu ne kadar çok kullandık: "demokrasi için kader seçimi…"

Türkiye'de demokrasinin kaderini belirleyecek seçimler…

Sırbistan'da demokrasinin kaderini belirleyecek seçimler…

Macaristan'da demokrasinin kaderini belirleyecek seçimler…

Yavaş yavaş bu tanımlamayı, Batı Avrupa'nın ve şimdi de ABD'nin seçimleri için kullanmaya başladık. 6 Kasım 2018'de ABD'de gerçekleşen ara seçimler, şimdiye kadar hiç eşine rastlanmamış bir merakla takip ediliyor: bu seçimler, gerçekten de ABD için "kader seçimleri" mi?

ABD'de, 6 Kasım'da gerçekleşen ara seçimler esasında "yerel seçimler"; normal şartlar altında da, ağırlıklı olarak Amerika'nın sadece kendisi için "ilginç" ve Amerika genelinde de, "yerelde yerel sorunların" konuşulduğu bir oylama.

Bu ara seçimlerde de, ABD Kongresi'nin iki kanadı, Temsilciler Meclisi (435 koltuk) ve Senato'nun üyeleri (100 koltuktan 35'i), 36 eyaletin ve ABD yönetimindeki üç bölgenin valisi, birçok kentin belediye başkanı ve yerel yöneticileri ile beraber yerel bazda tamamen seçim bölgelerine özgü birçok konuda seçmenlerin tercihi ("Florida'da elektronik sigaralar kapalı mekânlarda kullanılsın mı" gibi) belirleniyor.

Ancak, bu kez ABD ara seçimlerine yönelik adeta "demokrasinin kaderi oylanıyormuşçasına" bir hissiyat da mevcut. Üstelik sadece ABD demokrasisinin kaderinden bahsetmiyoruz: günümüzdeki evrensel biçimde geçerli demokrasi anlayışımızdan söz ediyoruz.

Gerek ABD'de, gerekse de dünyada yaygın ara seçimlerin başlıca teması, Donald Trump'ın siyasî geleceğinin ne olacağı şeklinde çerçeveleniyor ve bu seçimler, sıklıkla "Trump'ın yönetiminin oylandığı bir referandum" olarak niteleniyor.

Aslında, bu seçimlerin gerçekten de "demokrasinin dünya genelindeki kaderiyle" yakından ilintisi var.

Dünya genelinde demokrasi bir kriz yaşıyor. Buna şüphe yok. Economist Intelligence Unit'in (EUI) yıllık "Demokrasi Endeksi"nin 2018 verilerine göre, dünya nüfusunun sadece yüzde 4,5'u demokrasinin "tam manasıyla işlediği" ülkelerde yaşıyorlar. 2014'e oranla, dünyanın tam demokrasinin nimetlerinden yararlanabilen bu kısmı da yarıya yarıya azalmış vaziyette.  EUI Demokrasi Endeksi verileri üzerinden gidince net biçimde gözlediğimiz şu: tüm dünyada 2012-2013 döneminden beri, "demokratik alanın daralması" sorununu yaşıyoruz.

Haklar ve özgürlüklerin, demokrasinin alanın daralmasına karşılık seçimlere ve "halkın iradesine" olan vurgunun arttığını gözlüyoruz. Buradaki kilit soru ise, toplumların hangi kesiminin iradesinden bahsettiğimiz…

Demokrasinin tanımı giderek, "kazanan her şeyi alır" hâline dönüşüyor. Kimin kazandığı bu denli belirleyici olunca da, demokrasinin bildiğimiz özü, dengeleyiciliği, eşitlikçiliği yok olmuş, yok edilmiş oluyor.

Bir yandan, "demokrasi" bir "tabela kavram" hâline dönüştürülüp, içi tamamen boşaltılıyor. Öte yandan da, "seçimlere" olan vurgu da dünya genelinde artıyor: Kuzey Kore'de bile seçimler yapılıyor — her ne kadar bu seçimler daha çok "nüfus sayımı" şeklinde geçse de…
 
Trump'ın ortaya çıkardığı "kusurlar"

"Trump öncesi dönemde" bahsettiğimiz "demokratik geri kayış" hikâyesi, sadece zaten "sorunlu ülkelere" özgüymüş gibi kâbul ediliyordu. Türkiye'de, Macaristan'da, Venezuela'da yaşanabilecek, "hijyenik" mesafeden incelenebilecek bir meseleymiş nazarıyla bakılıyordu.

Economist Intelligence Unit'in Demokrasi Endeksi'ne dönersek, 2018'de ABD ilk kez, "kusurlu demokrasi" statüsüne düştü. Bugün, EUI verilerine göre sadece Kanada, Avustralya ve İskandinav ülkelerine "tam işleyen demokrasi" statüsünde. Batı Avrupa ülkeleri; Fransa, Britanya, Almanya ve dışarıdan bakınca sağlam görünen demokrasiler bile, geçtiğimiz yıllara göre aşınmakta ve ABD'nin "kusurlu demokrasi" statüsüne yaklaşmakta.

Siyaset bilimciler, Harvard Üniversitesi'nden Steven Levitsky ile Toronto Üniversitesi'nden Lucan Way'in, Ocak 2015'te Journal of Democracy'de yayınlanan "The Myth of Democratic Recession" (Demokratik Duraklama Miti) makalesi, "dönemin ruhunu" birebir yansıtıyordu: dünya genelinde "demokrasinin irtifa kaybettiği doğru değil".
Sadece akademik dünyada değil; küresel çapta popüler hâle gelen "Competitive Authoritarianism" (Rekabetçi Otoriterlik) kavramını 2000'lerin başında ortaya atan (bu yüzden de yukarıda özellikle örnek gösterdiğim) bu iki akademisyenin de 2015'teki "iyimser duruşu" bugün değişmiş durumda.

Levitsky, Ocak 2018'de Harvard Üniversitesi'nden meslektaşı Daniel Ziblatt ile beraber kaleme aldığı ve Guardian gazetesinde yayınlanan "This is how democracries die" (Demokrasiler böyle ölür) makalesinde şöyle diyordu:

"Alenî diktatörlük — faşizm, komünizm veya askerî yönetim biçiminde — dünya genelinde büyük ölçüde yok oldu. Askerî darbeler veya şiddet yoluyla gücü ele geçirmeye  az rastlanıyor. Çoğu ülkeler, düzenli biçimde seçimler gerçekleştiriyorlar. Demokrasiler gene de ölüyor, ancak farklı biçimlerde."

Levitsky ve Ziblatt'ın bahsettiği "farklı biçimler," demokrasinin gaspedilmesinden başka birşey değil. Veya daha kibar biçimde ifade edersek demokrasinin, kazananın herşeyi aldığı, herşeyi kazandığı ve kazananın kapsama alanı dışında kalanın da herşeyi kaybettiği bir "düzen."
 
Gene Levitsky and Ziblatt'ın yazılarında ifade ettiği gibi, "Donald Trump" sadece bir sonuç: ABD'de demokrasinin sancıları, Trump ile başlamadı. 6 Kasım ara seçimleri yaklaşırken uluslararası çapta medyanın bu oylamaya ilgisiyle "birden" ortaya çıktı ki, yıllardır ABD'de temsiliyette adalet, seçim süreci ve çoğunculuk gibi konularda ciddi sorunlar oluşmuş.

Tabii, bu sorunların birden ortaya çıkıvermediğini; ABD ve dünyada bazılarımızın bu konuları zaten dert ettiğini anımsamakta da fayda var. Yalnızca, "Trump sonrasında" ABD demokrasinin eksiklikleri ve sistemin içine kurulu tuzaklar daha sık konuşulur oldu, oluyor.

Örneğin, 1965'te yasalaşan "Voting Rights Act"in (Seçim Yasaları Kanunu), 2013'te ABD Anayasa Mahkemesi'nin "Shelby County, Holder'a karşı" kararı ile değiştirilmesini ele alalım. Bu kanun, Siyah Amerikalıların sandığa erişimde Beyazlarla eşit haklara sahip olmalarını sağlamak amacıyla çıkarılmıştı.

2011'de ise, ABD'nin güney eyaleti Alabama'daki Shelby İlçesi, Adalet Bakanı Eric Holder'a karşı Anayasa Mahkemesi'ne götürdüğü davada, 1965 tarihli bu kanunun artık geçerliliğini yitirdiğini, çünkü o dönemki "eşitsizliğin" artık söz konusu olmadığını ileri sürülmüştü. Ve 2013'teki o Anayasa Mahkemesi kararıyla yapılan değişiklikleri kullanan (her ne tesadüfse Trump destekçileri) bugün, ağırlıklı olarak Demokrat Parti seçmeni olan Siyahların, azınlık-dezavantajlı grupların sandığa gidebilmesini engelleyecek hukukî-idarî düzenlemelerin yapılmasına ön ayak oluyorlar.

İşin bir kısmı demokrasilerin irtifa kaybına neden olan, böyle adım adım döşenmiş "cehenneme giden yolun taşları" kaynaklı. ABD'de de böyle, Macaristan'da da, Türkiye'de de… Demokraside "basamak inen" her yerde böyle…

İşin diğer tarafı ise, 21. yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakırken hızla değişip dönüşmekte olan bir dünyada, toplumsal kültürler; örneğin, medya ile ilişkimiz, günlük yaşam alışkanlıkları değişirken, politikanın dönüşmekte olduğu gerçeği.

Her şey gibi politika da değişiyor; daha doğrusu bu değişimi yakalayan ve kendi çıkarına kullananlar belli gruplar, hareketler ve aktörler oluyorlar.

Belki "kazanandan" çok, yaşadığımız değişimlere ve modernitenin bu dönemindeki "yeni gerçekliklerimize" odaklanmak lazım ki, demokrasinin "kader seçimleri" olmasın…

Mesela, artık neden "seçim anketlerine" güvenemiyoruz; seçmenler neden farklı ülkeler, farklı oylamalarda hemen hep bir "sürpriz" yapar olmaya başladılar?

 Mesela, sosyal medya, sosyal medyanın farklı türleri (sadece Twitter değil) politikayı nasıl şekillendiriyor?

Neden aşk ve nefret sarkaçında toplumları ikiye bölen liderler ön plana çıkıyor?

Neden "merkez siyaset" aşınıyor ve yerini "daha radikal uçlar" alıyor?

Soru çok; 6 Kasım ABD ara seçimleri de, dünya genelinde geçerli bu soruların yanıtlarının sadece bir kısmına biraz daha ışık tutmuş olacak.

"Kaderler" bir günde belirlenmediği, her kaderin yolu adım adım döşendiği gibi, demokrasiler de bir günde kurulup, bir günde yıkılmıyor; dönüm noktalarının birçok dönemeci oluyor.

Demokrasilerin irtifa kaybı biraz da, özünde demokrasinin "her gün tekrarlanan birçok seçimden" meydana geldiğini unutmamızdan kaynaklanıyor belki de…